Oruç tutan hikayelere ihtiyacımız var

KİTAPLIK

Sezai Karakoç, “Samanyolunda Ziyafet” kitabında orucu her yıl çağrıldığımız bir ruh şöleni olarak değerlendiriyor. Her yıl bu şölene katılmak ve nasibimiz olanı almak. Ziyadesiyle etkileyici. Biz yetişkinler olarak orucun anlamına nüfuz etmemiz daha kolay. Gerek inancımızın neye tekabül ettiğini bilmek gerekse; ibadetlerin anlamına muhatap olmak açısından, orucu ifa ederken zorlanmıyoruz. Orucun anlamında derinleşmek istediğimizde ulaşabileceğimiz birçok kaynak bizi karşılıyor. Orucu bir tür sevgi ve tutkuya dönüştürmenin önünde kendimizi adamak dışında bir engel bulunmuyor. Ancak çocuklar için bu evrene giriş yapmak daha dikkate değer. Bir çocuk ailesinde gördüğü ibadete meraklanma ve kendini bunun için hazır hissetmesi zaman alabiliyor. 9-10 yaşlarında oruca merakla başlayan süreç ileride bilince dönüşüyor. 

 

Bu yazıda bahsetmek istediğim kitap yazar ve şair Hüseyin Akın’ın Şule Yayınları’ndan yeni çıkan kitabı; “Oruç Tutan Hikayeler.” Yazar bu eserinde çocukluğa odaklanıyor. Çocuğa orucu sevdirme ve çocukça ibadete dahil olma üzerine. 

 

Hikayeler çocukların seveceği ve dikkatlerini çekeceği şekilde ilerliyor. Karakter adları da bir hayli ilginç; Abur, Cubur, Harala, Gürele, Sıkı ile Fıkı gibi çocukların öğrenirken eğlenebileceği adlardan seçilmiş. 

 

Çocuk dünyasında oruç demek, unutulmaz sahurlar, aileyle bir arada olma, iftarlar, hediyeler, ödüller. Kitap ağırlıklı olarak mutlu aile tabloları çiziyor, aileleriyle mutlu çocuklar, ibadete de keyifle katılıyorlar. 

 

Çocukluk anılarımıza döndüren hikayeler

 

Nobel ödüllü şair Louise Glück, “Dünyaya bir kez çocukken bakarız. Gerisi hatıradır.” diyor. Bu topraklara ait olup da hangimizin anılarında Ramazan yer etmez ki; ilk orucumuz, ilk sahurumuz, çocukluğumuzun o şen bahçesi, hangimizin dünyasında müstesna bir yeri hak etmez ki. Hepimiz çocukluğumuzu iyi hatırlarız, çocukluğumuza dair anılarla güçleniriz. Çocukça yaptığımız ibadetler daha sonrası için bir bilince dönüşürken çocukluğun o serin bahçesinden çıkmak istemeyiz. Çocuk olmak ve yaşam evrenini yeniden kurmak, o evreni kurarken aileden, mahalleden, cami imamından anılarla dolmak. İçinde bulunduğumuz topluma göre şekil alırken, çocuk dünyamızda kendimizi mutlu hissettiğimiz anlara dönmek isteriz. Bu hikayeleri okurken, biraz da kendi çocukluğumuzdan anılara denk geliyoruz. Ne kadar yaş almış olursak olalım, bizi diri tutan çocukluğumuza sevgi ve özlem duymayı aşamayız diye düşünüyorum. 

 

Bir diğer bakış açısıyla, çocukların Ramazan'ı sevmesi için yapılan şeylerin ilki ailede başlıyor. Aile olarak çocuğa Ramazan'ı anlatmak, yaşarken o atmosfere çocuğu dahil etmek, çocuğun gözünden hayata bakabilmek de çok önemli. Artık çocuklara dini konuların anlatıldığı birçok kaynak bulmak mümkün. Bununla birlikte ilk bilincin açık olması da önemli bir olay. Çocuklara dini sevdirirken yapılan hataların çoğu da çocuğu anlamamak, çocuğun dünyasına ulaşamamaktan geçiyor. 

