Romanımdaki Tüm Karakterlerde Varım!

KİTAPLIK

HALİL İBRAHİM AYGÜL

Yazar Suat Köçer: “Birçok okuyucum, romanı bir günde okuduğunu söylüyor. Hikâyeci olmamın bunda etkisi olduğunu düşünüyorum. Çoklu olay örgüsü de hem akıcılığı hem de sinematografik olmasını sağladı.”

İlk olarak 2008 yılında dünyaya farklı açılardan bakan insanların hayata tutunma çabalarını anlatan hikâyelerden oluşan “Bu Ne Biçim Cumartesi” kitabı ile çıkış yapan Suat Köçer 2010 yılında “Belki Şehre Bir Film Gelir”de 2001–2009 yılları arasında gösterime giren 20 Türk filmini kendine özgü üslubuyla ele alarak Türk sineması üzerine yazdığı bazı makalelerini de aynı kitapta sinemaseverlerin ilgisine sundu. 2012’de her biri farklı mekânlarda yaşayan ancak mahalleyi ve mahalleliyi iyi tanıyan dokuz kedinin, şahit oldukları insan hikâyelerini okuyucuyla paylaştığı hikâyelerden meydana gelen “Dokuz Canlı Hikâye”den tam 9 yıl sonra bu sefer diğerlerinden farklı ve sürpriz olarak Yılmaz Erdoğan filmleri ve Sezen Aksu şarkıları tadında olan romanı “Münferit Bir Olay”ı Türk Edebiyatına armağan eyledi. Ketebe Yayınları’ndan çıkan bu sinematografik romanı ben 1 gün içinde okudum ve hiç bitmesin istedim. Eminim siz değerli okuyucularım da tek oturuşta okuyacak ve o sıcaklığı hissedecek, bir münferit olay gözlerinizin önünden film şeridi gibi geçecek.

“Bir gün roman çaldı kapımı...”

Hocam, roman yazarlığı diğer türlerden farklı meziyetler gerektiren bir ustalık istiyor. Sizin hikâyelerinizi ve sinemaya münhasır yazılarınızı okuyoruz lakin bu romanınızın diğerlerinden farklı bir tadı olduğunu söylersek hakkınızı teslim etmiş oluruz. Münferit Bir Olay adlı romanınızı yazana kadar geçen yazarlığınızın hikâyesini bizlerle paylaşır mısınız?

İnsan, kendi içinde bir düzeninin olduğunu fark ettiğinde belli bir seviyeye gelmiş oluyor. Yaptığımız planlamaların yetersizliğini, acziyetini görüp bizden bağımsız var olan büyük bir plan ve program dâhilinde yaşadığımızı, büyüdükçe küçüldüğümüzü anlayınca başlıyor birçok şey. Çocukluk yıllarımda günlük tutar; çevremde gördüğüm, yaşadığım ilginç ve komik halleri yazardım. Okuduğum kitapların ya özetini çıkarırdım ya önemli yerlerini not ederdim. İlerleyen yıllarda bu notlarımın ve günlüklerim beni yazarlığa sürükleyeceğini bilmiyordum fakat yazma hissiyatımın farkındaydım. Ortaokul ve lise yıllarımda dergi çıkarmaya ve beğendiğim yazarları okumaya başlayınca yazma heves ve gayretimin farkına vardım. Bir duyguyu dışa vurmak, o duyguyu paylaşmak ve kendimi ifade etmek için yazdığım günlüklerim, kompozisyon ve notlarım bugünleri amaçlayan yazılar değildi. Lise yıllarımda sinemaya duyduğum ilgi, beni diğer tüm sanatlardan çekip almış ve sinemayla hemhal etmişti. Artık gözüm sinemadan başka bir şey görmüyordu. Kendimi ifade etmek için yazma eylemim ise disiplinli bir şekilde yazma yoluna girmişti. Zamanımın çoğu sinemayla ve sinema hakkında yazmakla geçiyordu. Büyük bir nehri besleyen küçük dere gibi nitelendirdiğim hikâye, aynı zamanda edebiyat genelinde kendine münhasır yeri olan özel bir alandır. Hikâye, insanın iç dünyasının derinliklerinden beslenir ve yazılmak için özel anları arayan müstesna bir yerde durur. Sinema çok daha farklıdır. Sinema yazarının kalemi, belli kural ve disiplinler ile teknik, mesleki ve sektörel hareket eder. Bir gün roman çaldı kapımı ve benim için çok özel ve önemli bir dönüm noktası oldu.“Film romanın ve sahnelenmiş hali”

Peki sinemayla iç içe olmanız hasebiyle tam da bu noktada sormayı uygun görüyorum: Sinemanın, romanla mı hikâyeyle mi daha benzer veya tamamlayıcı yanı güçlüdür?

