Sahaflarda ne arıyoruz?

KİTAPLIK

Orta Çağ’da İslâm dünyasında “bir metnin, bir kitabın elle bir nüshasını yazma” anlamına gelen istinsah yapan, kitap ve kitap yazımıyla ilgili malzemeler satan, cilt yapan kimselere verrâk denilirmiş. Osmanlıların ilk dönemlerinden itibaren medreselerin yoğunlaştığı bölgelerde kitap ticaretiyle uğraşan esnaf zümresinin meydana gelmeye başladığı ve bu esnaf grubuna ve dükkanlarına “sahaf” ya da “sahhaf” denildiği de kayıtlarda geçmektedir. İstanbul’un fethinden sonra da bilhassa Kapalı Çarşı’nın yakınlarındaki Beyazıt ve Fatih semtlerinde yoğunlaşmış sahaflar. Rönesans döneminde Batı’nın İslâm kaynaklarına ilgi duyması sebebiyle başta ilim adamları ve sefirlerin İstanbul’dan ülkelerine çok sayıda eser taşıdıkları kaynaklarda geçmektedir. Osmanlı devrinde Hakkaklar Çarşı diye de bilinen Beyazıt Sahaflar Çarşısı bir diğer adı ile İstanbul Sahaflar Çarşısı her kitapseverin bildiği üzere İstanbul Üniversitesi’nin tarihi merkez kampüsünün çaprazında, Beyazıt Camii’nin ve Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin yanında, Beyazıt Meydanı ile bitişik ve halen kısmen de olsa tarihi dokusunu koruyan bir çarşıdır. Kitapseverler arasında Beyazıt’a yolu düşüp de bu çarşıya uğramayan yoktur herhalde. Benim de gittiğim ilk sahaflar buradadır. Fakat ilk defa 20 yıl evvel gittiğim sahaflar dükkanlarının büyük bir kısmının bugün sahaflık özelliklerini yitirmeye yüz tuttuğunu ve güncel kitaplar satmaya ağırlık verdiklerini üzülerek görüyorum. Kültür tarihimizin en önemli eserlerinden biri olan “Dîvânü Lügâti’t-Türk”ü Ali Emîrî Efendi buradaki bir sahaf dükkanında bulmuş ve kültür hayatımıza yeniden kazandırmıştır. Sahaflar işte tam olarak böyle yerlerdir. İstanbul halen sahaf dükkanlarının -eski niteliklerini bir miktar yitirmesine rağmen- bol olduğu bir şehir, çok şükür. Kadıköy, Beyoğlu, Fatih, Beşiktaş ve Üsküdar… Kadıköy, Anadolu yakasında eski kitap yahut ikinci el kitap satan dükkanlar düşünüldüğünde akla ilk gelen muhit fakat ben Üsküdar’daki sahaf dükkanlarını tercih ediyorum açıkçası. Sayıları az fakat daha sıcak ve samimi geliyor. Tabi sahaflarda ne aradığımızla da ilgili bu. Salt kitap mı arıyoruz? Yoksa bize eskileri hatırlatacak bazı şeyler mi? Bu sorunun cevabını okuyucularımıza bırakıyorum. Siz sahaflarda ne arıyorsunuz? E-posta adresime hayalinizdeki sahafı yazar mısınız? Ve hayalinizdeki sahafa en yakın kriterlere sahip sahaf dükkanını da yazın lütfen!

YENİ ÇIKANLAR

Derde Deva Randevu No: 3

Murat Menteş / Alfa

Dünyadan ve memleketimizden tam 9 üstat! İlk iki kitabı büyük beğeni toplayan Derde Deva Randevu, bir nevi edebiyat ve felsefe ansiklopedisi… Enteresan bir antoloji. Serinin bu 3. kitabında 9 yazar yer alıyor: Ömer Hayyam, Charles Dickens, Fatma Aliye, Stefan Zweig, Abdülhak Şinasi Hisar, Isaac Asimov, Susan Sontag, Oğuz Atay ve Tomris Uyar. Söyleşi formatında düzenlenen kitapta, Murat Menteş’in sorularına cevaplar yazarların eserlerinden geliyor. Hakan Karataş’ın yetkin çizgileri, her bir söyleşiyi, belgesel bir öyküye dönüştürüyor. Seriyi okumaya dilediğiniz kitaptan, hatta sayfadan başlayabilirsiniz. Zira her bölümde ayrı bir yazarla buluşuluyor, konuşuluyor. Zamanda yolculuk hissi yaşatan, okurun yazarlarla dostane yakınlık kurmasını sağlayan bu benzersiz kitapta siz de sorularınıza cevaplar bulacaksınız.