 

Kitaptaki bu hikayelerle birlikte; çocuk kendi bilincini tazelerken, ibadetinin de aslında ilk kabulde neşe ve mutluluk demek olduğu bilincine ulaşıyor. Hüseyin Akın’ın yalın dili ve hikaye kurma üslubu da çok iyi, çocuk kendisiyle özdeşlik kurabilir ve devamında ne olacak diye merakla hikayeyi okuyabilir. 

 

Akın’ın hikayelerinde, çocuğa bir şeyi anlatırken ya da öğretirken, geleneksel değerleri de bulmak mümkün. Çocuklar sadece bir oruç hikayesi okumuyor. Aile olmak, bir toplumun olmazsa olmazı, birlikte heyecan duymak ve birlik olma bilincini güçlendirmek noktasında da küçük okurlarına fırsatlar sunuyor. Çocuğa aile değerlerini anlatırken hikaye dilinin sevgiyle kurulmuş olması, biz büyüklerde okurken çok şey bulacağımız bir ana dönüşüyor. Hikayeler arasında çocukça dolanırken kendimize rastlamamız, çocuk bilincinin sevgi dolu doğası, bizi yaptığımız ibadetin anlamına doğru da bir yolculuğa çıkarıyor. 

 

Buradan bakınca; geçmiş bir çocukluk ve şimdi çocuk olmak harmanlanıyor. Özellikle çocuğun olmak istediği ve kendini olmak zorunda hissettiği an şekilleniyor. İftara ilk hazırlık, nefisle mücadele, aile birliği, çocukça orucu anlamaya çalışmak bizi yeni anlamlara taşıyor. 

 

Bilincimiz hikaye yoluyla harekete geçiyor

 

Bir millet olarak bir arada olma bilincini aşılamamız gereken yer çocuklukta başlıyor. Din gibi önemli ve herkesin üzerinde söz söyleme hakkına sahip olduğu bir alanda hikaye yazabilmek de ayrıca önemli. Fıkıh gibi didaktik öğretilerde, dini sıkıcı ve boğucu hissedebiliriz. Kelam gibi felsefi alanlarda düşünmek yorucu olabilir. Ama bir çocuk bilincine bunları anlatmaya kalktığımızda, kadim hikaye anlatma geleneğine başvurmamız kaçınılmaz olacaktır. Biz hikayeleriyle var olan bir toplumuz, hikaye bizim göbek adımız. Birçok gerçeği hikayeleme yoluyla öğreniriz. Hikayenin bizim için bu kadar kutsal bir anlatı olmasının altında yatan nedenlerden biri de; bilincimizin hikaye yoluyla harekete geçiyor oluşu. “Binbir Gece Masalları” gibi bir geleneğin devamı olan bu toplum, hayattan öğreneceği gerçeği hikayeye uyarlar ve hikayeler bize çoğu zaman gerçeğin en basit formu olarak aramızda dolanır.  Hikayelerle birlikte var olmamız ve iyi bir hikaye anlatıcısına dönüşmemiz de kaçınılmazdır. Yetişkinler için kaçınılmaz olan hikayeleme geleneği, çocuklar içinde başucu eserlere dönüşüyor. 

 

Çocukların dini sevmesi, oruç gibi bir ibadeti ne için yapması gerektiğine yakından bakmak isterseniz “Oruç Tutan Hikayeler” tam size göre. Ramazanı bir ruh şöleni olarak karşılarken, üzerine daha fazla tefekkür edeceğimiz her şeye, sadakatle bağlı olma içgüdüsü de bizimle birlikte gelir diye düşünüyorum. Çocuklar ve bizim için Ramazan, çok şey demek. Bunlara hep birlikte bakıp düşünmek için “Oruç Tutan Hikayeler”e göz atmanız dileğimle.

Yorum Yaz