Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Bir zamanlar, İstanbul sokaklarında ilk defa bir aryaya kulak verildiğinde kimse bunun yüz yıl sonra bir festivalin açılış notası olacağını bilmiyordu.
Her şey, 18. yüzyılda Batı’dan gelen o ilk opera nefesiyle başladı. 1786’da, İstanbul'daki İsveç Elçiliği'nde düzenlenen etkinlikte, elçilik mensuplarınca sahnelenen İtalyan operası, şehrin opera ile tanışmasına vesile oldu ve İstanbul'un ilk opera temsili olarak tarihe geçti.
19. yüzyıla gelindiğinde, Pera semti, İstanbul'un kültür kalbi haline geldi. 1844’de, Mihail Naum tarafından kurulan Naum Tiyatrosu, şehrin ilk büyük opera sahnesi olarak kapılarını açtı. Sadece yerel halkın değil, aynı zamanda sultanların ve yabancı misafirlerin de ilgisini çekti. Giuseppe Verdi'nin "Ernani" operası, Avrupa'daki prömiyerinden kısa bir süre sonra Naum’da sahnelendi.
Sarayda da tiyatro ve opera sanatına olan ilgi yoğundu Sultan II. Mahmud ve Sultan Abdülmecid dönemlerinde, sarayda kurulan sahnelerde tiyatro ve opera temsilleri düzenlenmeye başlandı.
Cumhuriyetle birlikte bu tutku resmiyet kazandı. Atatürk, Ahmet Adnan Saygun’dan bir opera istedi ve “Özsoy” çıktı ortaya. Ankara’da, İran Şahı'nın gözleri önünde sahnelendi. Ve ülkemizin sanat tarihine kalın bir çizgi çekildi.
Ardından sahneler çoğaldı, konservatuvarlar kuruldu, Verdi, Puccini, Mozart Türkçeye karıştı. 1949’da bir karar alındı. Bu büyünün artık bir yuvası olmalıydı: Devlet Opera ve Balesi. İşte o günden beri, bu sanat formu yalnızca birkaç seçkin için değil, herkes için kapılarını açtı. Aşka, ihanete, umuda, kayba... Hayatta ne varsa sahnede de o vardı.
İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB) ise, bu anlatının kalbindeki güçlü seslerden… Şehir büyürken, o da büyüdü. Sahne değişti, perdeler yenilendi, sesler çoğaldı. Ama öz aynı kaldı: Duyguyu sesiyle anlatmak, hikâyeyi bedeniyle taşımak ve seyircinin kalbine dokunmak.
Bu yıl 16'ncısı düzenlenen Uluslararası İstanbul Opera ve Bale Festivali, 10 Mayıs-3 Haziran 2025 tarihleri arasında Atatürk Kültür Merkezi (AKM) ve Kadıköy Süreyya Opera Sahnesi'nde gerçekleşiyor; festival, 11 eser ve 20 temsille hem Cumhuriyet Dönemi mirasını hem de çağdaş sahnelemeleri sanatseverlerle buluşturuyor.