Gök Kubbenin Altında

İbrahim Kalın / Mecra

“Birçok insan ‘gök kubbemiz’i kaybettiğimizin henüz farkında bile değilken yolculuğumuzun ilk adımı olarak ‘Nerede yitirdik, nasıl bulacağız?’ sorusunu sormak çok önemli. Genellikle büyük gelenekler gücünü yitirdiğinde iki şey olur: Ya soru sormayı unuturlar ya da asıl soruları atlayıp tali meselelerde kaybolurlar. Bir medeniyet gerçek soruları sormayı bırakıp tali meselelerle oyalanıyorsa artık kendisini de kaybetmeye başlıyor demektir. Etrafına inşa edilen, kendine yabancı, başka birine ait ve suni bir yapının farkında bile değildir.” Elinizdeki kitap İbrahim Kalın’ın 2021 yılında katıldığı on iki bölümlük Kendi Gökkubbemiz programında anlattıkları ile bugüne kadar çeşitli dergilere verdiği bir dizi söyleşiden oluşuyor. Titiz bir yayıma hazırlık sürecinden sonra yazar tarafından düzenlenerek genişletilen bu çalışma, okuyucusunu gerçek soruların etraflıca konuşulduğu bir yolculuğa davet ediyor. Elbette yan yollara sapılıyor, detaylara giriliyor, parantezler açılıyor ama vurgulanan hep kendi gök kubbemizin idrakine varmamız oluyor. Gök Kubbenin Altında’yı okurken siyaset ve felsefe eserleri kaleme alan, müzik, spor ve fotoğrafla ilgilenen bir entelektüel olarak İbrahim Kalın’ın farklı disiplinleri nasıl bir araya getirdiğine dair çocukluğundan günümüze pek çok hatırasına ve değerli tecrübelerine şahit olacak, kendinizi uzun soluklu bir sohbetin içinde bulacaksınız.

Kendini Keşfet & Bireyleşmenin Albenisi Üzerine

Hermann Hesse / Profil

“Kahraman” uysal, iyi yetişmiş ve görev aşkıyla dolup taşan vatandaş değildir. Yalnızca “kendi anlamı”nı, kaderine karşı kendi soylu, doğal dik başlılığını yaratmış birey kahramanca olabilir. Onun “dik kafalılığı” her ot sapının yalnızca kendi gelişimine yönelmiş derin, görkemli, Tanrı vergisi dik kafalılığı gibidir. “Bencillik” de diyebilirsiniz buna. Ne var ki bu bencillik adı kötüye çıkmış cimrinin ya da gözünü iktidar hırsı bürüyen kişinin bencilliğinden tümüyle farklıdır. Uyum yerine kendi kaderini tayin etme, tabi olma yerine dik başlılık… Hermann Hesse'nin tüm eserlerinde işlenen ortak motifler. Ona göre her insanın eğilimi biricik ve ayırt edici. Bunları keşfetmek, geliştirmek, hatta toplum direncine karşı savunmak onun yaşamını ve her bir eserini bir ana tema gibi kat ediyor. Kendini Keşfet: Bireyleşmenin Albenisi Üzerine, Hesse’nin bu konudaki -çoğu yayımlanmamış- en yararlı yazılarını bir araya getiriyor ve adeta onun şu deneyimini kanıtlıyor: “Ben inancımı her zaman bireye dayandırdım, çünkü sadece birey eğitilebilir ve geliştirilebilir. Benim deneyimime göre özverili, fedakâr ve dünyadaki iyiliği koruyan cesur insanlar her zaman küçük seçkinlerden çıkmıştır.” Bizi her yeni güne güven ve merakla başlamak için yüreklendiren Hesse’nin bu kitabıyla daha yüksek bir insanlık düzeyine doğru uyanış mümkün.