Sinemanın edebiyatla olan ilişkisi hep tartışılmaktadır. Çok kıymetli bir tartışma konusu olmasına rağmen ne yazık ki ülkemizde bu tartışma pek yapılmamaktadır. Sinemanın çok yeni bir tür olması hasebiyle ilham kaynağı edebiyattır. Edebiyattan beslenen sinemanın da edebiyat gibi özü anlatımıdır. Biçim ve içerik bakımından en bariz benzerlikleri anlatımlarıdır. Sinema, hikâyenin görsel anlatımıdır. Hikâye, tahkiye etmektir ve bu tüm anlatım türleri için genel bir ifadedir. Romanın zeminini de hikâye oluşturur. Eskilerin hikâye etmek diye ifade ettikleri bir genel anlatım biçimidir. Aralarında afakî bir fark olmadığı kanaatindeyim. Hikâye, roman ve sinema özünde duyguların dışa vurumudur. Küçülen dünyada ulusların sınırları kalktığı gibi sanatta, edebiyatta ve türlerin kendi aralarındaki sınırlar, farklılıklar kaybolmaya başladı. Film, hikâye ve romanın sahnelenmiş, canlandırılmış halidir.

Münferit Bir Olay’ı okurken olay ve karakterler hayali olarak etrafınızda gerçekleşiyor. Yazarın, bir senarist olduğunu düşündürüyor. Sizin sinema yazarı olduğunuzu bildiğim için bu bende çok daha belirgin gerçekleşti. Bu sinematografik kurguyu planlamış mıydınız?

Tamamen kendiliğinden gerçekleşen, benim müdahil olmadığım bir süreçti. Biçim kaygısı taşımadığım için kendi doğal akışı içinde ilerlemesi benim de hoşuma gidiyordu. Her yazarın tarzı ve tavrı olduğu gerçeği inkâr edilemez mamafih sinema geçmişim dolayısıyla romanda bunun hissediliyor olması da hoşuma gitmiyor değil. Diyalogların tasvirden daha yoğun olması bunun en önemli sebebidir. Bir diğer nedense diyalogların romanı hareketli kılmasıdır. Birçok okuyucum, romanı bir günde okuduğunu söylüyor. Hikâyeci olmamın bunda etkisi olduğunu düşünüyorum. Çoklu olay örgüsü de hem akıcılığı hem de sinematografik olmasını sağladı.

Yılmaz Erdoğan ve Sezen Aksu ayrıntısı

Roman karakteri, toplumsal bir kişiliği değil de kendini temsil eder. Mahallemizde tanıdığımız insanları sizin romanınızda Volkan, Hıdır, Mevlüt Çavuş, Salih Usta olarak buluyoruz. Okur, olayın kendi muhitinde geçtiğini düşünebiliyor. Sahne geçişleri sinemayı çağrıştırdığı için sinemaya uyarlanacağı kanaatindeyim. Yılmaz Erdoğan, bir karakter olarak romanınızda fark ediliyor. Böyle bir teşebbüste Yılmaz Erdoğan’ın sinemaya uyarlamasını arzu eder misiniz?

Yılmaz Erdoğan, 1990’ların popüler tiyatrocusuydu ve gençlerle iyi iletişim kurabiliyordu. Bizim kuşağın rol modeli olmasının, insanları etrafına toplayabilen bir karakter oluşunun romanımda yer almasında büyük payı oldu. Bir Demet Tiyatro’nun diyalogları; Mükremin Çıtır’ın, Feriştah ile Lütfiye’nin mizahı gençlerin diline pelesenk olmuştu. O yıllarda gençler için bir diğer figür ise Sezen Aksu’ydu. Sekiz yüzden fazla bestesi olan, şarkılarıyla milyonların hayatına dokunan bir sanatçıdır Sezen Hanım. Münferit Bir Olay romanımda yer almaları da bu nedenledir.

Bir yazara, romanlarınızda sizi arayabileceğimiz bir karakter var mı, diye soruluyor. Bunu yazarların ilk romanlarında aramalı okur, diye cevaplıyor. Sizin ilk romanınız olması hasebiyle, bu bilinçle okudum romanınızı. Volkan karakteriyle özdeşleştirdiğimi düşünüyorum. Siz, bu konuda bana katılır mısınız?

Yazarın tespitinin çok yerinde olduğunu düşünüyorum. Ben, romanımda tüm karakterlerde varım. Volkan’ın acemiliğinde, Hıdır’ın ustalığında, Salih’in maneviyatında, Mevlüt Çavuş’un komikliğinde, Serap’ın arada kalmışlığında, Serpil’in cinnetinde, Cahit’in kötülüğünde varım.Kartonpiyer işçilerinin hayatını, roman konusu yapmaya nasıl karar verdiniz?

