Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Arabesk müziği, uzun yıllar boyunca belirli bir sosyoekonomik kesimin “dert ortağı” olarak konumlandırılmış ve bir tür alt kültür temsilcisi olarak etiketlenmişti. Ancak akademik araştırmalar, dijital platform istatistikleri ve özellikle sosyal medya verileri, bu müzik türünün çok daha geniş bir dinleyici kitlesine hitap ettiğini açıkça gösteriyor. Bu kitlenin içinde farklı sosyokültürel çevrelerden, farklı ekonomik statülerden ve türlü müzik zevklerine sahip insanlar bulunuyor. Dolayısıyla, elinde macha çayıyla ofisine çıkan beyaz yakalı bir profesyonelin Spotify listesinde Derya Bedavacı şarkılarının ya da Z kuşağından bir gencin, arabesk furyası dönemindeki şarkıların yeni nesil feat (ft) düzenlemelerini kulaklığıyla dinlediğini görmek artık şaşırtıcı değil.
Bu şaşırtıcı olmama durumunun arkasında, arabeskin yalnızca bir “dert anlatma” ya da “acıyı dramatize etme” çabasından öte, kolektif bir duygu paylaşımı imkânı sunması yatıyor. Nitekim, Musa Göçmen Senfoni Orkestrası’nın “Senfonik Müslüm Şarkıları” konserinde Hakan Taşıyan ile “İtirazım Var”ı dinleyecek olmak beni heyecanlandırdığında, çevremden aldığım şaşkın tepkiler, arabesk hakkında hâlâ geçerli olan bazı önyargıların sürdüğünü gösterdi. Oysa dışarıdan her ne kadar klasik müzik dünyası tutkunu görünüyor olsam da, gençliğimin duygu dünyasını Güllü’nün “Ödüm Kopuyor”u veya Zafer Peker’in “Diyemedim”iyle yoğurmuş biriyim. Psikiyatri profesörü Özcan Köknel’in 2019’da Sabah Gazetesi’nden Göksel Göktaş’a verdiği söyleşide belirttiği gibi, “Melankoliye yatkın bir toplumuz ve bir yanımız arabesk kültürden besleniyor.” İşte bu kültürel damar, farklı toplumsal kesimler arasındaki sınırlardan sızarak ne kadar inkâr etsek de bizi ortak bir paydada buluşturuyor.
Kollektif katarsis
Arabesk müziğin sosyolojik ve psikolojik işlevlerine değinen çalışmalar, bu müziğin içsel acıları dışa vurma ve kolektif bir katarsis işlevi gördüğü yönünde birleşiyor. Engin Geçtan, 1980’lerde yayımladığı makalelerden birinde, arabeski bireylerin acılarını, eksikliklerini, yalnızlık ve çaresizlik duygularını müzik yoluyla paylaştıkları bir toplu “rahatlama alanı” olarak tanımlıyor. Dolayısıyla, eskiden minibüs şoförlerinin ya da mahalle kahvesinde yumurta topuklu “ağabeylerin” dinlediği düşünülen arabesk, artık plaza koridorlarında kulaklıklarından birkaç doz alınmak suretiyle aynı rahatlama etkisini yaratıyor. Neticede farklı toplumsal kesimlerden gelen bireylerin yüreklerinde, kimi zaman ayrılık acısı, kimi zaman yaşamın dayattığı stres, kimi zaman da derin bir yalnızlık benzer şekillerde varlık buluyor.
Bu durum beraberinde şu soruyu doğuruyor: Madem arabeskin acıdan beslenen bir yanı var, nasıl oluyor da toplumun farklı katmanlarından bu kadar geniş bir dinleyici kitlesine ulaşabiliyor? Psikiyatrist Özcan Köknel, 2012’deki bir konferansında, arabeskin dertleri anonimleştirdiğini, böylece bireylerin kendi sorunlarını daha evrensel bir dilde ifade bulduklarını dile getiriyor. Yani arabesk müziğin söz ve ezgileri, tek tek bireylerin özgül sorunlarını değil, ortak bir duyguyu yansıtıyor. Bu da “sürekli mutlu olma” baskısı yaşayan modern bireylerin, bastırdıkları duygularıyla yüzleşmelerine imkân sağlıyor.
Duygusal yüzleşme
Müzik sosyolojisi alanında 1990’lardan itibaren yayınlanan araştırmalar, arabeskin şehre göçün ve kentsel dönüşümlerin tam da kesişim noktasında doğup geliştiğini vurguluyor. Etnomüzikolog Martin Stokes, The Republic of Love: Cultural Intimacy in Turkish Popular Music (2010) adlı eserinde, arabeski “kırsal hayattan kente göç edenlerin ve kent yaşamının dayattığı çelişkileri hisseden herkesin ortak ruh dünyası” olarak tanımlıyor. Bu saptama, arabeskin toplumsal gerilimleri veya çelişkileri tamamen çözmekten ziyade onları duyulur kıldığını ve bu sayede insanlar arasında bir empati köprüsü yarattığını gösteriyor.