ÖNERDİKLERİM

Bir Düşünce Tarihi Metni Olarak İstiklal Marşı

İsmail Kara / Dergâh

İstiklâl Marşı sadece hissiyatı ve lirizmi yüksek azametli bir şiir değil, o aynı zamanda döneminin ana temayüllerini veren, temel problemlerini tartışan ve güçlü toplumsal karşılığa sahip büyük bir “fikir metni”. Ölüm kalım mücadelesinin verildiği bir kriz ve geçiş döneminde varlık alanına çıkmış ve zaferi, çözümü mümkün kılan kuvvetli unsurlardan biri olmuştu. Büyük ve imkânlı metinler böyledir… Kalemin kılıç yerine geçmesi ve düğümleri çözmesi gibi… Sonra çok tekrarlandı ama 1924’ten bugüne anlamı, irtibatları ihmale uğradı, sönükleşti. İstiklâl Marşı tam bir asır sonra nisbeten farklı ama derin krizlerin ortasında tarihte icra ettiğine benzer bir fonksiyon üstlenebilir. Onun için hiç olmadığı kadar anlaşılmasına ve şerhine emek vermek gerekiyor. Elinizdeki kitap bu yolda bir ilk adım.

Hacı Murat

Lev Nikolayeviç Tolstoy / İletişim

Tolstoy’un ölümünden bir sene sonra basılan son romanı Hacı Murat hem savaş ve siyasetin doğası hem de iki farklı kültür ve dünya arasına sıkışıp kalmak hakkında bir hikâye. Tolstoy, gerçek olaylardan esinlenerek yazdığı bu romanda, Rus İmparatorluğu’na karşı kanının son damlasına kadar kahramanca savaşmış Çeçen isyancı Hacı Murat’ın hikâyesini anlatır. Çeçen lideri Şeyh Şamil’le anlaşmazlığa düştükten sonra Rusların tarafına geçen Murat, çok geçmeden her iki tarafın da güvenini kaybettiğini fark eder. Ruslar tarafından önce sıcak bir karşılama görse de hemen sonrasında casus olduğu şüphesiyle hapse atılır. Karısı ve oğlunun Çeçenlerin eline düştüğünü öğrendiğindeyse, her şeyi göze alarak ailesini kurtarmak üzere yollara düşer. Ortak bir amaç için savaşan iki adamı karşı karşıya getiren bu mücadele dolu hikâye, yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan siyasi sorunların doğasına da ışık tutuyor.

Sürgün Sefir Sadullah Paşa

Ali Akyıldız / Türkiye İş Bankası

Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana sefiri Sadullah Paşa 18 Ocak 1891’in ilk saatlerinde doktorların tüm çabalarına rağmen kurtarılamayarak hayata veda etmişti. Yer, Viyana’daki sefaret binasıydı. 53 yıllık hazin bir yaşam, Osmanlı diplomatlarında çok görülmeyen bir şekilde, intiharla noktalanmıştı. Birikimli, dil bilen, ufku açık ve Avrupa’yı yakından tanıyan bir bürokrat olan Sadullah Paşa, 1860’lı yıllarda Bâbıâli Tercüme Odası’nda birlikte çalıştığı Namık Kemal ve Abdülhak Hâmid Bey, Maarif Nezareti’nde bir dönem birlikte görev yaptığı Cevdet Paşa gibi önemli edip ve yazarlarla dostluğunu hep korumuş, kendisi de Tanzimat dönemi edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olarak kabul edilmişti. I. Abdülaziz’in hal’ edilip V. Murad’ın tahta çıkarılmasından sonra mâbeyn başkâtipliğine getirilen, II. Abdülhamid tahta çıktıktan sonra ise uzun yıllar hep yurtdışında görevlendirilen, Ayastefanos Muahedesi ve Berlin Konferansı gibi çok önemli diplomatik görevler üstlenen Sadullah Paşa ayarında bir bürokrat intihar noktasına nasıl gelmişti? “Sürgün sefir”in trajik sonunda Sultan II. Abdülhamid’in bir payı var mıydı? Prof. Dr. Ali Akyıldız’ın Sadullah Paşa hakkında bulabildiği tüm evrakları, arşiv belgelerini, yazıları, mektuplaşmaları tarayarak kaleme aldığı ve çeşitli soruların cevaplarını aradığı bu değerli biyografi çalışması, “Tanzimat dönemi aydınlarının bu ilginç ve fakat mazlum sima”sını tüm yönleriyle tanıtarak yakın tarihimizle ilgili önemli bir boşluğu dolduruyor. Akyıldız’ın eserin sonuna eklediği Sadullah Paşa’nın tespit edilebilen bütün mektup, yazı ve şiirleri de Tanzimat döneminin bu önemli edibinin nesir ve şiir konusundaki kabiliyetini gözler önüne seriyor.