1998’de İstanbul’a geldiğimde Volkan gibi inşaatlarda çalışıyordum, kartonpiyer ustasının çıraklığını yapıyordum. İnşaat işçilerinin sevinçlerini, hüzünlerini, tepkilerini ve toplumsal algılarını yakinen bildiğim, yaşadığım için romana yansıyanlar da bunlardan müteşekkil.

“Toplum içinde Hıdır Abiler hep vardı”

Hıdır ismiyle müsemma bir karakter. Toplumda Hıdırların varlığına inanıyor musunuz?

Bizim gençlik yıllarımızda toplum içinde Hıdır Abiler hep vardı. Günümüzde de olduğunu düşünüyorum. İnsanın zor zamanlarında yardımına ihtiyaç duyup müracaat ettiği bir büyüğünün olması ona güven vermektedir. Benim sevinçlerimle hüzünlerim aynı yıllarda müşterek yaşadılar. Gün içinde mutlu da oldum mutsuz da. Bu gelgitlerin romana yansımış olmasını çok normal buluyorum.

Televizyon, sinema izleyicisi ve roman okuru kahramanla, karakterle bütünleşebilir, arkadaş olup günü birlikte geçirebilir. Bu durum bizim ülkemiz insanında daha belirgin yaşanmaktadır. Münferit Bir Olay’ı yazarken okurun kendini kahramanlarla özdeşleştireceğini düşündünüz mü?

Okurlarımdan buna benzer tepkiler alıyorum. Olayların ve kahramanların gerçek olup olmadığını soruyorlar. Hem olaylar hem de kahramanlar gerçek hayattan ve kendi yaşantımdaki kesitlerden meydana gelmektedir.

“Hıdır Usta babamı yansıtıyor”

Romanı okuyup da “burada beni anlatmışsın” diyen oldu mu?

Henüz böyle bir tepkiyle karşılaşmadım. Belki de söylemek istememişlerdir. Hıdır Usta’yı yazarken rahmetli babamdan çok faydalandım. Hıdır Usta, babamı yansıtmaktadır.

Romanda olayların bir bölümü Bursa’da geçiyor. Bursa kurgu için seçilmiş bir şehir midir?

Romana dair çok güzel bir detay yakalamışsınız. Evet, olaylar Erzurum’da geçiyor ama romanın kurgusu gereği Bursa’yı uygun gördüm.

Sinema, hikâye yazarlığıyla roman yazarlığı arasında bariz bir fark olduğu gerçeği üzerinden hareketle sormak istiyorum. Roman yazarlığının size hissettirdiğini ve toplumun size bakışını nasıl değerlendirirsiniz?

Dünyadaki ve ülkemizdeki romancılarla ismimin anılıyor olmasından hayâ ederim. İtiraf etmek gerekirse çok fiyakalı olduğunu ve başarma duygusunu okşadığını söylemek isterim. Toplumun tepkisinin tebrik ve takdir cihetinde olması çok daha kıymetliydi.

Yeni bir roman hazırlığınız var mı, konusu hakkında ipucu verir misiniz?

Evet, ikinci romanımı bitirmek üzereyim. Konusunun Münferit Bir Olay’dan çok farklı olduğunu söyleyebilirim.

Peki, neden Münferit Bir Olay ismini verdiniz?

Münferit kelimesinin anlamı çoğunlukla maksadı dışında kullanılıyor. Genellikle haber bültenlerinde kötü bir olayı münferit kelimesiyle ilişkili duyuyoruz. Her insanın hayatı kendine münhasır olaylardan ibarettir ve bu olayları da münferit düşünüyoruz. Oysa bu olayların birinin diğeriyle ilişkisi vardır ve münferit değildir. Romanın ismi, içeriğini tersten okumaktır. Tercih sebebim buna dikkat çekmekti.

“Eser kendi sonunu kendi belirledi”

Bir diziyi, filmi seyrederken konu seyirciyi bir kitaba götürebiliyor. Seyirciyken kendinizi okur olarak görmeye başlıyorsanız sinemayla edebiyatın ilişkisini fark etmişsinizdir. Romancının özel bir tanımı var mıdır, sizce kimlere romancı denir?

Hikâye olarak yazmaya başladığım Münferit Bir Olay’ın olay örgüsü uzayınca romana döndü. Roman; ön çalışma, zaman, sabır ve disiplin isteyen uzun soluklu bir emeğin ürünüyken hikâye bir oturuşta okunduğu gibi yazılan bir türdür. Bu nedenle kendimi romancı olarak tanımlayamıyorum. Bu eseri kaleme alırken nefesimi bu kadar tutacağımı düşünmemiştim, eser kendi istediği yere kadar sürdü ve kendi sonunu kendi belirledi.

Yorum Yaz