Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Piyano başında harikalar yaratan genç yetenek Can Çakmur, bu sayıda Litros Sanat’ın konuğu…
Dünya klasik müzik çevreleri tarafından takdir toplayan Çakmur, 5 yaşından beri piyano çalıyor. 2017 yılında Uluslararası İskoç Piyano Yarışması ve 2018 yılında Hamamatsu Uluslararası Piyano Yarışması’nda birinci olarak önemli başarılar elde eden 25 yaşındaki Çakmur, bugünlerde çok önemli bir proje için hazırlıklarını sürdürüyor. Schubert’in tamamlanmış piyano eserlerini ve onlardan esinlenen 10 bestecinin eserlerini kaydedeceği 12 albümlük bir çalışmaya başlayacak olan genç piyanist ile keyifli sohbetimizden başlıkları sizler için derledik…
Biraz geçmişe gidip piyanoya başladığın süreci senden dinlemek istiyoruz…
Müzikle tanışıklığım bebekliğimden geliyor aslında. Ailem, müzisyen olmamakla birlikle müziğe çok meraklı. Çok küçük yaşlardan itibaren Bilkent Senfoni Orkestrası’nın neredeyse her konserine ailece giderdik. Konserler cuma akşamlarıydı ama gün gelene dek hafta boyunca arabada haftanın programını dinlerdik. Bir anlamda beraberce repertuvarı tanıdık ve çeşitli yorumlara, akımlara ilgi geliştirdik ailemle. Bir enstrüman çalmak istemem bunun doğal bir sonucuydu. Gitar çalmak istememe karşın, yaşım küçük olduğu için ellerim gitara başlayacak büyüklükte değildi ve mahallemizdeki enstrüman kursunda piyanoya yönlendirildim. Piyano, 5 yaşımdan itibaren uzun bir süre merakla uğraştığım bir hobi olarak hayatımdaydı. 12-13 yaşındayken çalıştığım altı yedi parçanın tesadüfen Belçika’da bir yarışmanın programına uymasıyla beraber ilk kez genç profesyonel bir ortamda buldum kendimi. O yarışmadan sonra, ileriki yıllarda hocam olan Diane Andersen’den geri bildirim istediğimde onun bir ustalık sınıfına katılmamı tavsiye etmişti. O ortamı görmem ve gerçekten harika bir zaman geçirmem üzerine müziğe gelecekteki olası mesleğim olarak bakmaya başladım.
Sanat birey odaklı olmamalı
Günün kaç saatini piyanoya ayırıyorsun?
Keyfi olarak piyano başında olduğum, çeşitli eserleri okuduğum, oda müziği yaptığım süreyle beraber günümün büyük çoğunluğunu müzik kaplıyor. Piyano çalışmayı bunun dışında tutuyorum. Bir profesyonel atletin antrenmanları gibi şekillendirdiğim bir çalışma rutinim var, bu o dönemdeki repertuvar yüküme bağlı olarak günde 3 ile 7 saat arasında değişiyor. Bir mottom var; olabildiğince az ancak gerektiğince çok çalışmak gerektiğini düşünüyorum. Yoksa işin amatör ruhunu, güzelliğini unutuyor insan.
Kendi bestelerini yapıyor musun?
Klasik dönem konçertolara kadanslar yazmak ve birkaç Schubert, Schumann ve Beethoven şarkısının piyano uyarlamalarını yapmak haricinde bir bestecilik aktivitesinde bulunmadım. Başladığım eserleri ise tamamlamadım. Belki bir gün besteci olarak gitmek istediğime emin olduğum yolu bulurum ama kesinlikle bu süreci zorlamak istemiyorum.
Başarılı olmanı neye bağlıyorsun? Sadece çalışmak bu kadar iyi bir piyanist olmak için yeterli mi?