Cahit Koytak’tan Tavsiyeler

Bazı şiirlerinde Münzevî mahlasını da kullanan; “Dağa taşa yazı yazmayı bırak / göğe kuyu kazmayı bırak / kendi kendine konuşmayı da / son çare Tanrıyla konuş / Tanrının rüzgârlara, yağmurlara / ve yalnızlara öğrettiği kelimelerle.” dizelerinin şairi İlk Atlas, Gazze Risalesi, Yoksulların ve Şairlerin Kitabı, Yeni Başlayanlar İçin Metafizik, Cazın Irmakları, Ölüme Çare ya da Şen Maneviyat, Dudakta Bekletilen Şarkılar adlı şiir kitapları ve birçok çeviri eserin sahibi, Türk şair ve çevirmen Cahit Koytak Beyefendiye “Hangi kitapları okuyalım?” diye sordum. İşte aldığım cevaplar:

Ses ve Öfke

William Faulkner/Yapı Kredi

Yirminci yüzyılın klasikleri arasına girmiş, Faulkner edebiyatının zirvelerinden biri olan SesveÖfke’de, ABD’nin güneyinde yaşayan Compson ailesinin dağılışı farklı bilinçlerle izleniyor: Zihinsel engelli oğul Benjy’nin, suçluluk ve onur duygularıyla azap çeken ağabeyi Quentin’in, sert, mantıklı ve kurnaz diğer erkek kardeş Jason’ın anlatımlarıyla, ailede yaşananlar yavaş yavaş açığa çıkıyor. Faulkner’ın, kendine özgü yoğun dili ve kurgusuyla, yaşananları, düşünülenleri, yayılan ya da sıkışan duyguları tüm bir atmosfer içinde vermekteki ustalığını doyasıya gösteren bir roman Ses ve Öfke. Ses ve Öfke’de, karakterlerin sahiciliği ve olayların evrensel trajedisi, Faulkner’ın diliyle bir cam kırığı kadar keskin, bir öfke ânı kadar yüksek sesli. “Yazdığım bir romanı daha önce yazdıklarım arasından bana en çok acı ve keder verenine göre yargılarım, tıpkı bir annenin hırsız ya da katil olan çocuğunu rahip olan çocuğuna oranla daha çok sevmesi gibi.” William Faulkner (En sevdiği romanının neden Ses ve Öfke olduğunu açıklarken) “Faulkner’dan başka hiç kimse yazıya yüreğinden ve ruhundan bu kadar çok şey katmamıştır.” Eudora Welty

Suç ve Ceza

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski / İthaki

Dostoyevski’nin Rusya’yı, Rus halkını gözlemleyerek içlerinden çekip çıkardığı Raskolnikov hem yazarın hem de edebiyat tarihinin en karanlık karakteridir. Yoksulluğunun güzel ve parlak bir hayat kurmasına izin vermeyeceğine inanan genç bir hukuk öğrencisinin, yaşlı tefeci kadını öldürüp parasını çalmayı planlamasıyla başlayan hikâyesi, Raskolnikov’un ikilemlerinden, iç çatışmalarından hareketle insanlığa sorduğu ahlaki ve felsefi sorularla edebiyatı başka bir boyuta taşımıştır. Suç ve Ceza yayımlandığı 1866 tarihinden bu yana, modern insana yaklaşımıyla ve sorduğu can alıcı sorularla güncelliğini hiç kaybetmediği gibi, edebiyatın çıtasını erişilmesi güç bir seviyeye yükseltmiştir. Dostoyevski’nin dehasını tüm yönleriyle yansıttığı roman, bir suçun psikolojik kaydıdır aynı zamanda. “Aşkı ilk defa yaşamak gibi, denizi ilk defa görmek gibi, Dostoyevski’yi keşfetmek de insanın hayatında önemli bir tarihtir.” Jorge Luis Borges

Tutunamayanlar

Oğuz Atay / İletişim

Tutunamayanlar, Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Berna Moran, Oğuz Atay'ın bu ilk romanını “hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı” olarak niteler. Moran'a göre “Oğuz Atay'ın mizah gücü ve duyarlığı ve kullandığı teknik incelikler, Tutunamayanlar'ı büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, eserdeki bu yetkinlik Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır. “Küçük burjuva dünyasını ve değerlerini zekice alaya alan Atay, "saldırısı tutunanların anlamayacağı, reddedeceği türden bir romanla yazar.”

Yorum Yaz