Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
M. Emre Yapraklı
İstiklâl Marşımızın kabulünün yüzüncü yılı için yapmış olduğu Hürriyet Çağrısı ile ilgili konuşan Sanatçı Yücel Arzen şöyle konuşuyor: “Hz. Bilâl’in çağrısını hatırlayınız! Neden bir MARŞ değil de çağrıdır? Marş, adı üzerinde, adım… adımlamak… yürüyüş… Ordular için yazılır! Orduların marşı olur. Halkın ancak çağrısı…”
Sanatçı Yücel Arzen yapmış olduğu müzikle Batı ile Doğu arasında nasıl bir köprü olunacağını ve kendi kültürel değerlerimizi nasıl ifade edeceğimizi bizlere sunuyor. Bu topraklarda yüzyıllardır var olan eşsiz mirası dile getirmek cesaret istiyor. Felsefe, edebiyat, tasavvuf ve modern sanata hakim olarak eser üretmesi onu farklı kılıyor. Her şekilde bir yafta barındırıyor bazı görüşler. Hiç yaftalamadan Yücel Arzen’i dinleyenler ise onun bestelerindeki derdi, vurucu hissiyatı ve engin birikimi anlayabiliyor. Ben de Yücel Arzen’i severek dinleyen ve takip eden bir sanat meraklısı olarak; müziği, duruşu, eserleri ve Hürriyet Çağrısı çalışması üzerine muhabbet ettim. Bizlere bir sanatçıda olması gereken duruşu tanımlar mısınız?
Bugünlerde sıkça dile getiriliyor bu düşünce; “sanatçı duruşu”! Yani sanatçıları, başlarına gelen kimi olaylardan çıkarsayarak yaptıkları ve sergiledikleri sanatsal ürünlerine, o ürünlerindeki teknik kapasitelerine, yeteneklerine, entelektüel birikimlerine, yaşadıkları çağda ya da kendinden sonra gelecek kuşakları etkileme alanlarına, farklı bakış açıları getirebilmelerine (yeni bir duyma, görme, yazma, hikaye kurma…) ve hepsinden önemlisi yeni fikirlere ilham verebilmelerine göre değil, günümüz “ahlâki” normlarından hareketle sanatçıları duruş adı altında (yine) ahlâki tavırlarına göre değerlendirip hizaya çekmemiz gerektiğini zorunlu kılan bu baskıcı tavrı değerlendirmek isterim bu vesile ile.
Ürün yerine sanatçı hayatının fetişe edilmesinin altında elbette tecimsel kaygılar yatıyor. Modern sanat pazarı bunu dayatıyor. Ürünün pazarlanmasında, ürünü yaparken sanatçının yaşadığı olağanüstü bir hayat olmalı ki ürün daha çok paha etsin. “Sesin çok güzel, yorumun da… Ama mutlaka bir hikayen olmalı!” diyor TV’de ses jürisi (!) Mutlaka bir hikayesi olmalı bir malın ki piyasa değeri artsın hatta Mono Lisa gibi değerle üstü olsun.
Oysa asıl olan sanat ürünü değil mi? O kalacak gelecek kuşaklara ve o aktarılacak!
Ama sanat eserini sanatçının hayatı ve mutlaka “olağanüstü” bir hikaye ile ilişkilendirme gereği bugün sanatçıları aynı zamanda ilginç, marjinal, olağanüstü bir hayat hikayeleri yaşamaya, yaşamla senkronize olmaya, yaşam akıp giderken maatteessüf onu durup yapmaya, durmaya zorluyor! (gülüşmeler)
Duruş –durmak– hayat akarken durmak… Yani pozisyon almak… Fransızca poz vermek… Bir pozunuz olmalı değil mi? Ama ahlâki bir poz…
Sanatçılar Homeros gibi yapmalılar
Fuzuli bir iştir sanat (şiir). Yani gereksizdir. O olmasa da hayat devam eder, edecektir. Hayat hep devam edecektir. Bunu bilir Fuzuli ve o yüzden kendine "Fuzuli” mahlasını seçer. Ve fakat aynı zamanda faziletli demektir fuzuli… Yani erdemli… Bütün erdemler gibi gereksiz! Dünyanın bütün kültür ve inanışlarında “birlik”tir övülen (tevhid)! Neden? Çünkü insan ancak bir arada beraber yaşadığında hayatta kalır! Bir’liği öven bütün şarkılar güzeldir, değerlidir. Bütün erdemlerimiz de birliğimizi sağlar, ona hizmet eder! Sanatkâr buna hizmet eder, bu inancı ki birlik ancak inançla sağlanır. Birliği bozacak, insanlar arası herhangi bir “çıkar” çatışması, savaşında birlik sözcüsü sanatkâr nerede pozisyon alır? Sorunuzu böyle algılıyorum! O halde bizden önce yaşamış büyük sanatçılara mesela “ilk örneğimiz” – arketipimiz – Homeros’a müracaat edelim! Nerede durmuştur Truva Savaşı’nda? Tam ortada…
Sanatçılar, yaşamayı bilmedikleri hayat karşısında ve içerisinde duracak, pozisyon alacaklar ise hayat karşısında, Homeros gibi “tam ortasını” seçmelidirler!Müziğinizi gür bir şekilde duyurmak, dinletmek ve popüler kültürün tınılarından da uzak durmak mümkün mü?