2000’li yıllarla birlikte hızla artan tüketim kültürü ve her an “gülümsemeyi” zorunlu kılan sosyal medya paylaşımları, bireyleri sürekli bir mutluluk illüzyonu altında yaşamak zorundaymış gibi gösterdi. İşte arabesk, bu illüzyonu kırarak bireylerin gerçek duygu durumlarıyla yüzleşmelerine katkı sağladı. Sosyologlar ve müzikologlar, arabeskin son yıllarda yükselen popülaritesini kısmen bu duygusal yüzleşme ihtiyacına bağlıyor.
Yakın zamanda kaybettiğimiz Ferdi Tayfur’un vefat haberine verilen tepkiler, sosyal medyada dile gelen kolektif üzüntü ve yayınlanan haberler de gösterdi ki “alt kültür”, “üst kültür” ayrımları, arabesk söz konusu olduğunda gitgide flu bir hâl alıyor. Bugün, emeklilik günlerini yaşayan bir vatandaşla, köy yaşamından bihaber bir metropol gencinin “Hadi gel köyümüze geri dönelim” şarkısında buluşabiliyor olması, arabeskin sınıflarüstü kapsayıcılığını göstermiyor mu?
Bu durum yalnızca Türkiye sınırlarıyla da sınırlı kalmamış. Özellikle son yılların Spotify verilerine bakıldığında, Almanya, Hollanda ve Amerika gibi diasporalarda da arabesk şarkıların dinlenme oranlarının ciddi ölçüde arttığı gözleniyor. Verilerin detaylı karşılaştırmasını bulamamış olsam da, arabesk müziğin; hangi statüde olursa olsun, göçmenliğin ve diaspora kimliğinin beraberinde getirdiği psikososyal süreçlerle mücadele eden vatandaşlarımızın dilinin ucundan eksilmediğini düşünüyorum.
Çok yönlü dönüşüm ve yeni melez formlar
Artık arabesk, yalnızca mahalle aralarında ya da minibüslerde değil; kimi zaman en modern kafelerde kulaklara çalınıyor. İşten bitap düşmüş bir beyaz yakalı, eve dönerken “Bir Müslüm açayım” diyebiliyor. Böylece arabesk, hem kalıplarını genişletiyor hem de pop, rock ve hatta senfonik formlarla etkileşime girerek müzikal anlamda yeni melez türler yaratıyor. Ve farkında mıyız emin değilim ancak nostaljik tatlı bir anı olmanın dışında bir zamanlar burun kıvırdığımız bu müzik güncel bir ifade biçimi olmayı sürdürüyor.
Ortak bir duygudaşlık mekânı
Tüm bu değerlendirmeler ışığında, arabesk müziğinin tek boyutlu bir “acı” kültüründen ibaret olmadığını, aksine toplumsal ve bireysel katarsisin önemli bir aracı hâline geldiğini söyleyebiliriz. Arabesk, zaman ve mekânın ötesinde bir empati zeminine sahip oluşuyla, farklı sınıflar, yaş grupları ve kimlikler arasında güçlü bir duygusal köprü kurmayı başarıyor. “Sevenin hâlinden sevenler anlar, gel gör şu hâlimi bir teselli ver…” dizeleri, aynı şarkıyı dinleyen sanayideki çırakla lüks bir teknede seyahat eden bir kişiyi benzer bir duygu yoğunluğunda buluşturabiliyor. Müzik sosyolojisi alanındaki çalışmalar ve popüler kültür dinamikleri, arabeskin “aşağıdan yukarıya” değil, yatay ve kapsayıcı bir ortaklık duygusuyla dinlendiğini gösteriyor.
Bu müziğin “kalbi tamir etme” işlevi, sadece acıyı dile getirmesinde değil, aynı zamanda o acının ve hüznün paylaşıldığı duygudaşlık alanları oluşturmasında. Arabesk, bireysel kederi toplumsal bir paydada yumuşatarak kolektif bir dayanışma hissi oluşturuyor ve belki de bu yüzden hâlâ güncelliğini koruyor.
“Nikâh masasına oturdun işte
Dayanmak çok zormuş böyle sevince”
“Neden saçların beyazlamış, arkadaş?
Sana da benim gibi çektiren mi var?”
Çok mu arabesk? Belki! Belki de sizin için henüz “arabesk ihtiyacı” hasıl olmamıştır. Öyle ya başınız ağrımadan ilaç almayı düşünmezsiniz.;)
Yorum Yaz