Bir amacı olmayan çalışma benim gözümde vakit kaybıdır. Çalışarak nereye ulaşmayı hedeflediğimizi bildiğimiz sürece hiçbir şeyin imkansız olmadığını düşünüyorum. Bu çalışma süreci uzun ve zorlu olabilir, ama o bilinci, disiplini koruduğumuz sürece bizi daha iyi sanatçılar yapacağına eminim. Ayrıca kariyer bağlamında başarının, bizim elimizde olmayan faktörlere de bağlı olduğunu unutmamak gerekli. Doğru zamanda, doğru yerde, doğru zihniyet ile bulunmanın önemi küçümsenemez…
Seninle ilgili çok güzel sözler var: “Piyanonun Presi”, “O bir deha” gibi… Bunları duydukça ne hissediyorsun?
Böyle sözler duymak tabii ki çok güzel fakat sanatın bu denli birey odaklı olmaması gerektiğine inanıyorum.
Müziklerin arasına bariyeri biz koyuyoruz
Konser kayıtlarını sonradan izler misin? Sen kendini nasıl buluyorsun?
Kayıtlarımı, eğer konserden veya stüdyodan mutlu çıktıysam dinlerim, gelecekte daha farklı çalmayı istediğim veya özellikle hoşuma giden yerleri zihnime not alırım. Eğer konserden memnun kalmadıysam ve neden memnun kalmadığımı biliyorsam kaydı dinleme ihtiyacı duymam; eğer emin değilsem kaydı analiz ederim tekrar.
Sahneye çıkmadan önce yaptığın bir totemin var mı? Nasıl bir hazırlık sürecin olur?
Sahneye çıkmadan önce özel bir totemim yok; ancak kaslarımı gevşetmek için ellerimi ılık suyla yıkarım. Sahne korkusu ile baş etmek durumunda kalmamış müzisyen sayısı çok azdır muhtemelen. Dönemsel olarak benim de oldukça heyecanlandığım, gerilim altında olduğum oldu. Geçtiğimiz sezondan beri sahne stresi duymamaya başladım. Konser günü, o akşam çalacağım programın üstünden mutlaka kendimi zorlamadan geçerim. Bu sanırım o programı çalma isteği de uyandırıyor içimde.
Senin yaptığın klasik müzik aslında… Popüler müzik hakkında ne düşünüyorsun? Takip eder misin?
Popüler müzik ile klasik müzik (sanat müziği terimini kullanmayı tercih ediyorum) arasındaki çizgiyi nerede çektiğimize bağlı bu. Ben aralarında katı bir bariyer olduğunu düşünmüyorum. Barok doğaçlamaların iskeleti olan akor dizilerinden, Minimal Müzik’e oradan da tekno müziğe giden yolun neresine bu bariyeri koyabiliriz? Soler’in Fandango’sunun, Beethoven Op. 111 Piyano Sonatı’ndan farkı, bence Soler’in Fandango’sunun Europe’un Final Countdown şarkısından farkından çok daha büyük. Klasik müziğe karşı şu ana kadar hiçbir önyargı ile karşılaşmadım. Beethoven’ın dediği gibi “Kalpten gelen, kalbe ulaşmalı.” …
Birincilik bilinmezliği de peşinden getirdi
10. Hamamatsu Uluslararası Piyano Yarışması’ndaki birincilik senin için çok kıymetli. O güne yeniden dönecek olursak bekliyor muydun böyle bir derece?