“Açılan ağız anlaşılmak ister” böyle söylüyor Heidegger! Ben de yazdıklarımı ve söylediklerimi biri için yapıp duruyorum. O biri burada ve bu yüzyılda da olabilir, başka bir dil, coğrafya ve zamanda da olabilir… Arzum onunla yeniden vücud bulmak! Buna ister düşüncenin yazgısı ister zaafı deyin fark etmez. Düşüncenin arzusudur bu! Söz söylemek ve söze sahip olmak ve dahi anlaşılıp yayınlamak arzusu (gerçekleşmek) popülerleşmek, güncelleşmek, işselleşmek, ayağa düşmek rüsva olmak bahasına yapılır. Bu göze alınır!
“Ünlülük, ancak başa gelinen bir şeydir! E.. başa gelirse çekilir” diye yazmıştım ilk albümümün karton kapağına…
İlk ezan Hz. Bilâl’e neden okutuldu?
Yücel Arzen olarak edebiyatı ve kültürel değerleri müziğinizle özenle işliyorsunuz. Edebiyata ve kültürel değerlere özellikle mi temas etmek istiyorsunuz?
“Özellikle” temas etmek istiyorum evet. Ama hangi edebiyat birikimine yazılmak istiyorum? Akan hangi suya atlamak, hangi zincirin halkası olmak istiyorum? Benim de derdim günüm ezilenlerin kültürünün sesi olmak! Kendimi tarih ve medeniyetler yapan o suskun, güçlüler tarafından susturulmuş insanların sözcüsü kıldım nedense.
İlk ezan Hz. Bilâl’e neden okutuldu? Çünkü sesi daha önce hiç duyulmamıştı, köleydi çünkü ve hiç konuşmamıştı… Daha önce hiç istememiş, hiç bildirmemiş, hiç duyulmamış… hiç çağırmamıştı! O yüzden ilk çağrı ona yaptırıldı. Sanıldığının aksine (ki çok cahilce bir yorumdur!) sesi “güzel” olduğu için değil! Bir ara “güzel” üzerine de konuşmak isterim… (gülüşmeler)
İntifada eseriyle Filistin’de İsrail zulmüne uğrayan mazlumlara destek oldunuz. Müziğinizin yaralara merhem olma hali nasıl ortaya çıkıyor? Nasıl tepkiler alıyorsunuz? Müziğinizle mücadele etmek size nasıl bir güç veriyor?
Sosyal medyada Pink Floyd – Roger Waters’ın insani duyarlılıkla Filistin Halkı ve özgürlük mücadelesinin yanında yer aldığını gösteren açıklama ve videosunu gördükten sonra sanatçının ünlü The Wall / Another Brick In The Wall şarkısının tema müziğine Türkçe sözler yazdım ve seslendirdim. Sonrası daha ilginç oldu… Pakistan’dan Gana’dan, Afganistan, Bosna, Vietnam, Senegal, Katar, Arnavutluk… ve daha bir çok yerden insanlar, müzisyenler kendi dillerinde İsrail Hükümetinin zulmünü eleştiren sözler yazıp seslendirip, görüntülerini paylaştılar. Müthiş bir hareket oldu. Bir “duruş” değil! Sanatsal bir hareket oldu!
Türk şiirinin bütün şairleri bendedir
Mehmet Âkif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek gibi büyük şairlerin şiirlerini bestelediniz. Edebiyatın müziğe uyarlanması ve sevdiğiniz üstatların sesini kendi ritminizle dile getirmek nasıl gelişti? O bestelerde bu şairlerin ruhunu nasıl hissettirdiniz?