Gilgameş ve Saygun’a saygı: Bir vefa duruşu
Ahmet Adnan Saygun’un “Gilgameş” Operası’nın bu yıl festivalin en prestijli yapıtı olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin ilk bestecisi sayılan Saygun’un 1964-1983 arasında bestelediği, Gılgamış Destanı’ndan esinlenen bu üç perdelik opera eser, yıllar sonra ilk kez sahnelenmek üzere incelikle hazırlanmış. İDOB Genel Müdürü Caner Akgün’ün ifadesiyle, bu unuttuğumuz eser “tozlu raflardan çıkarılarak” ve “vatan görevi” addedilerek hayata geçiriliyor. Gilgameş operasının ilk gösterimi 17 Mayıs’ta AKM’de gerçekleşecek. Eserin içeriği, Sümer Kralı Gılgamış’ın ölümsüzlük arayışındaki kaderi üzerinden ölüm, dostluk, sevgi ve düşmanlık gibi insanlığın zamansız temalarını sorguluyor. Aynı akşam düzenlenecek 16 Mayıs’taki “Saygun’a Saygı” konseri de bestecinin 100. doğum yılına adanmış; Saygun’un eserlerinden seçkiler, Süreyya Sahnesi’nde orkestra ve koroyla izleyiciyle buluşacak. Bu iki etkinlik sanki eski kuşaklara vefa geleceğe de ilham vadediyor gibi…
Minik izleyicilere büyük hikâyeler
Boyumdan büyük çocuğum olsa da çocuk etkinliklerin yeri ben de her zaman ayrı… Kesinlikle ağzı açık ve heyecanla izliyorum. Ve festivalde bu yıl çocuk ve gençler için özel yapımlar var. -Bir de benim için elbette- Rossini’nin La Cenerentola operasından uyarlanarak Nazlı İktu’nun yönetmenliğinde renkli bir masala dönüşen “Külkedisi” Süreyya Operası’nda sahnelenecek. “Bale Dünyası” adlı müzikli oyun da çocuklar için bir diğer müzikli gösteri…
Umut gençlikte
19 Mayıs’ta ise “Bütün Umudum Gençliktedir” konseriyle sahne gençlere emanet! 2024’te Şırnak’ta başlayan “Opera ve Bale Her Yerde” projesinden çıkan yetenekler, bu kez İstanbul’un kalbinde, ışıklar altında… “Yetenek Her Yerde” projesiyle seçilen genç sanatçılar, hayallerini gerçeğe dönüştürmek üzere sahnede olacak. Anadolu’nun doğusundan anlatılacak bir hikâye… Sahne büyür ve mesafeler küçülür…
Seçmekte zorlanacağımız uluslararası seçki
Festivalin hangisini izleyeceğini şaşırdığımız uluslararası seçkisi:
22 Mayıs akşamı, AKM Tiyatro Salonu barok bir rüyaya bürünecek görünüyor. “Doğu'dan Batıya Barok Eserler-Sultans of The Opera” başlıklı konserde sahne, 18. yüzyılın “Alla Turca” modasına teslim. Almanya merkezli Pera Ensemble, müzik direktörü Mehmet C. Yeşilçay yönetiminde, Osmanlı saray müziğini Avrupa baroğuyla iç içe geçiriyor. Bir yanda tanbur tınısı, bir yanda obua sesi... Arada zarif bir keman geçiyor. Avrupa’da “estetik bir şok” olarak karşılanan bu müzikal dil, klasik müziğin kalıplarını kırarken, geçmişi bugüne zarafetle bağlıyor sanki.
29 Mayıs gecesi ise sahne, antik bir trajedinin modern yankılarına teslim. Sofya Opera ve Balesi’nin getirdiği Richard Strauss imzalı Elektra, Plamen Kartaloff’un rejisinde yeniden doğuyor. Göz alıcı bir görsellik, gerilimli bir anlatı...
Eleştirmenlerin “nefes kesici bir iç hesaplaşma” olarak tanımladığı bu yapımda, ışıkların altında değil, gölgelerin içinde anlatılıyor hikâye. Bulgar soprano Diana Lamar’ın etkileyici performansı, karakterin ruhunu dileyiciye üfleyen türden.
Uluslararası konuklar arasında salonları soluksuz bırakacak bir diğer topluluk ise St. Petersburg Eifman Balesi. 31 Mayıs akşamı, Anna Karenina sahnede. Ama bu, bildiğimiz klasik anlatı değil. Boris Eifman, Tolstoy’un metnini alıyor, Çaykovski’nin notalarıyla bedenin diline çeviriyor. Aşk, sadakat, ihanet, özgürlük... Tüm bu duygular, bir kadının adım aralıklarında, düşüp kalkışlarında gizleniyor. Eleştirmenlerin tabiriyle, fiziksel olarak zorlu ama duygusal olarak sersemletici bir gösteri. Bir “Anna Karenina” performansı için kendimi güçlü hissetmesem de bu prodüksiyonun çekiciliğine kapılmamak elde değil gibi…
Ve kapanış: Rus Hamlet! Sessiz bir çığlık gibi olacağa benziyor. Eifman bu kez Shakespeare’in trajedisini, Rusya tarihinin sarsak figürlerinden Çar I. Pavel’le buluşturuyor. Sahne bir taht değil, bir vicdanın iç yüzü gibi. Koreografide, tek bir adamın çöküşü değil; bir toplumun bastırılmış hafızası var.