Bu yarışmaya katılmak uzun bir hazırlık döneminin ve karar sürecinin sonucuydu. İskoçya Piyano Yarışması’nın ardından düzenli bir konser temposuna girmeye başlamıştım. Hamamatsu’ya katılmak hocam Gruzman’ın fikriydi. Yarışma programımın büyük çoğunluğunu bir önceki yaz İtalya’da turnede çalmıştım. Dolayısıyla program zaten elimdeydi. Ancak bu konserler sebebiyle yarışmaya özel bir zihinsel hazırlık yapma imkânım olamamıştı. İdeal şartlar altında yarışmadan bir süre önce konser vermeyip içe dönmeyi tercih ederdim. Dolayısıyla, Japonya’da performans sırasında oldukça gergindim. Kimsenin böyle bir yarışmaya “kazanmak” için girdiğini sanmıyorum. Sonuçları düşünmek, insanı ulaşmaya çalıştığı seviyeden uzaklaştırıyor. O yüzden ne bir sonraki tura geçmek, ne de ödül kazanmak kesinlikle “beklediğimiz” bir şey değil. Dahası bu ve bunun gibi ödüllerin/performansların beraberinde getirebildiği değişim o denli büyük ki benzer tecrübeler yaşamış arkadaşlarım gibi benim de duyduğum his, bilinmezliğin yarattığı bir korku olmuştu.
Genç yaşına rağmen çok güzel başarılar elde ettin. Bundan 10-20 yıl sonra kendini nerede görüyorsun?
Bundan 3 yıl önce kim bir pandemi nedeniyle bütün günlük yaşamın askıya alınacağını bilebilirdi? Bundan on yıl sonra ne olacağını kim bilebilir? Şu anda konser yaşamı yavaş yavaş geri dönüyor, pandemi sürecinde yaptığım çalışmaları, araştırmaları sahnede deniyorum. Bu nereye doğru evrilir henüz bilemiyorum. Belki bilmemek, yaşarken tecrübe etmek daha iyidir.
Bir albüm düşüncen var mı?
Şu ana kadar 4 albüm kaydettim. Bunlardan üçü İsveç’in BIS firması, biri ise Belçika’nın Alpha firması içindi. En son kaydım mayıs ayında piyasaya sürülecek; programı ise Saygun, Bartok ve Enescu’nun Piyano Sonatları ve Mitropoulos’un Passacaglia, Intermezzo ve Füg’ü. Yakın zamanda Schubert’in bütün tamamlanmış piyano eserlerini ve onlardan esinlenen 10 bestecinin eserlerini kaydedeceğim 12 albümlük bir çalışmaya başlayacağım BIS firması ile.
Masaaki Suzuki ile aynı sahneyi paylaşmak hayalim
Senin için en özel sahnen hangisi?
Geçtiğimiz aylarda Fransa’da Biarritz Piyano Festivali ve Japonya’da Kagoshima Miyama Salonu’ndaki konserlerden özel olarak çok mutlu çıktığımı hatırlıyorum.
“Şu sanatçıyla aynı sahneyi paylaşmak hayalim dediğin” bir isim var mı?
Masaaki Suzuki ile bir konser yapmayı çok isterim. Barok müziğe dair onun kayıtlarından çok fazla şey öğrendim.
Yolundan gittiğin kendine örnek aldığın sanatçı var mı?
Ciddi olarak piyano çalışmaya başladığım günden beri bariton Dietrich Fischer-Dieskau en büyük ilham kaynağım.
Peki seni en çok etkileyen eser hangisi?
Genelde o an ne çalıyorsam, o esere bağlanıyorum. İki tane parçanın (ikisi de solo piyano eseri değil) benim için özel bir yeri olduğundan söz edebilirim: Schubert’in Winterreise şarkı dizisi ve Schumann’ın Goethe’nin Faust’unden Sahneleri.
Yüzyıllar öncesinden bestelenen eserleri çalıyorsun… Bu eserlerin bir ruhu olduğunu düşünüyor musun?
Eserlerin geçmişten getirdiği, her dinleyici için son derece öznel yaşanmışlıkları kesinlikle varlar. Bunun bir “ruh”olduğunu söyleyemem; müzikte bizi etkileyen şeyin çağrıştırdığı izlenimler olduğuna inanıyorum. Bu somut anılar olduğu gibi son derece soyut, bilinçaltında kalmış izlenimler de olabilir.
Yorum Yaz