Hep vardı. Ta konservatuar yıllarımdan, elime sazı ilk aldığım yıllardan beri Fuzuli’den Şeyh Galip’e, Nabi’ye, Gevheri’den, Yunus Emre’ye, Karacaoğlan’a, Namık Kemal’den, Ahmet Haşim’e, Yahya Kemal’e, Mehmet Akif’e, Nazım Hikmet’e… Necip Fazıl’dan, Attila İlhan’dan, Behçet Necatigil’e, Turgut Uyar’dan, Ahmet Arif’e… Türk şiirinin bütün şairleri bendendir, ben onlardanım!
15 Temmuz'un 5. yılına özel, 'Hürriyet Çağrısı' adlı eseri hazırladınız. Müziğinizle 15 Temmuz ruhunu yansıtmanızın hikâyesi nasıl oluştu? Notalarınızın arasına neler gizlediniz?
Bildiğiniz üzere bu yıl 2021 İstiklâl Marşımızın kabulünün yüzüncü yılı. İstiklâl Marşı çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türklerin Anadolu’yu “vatan” diye adlandırmalarının hem öyküsünü hem gerekçesini hem kendimize hem birbirimize hem de tüm dünyaya haykırdıkları ve üzerinde harf harf, kelime kelime kelime hem fikir olup anlaştıkları ulusal mutabakat metnidir.
İstiklâl Marşımızın 100. Yılında istiklâl şairi Mehmet Akif Ersoy’a Türk gençleri ile birlikte bir cevap vermek, “buradayız” demek gerekiyordu. Dolayısıyla Akif’e bir cevap niteliğindedir çağrımız. “Korkmuyoruz” diye başlar ve hem klasik hem popüler bütün söyleyiş biçimlerini içerir!
Bir çağrı’dır… Hz. Bilâl’in çağrısını hatırlayınız! Neden bir MARŞ değil de çağrıdır? Marş, adı üzerinde, adım… adımlamak… yürüyüş… Ordular için yazılır! Kelimenin tüm çağrışımlarına vakıf bir entelektüel olarak Mehmet Âkif, İstiklâl Marşı’mızı bildiğiniz üzere “Kahraman Türk Ordusu’na” ithafen yazmıştı. Orduların marşı olur. Halkın ancak çağrısı…
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Senfoni orkestrası ve Korosu ile seslendirdik eseri. 15 Temmuz Derneği’nin ve Gençlik Ve Spor Bakanlığı’mızın desteği ile dinleyiciyle buluştuk. Az önce de açıklamaya çalıştım; klasik batı müziğinin, İstanbul ve halk müziğimizin olanakları ve popüler pop-rock ve RAP müziğinin olanakları ile besteledik ve icra ettik eserimizi. Desteği olan herkese teşekkür ederiz.
HÜRRİYET ÇAĞRISI
Korkmuyoruz!
Gecenin karanlığından hiç korkmadık!
Korkmuyoruz!
Nazlı hilâl bize cesaret veriyor!
Kaybolsak; buluruz… Yolumuz Hakk’ın yolu
O yıldız gökte bizim için parlıyor!
…
Uyansın uykusundan tüm mazlumlar
Yıkılsın önümdeki dağlar taşlar
“Yarından yakın…” diyen o umutlar
Yarın değil! Hemen şimdi!
Kükremiş sel gibiyim aştım geldim
Kimseye vermem seni hürriyetim
Bir hilâl uğruna batsın güneşlerim
Yarın Değil! Hemen Şimdi!
Ey hürriyet! Sen ezelden beri hakkımsın
Ey gençliğim kaldır yine eğilmez başını
Hem istiklâl hem hayat hakkım!
…
Kanadı kırık bir kuştum ben oysa sustum geçen yüzyıl boyunca
Artık yok… Yeter sen de susma! Hür yaşa… Yine de hür yaşa
X, Y, Z kuşağı, değil hiç biri ben Türk genciyim
Kim bana zincir vuracakmış ya da bana kim haddimi bildirecekmiş
Beni bende boğmak isteyenler, beni kendime gömmek isteyenlere ne dedi Akif?
“Hayat yok sana… İstiklâlin yoksa!”
Saçıma sakalıma karışanlar, dinime dilime uzananlar;
Hilâlin altında bize fark yok!
Hilâlin altında bize fark yok!
Korkmuyoruz kapkara geceden!
Hiç korkmuyoruz biz zalimden!
Hürriyet hakkımdan ezelden… Yarın değil hemen!
Ey hürriyet! Sen ezelden beri hakkımsın
Ey gençliğim kaldır yine eğilmez başını
Hem istiklâl hem hayat hakkım!
Yorum Yaz