Festivalimiz farklı coğrafya ve döneme ait sanatı çağdaş yorumlarla buluşturuyor
Şimdi festivali biraz da İDOP Genel Müdürü Caner Akgün’den dinleyelim:
Zengin ve çekici festival programınız hakkında ne söylersiniz?
Programımızda hem Cumhuriyet Dönemi mirası hem de dünya sahnesinden seçkin örnekler bir arada. 10 Mayıs’ta haklarında tüm dünyada beğeni toplayan solistlerin de yer aldığı bir gala konseriyle açılışı gerçekleştirdik. Klasik opera, çocuk oyunları, modern dans projeleri ve yabancı konuk eserler üst üste geliyor. Yeni sahneleme biçimleri festivalimizin ayrılmaz parçası. Mesela geleneksel temalar alışılmışın dışında yorumlarla karşınıza çıkıyor, bu açıdan Rus koreograf Boris Eifman’ın “Rus Hamlet” balesi gibi yenilikçi yapımlar seyircilerimizin ilgisini çekecek. Festivalimiz, farklı coğrafya ve döneme ait sanatı çağdaş yorumlarla buluşturuyor.
Tüm opera-bale temsilleriniz dolup taşıyor. İstanbul’da ilgili bir opera-bale seyircisi olduğunu söyleyebilir miyiz?
Köklü bir opera ve bale geleneğimiz olduğunu söyleyebilirim. Bilinçli bir takipçi sayımız da mevcut. Seyircimizin bizi yalnız bırakmamasının bir sebebi de prodüksiyonların kalitesinin oldukça yüksek oluşu. Türkiye’de en nitelikli sahne sanatları prodüksiyonlarını üreten kurum olmanın gururunu yaşıyoruz.
Gilgameş bize insanlık tarihini hatırlatıyor
Bu yılın en dikkat çekeni, Saygun’un Gilgameş operası değil mi?
Evet, çok önemli bir proje. Ahmet Adnan Saygun’un daha önce seslendirilmeyen ilk opusu Gilgameş’ın dünya prömiyerini yapıyoruz. İDOB olarak bu eserin notalarını özenle temize çektik; rejisi, dekoru, müziğiyle bütüncül bir çalışma yaptık. Bunu sanatçılarımızla birlikte bir vatan görevi addediyoruz. Gilgameş bize kadim Mezopotamya efsanesi üzerinden insanlık tarihine dair ölüm, dostluk, sevgi, düşmanlık temalarını hatırlatıyor. Cumhuriyet’le büyümüş bizlere, geçmişimizle gurur duymamız ve geleceğe umutla bakmamız için çağrı yapıyor diyebilirim.
Modern dans eseriniz Deliriyum festivalde nasıl bir yer tutuyor?
Modern Dans Topluluğumuzun (MDT İstanbul) dünya prömiyerini gerçekleştireceği bir proje. Koreograf Canberk Yıldız’ın yönetimindeki eser, müziğini Onur Seçki’den alıyor ve güncel yaşamın içindeki büyük çıkmazlara mercek tutuyor. Günümüz insanının varoluşsal sorunlarını hareket sistemiyle ifade ediyoruz; dansçılar, duygularını hareketin içine kristalize etmiş. Genç izleyicilerimiz bu yenilikçi modern dans. Festivale güncel sanatçı çözümlemeleri de dahil etmiş olmak bizi heyecanlandırıyor.
“Külkedisi” ve “Bale Dünyası” gibi çocuklara yönelik temsiller var. Çocuklarımızın sahneye bakışlarını dönüştürmek için de önemli. Çocuklar eserleri hakkında ne söylersiniz?
Çocuklara yönelik eserler üretmemiz gerekli. Geleceğin seyircisini böyle oluşturabiliriz. Özellikle orijinal dilde oynanan ve Türkçe açıklamalarla hikâyeye hâkim olmaları sağlanan çocuklar ile Tamino’nun Rüyası eserinde olduğu gibi Külkedisi eseriyle de bir modeli çalışıyoruz. İDOB Başrejisörümüz Caner Akın’ın Çocuk Operası alanında sürdürdüğü bu modeli destekliyor ve önemsiyorum. Aynı modeli Bale Dünyası eseriyle de denedik. Oldukça ilgi gördü. Özellikle opera alanında 6 yaşını geçmiş bale alanında ise her yaştan çocuğa dokunabildiğimizi söyleyebilirim.
“Umudum Gençliktedir” konserinde, Şırnak dahil Anadolu’nun farklı illerinden seçilen genç yetenekler sahnede olacak. Sadece performanslarıyla değil, geldikleri yerler ve taşıdıkları hikâyelerle de iz bırakacaklar gibi.
Devlet Konservatuvarlarımızın yatılı bölümleri ne yazık ki kapalı durumda. Bu da Anadolu’da kısıtlı şartlarda geçimini sağlayan ailelerin çocuklarını büyük şehirlerdeki konservatuvarlara gönderememesine sebep oluyor. Bu konunun düzeltilmesi için Genel Müdürümüz Sayın Tan Sağtürk “1. Anadolu Opera ve Bale Festivali”yle birlikte gittiğimiz şehirlerin güzel sanatlar liselerinde yetenek taramaları yapıp o gençlerin farkındalıklarını artırmayı hedefleyen bir proje başlattı. Bu konser hedeflediğimiz bu amaca hizmet edecek. Konserin bir başka özelliği ise Çağdaş Eğitim Vakfı tarafından yurt dışında eğitim bursuyla okuyan üç gencin Anadolu’dan gelecek beş gencimizle buluşması olacak. Birlikte Türkiye’nin geleceğini seslendirecekler.
Festivaller toplum olarak aydınlık geleceğimizin yapı taşları
Festivalin sanata katkısı açısından neler söylersiniz?
Opera sanatı özellikle çağrışımsal ve metaforik yaklaşımların gelişmesine, toplumun sanat eseri üzerinden anlam arayışının derinleşmesine hizmet eden en nitelikli araçlardan. Opera deyince bütünlüklü sanat eserini düşünüyorsak evrensel kavramlardan bahsetmek kaçınılmaz. Bu yönüyle temsil ettiğimiz sanat dalları üzerine kurduğumuz festivallerimiz uluslararası etkileşime en yüksek seviyede açık oluşumlar. Opera alanında söz ile derinleşirken bale alanında hareketin yüklendiği anlamlar gördüğümüz somut objeye anlam yükleyerek soyut bir evren yaratabilmemize sebep oluyor. Bu da hayal gücünü geliştirdiği gibi gördüğümüz bir objeye farklı yönlerden bakabilme yeteneğimizi geliştiriyor. Uygar insanın çok yönlü düşünebilme yetisinin gelişmesiyle empatik olabilme gücünü artırması ise bu sanat dallarıyla ilişki kurabilmesiyle doğru orantılı diye düşünüyorum. Bu anlamda sayısı ne olursa olsun bu festivaller toplum olarak aydınlık geleceğimizin yapı taşları.
Son olarak seyirciye ne söylemek istersiniz?
Her sene yeni bir fikir ve temayla seyircilerinin karşısına çıkıyoruz. Bu sene geçmişin ve geleceğin panoramatik bir sunumuyla; ilklerin yaşandığı, tarihine, geleceğine sahip çıkan bir çizgide incelikle oluşturulmuş bu programla sanatseverleri bekliyoruz. Festivalin her öğesi birbirine neden sonuç ilişkisiyle bağlı. Sanatseverlerin ellerinden geldikçe her temsili takip etmeye çalışmasını isterim.
Yorum Yaz