Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Hepimizin ortak derdi olan hususlarla ilgili birkaç soru soralım; Mimarlık eğitimi ülkemizde bu kadar geliştiği halde şehirlerimiz neden estetik ve kreatif görünümden yoksundur? Şehirlerimizde mimarlık ve inşaat mühendisliği arasındaki hakiki işbirliği niçin istenildiği boyutta değildir? Şehir yöneticilerimiz neden bu iş birliğini tesis etmede beklenen başarıyı gösteremezler? Mimarlığın sanat yönü kamuda neden var olmada zorlanır?
Bilindiği üzere inşaat yapmak daha çok teknik yanı güçlü olan bir meslektir. Onun estetik yanını oluşturan ise mimarlık mesleğidir. Bunu şehirde yapmak ise başka bir işbirliğini zorunlu kılar. Bu nedenle birlikte yardımlaşarak yapılan inşaatlar hakikaten şehre uygun kreatif eserler ortaya çıkarırlar. Bu sebeple mimarlık ve inşaat mühendisliği mesleği bir bütünün parçası gibidirler. Mimarlık mesleği sanat ve kreatif boyutu güçlü olması gereken bir meslektir. İstanbul’da mimarlık eğitimi açısından Cumhuriyet öncesine tarihlenen nitelikli iki üniversitemiz var. Biri İstanbul Teknik Üniversitesi diğeri ise Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesidir. Mimar Sinan’daki mimarlık eğitiminin sanat yönü İTÜ’dekinin ise kreatif ve teknik boyutunun güçlü olduğu söylenir. Mimarlık ve inşaat mühendisliği arasındaki en belirgin kültürel farklılık; bu iki disiplinde çalışan profesyonellerin yaklaşımlarında ve odak noktalarında görülür. Bunlar her iki mesleğin birbirini tamamlayıcı roller üstlenmesini sağlar. Mimarlar estetik ve kullanışlı yapılar tasarlarken, inşaat mühendisleri bu yapıların güvenli ve dayanıklı olmasını sağlar.
İbn Haldun “Mukaddimesi”nde “Sanatlar hadarete tabi ve onun levazımatı olan şeylerdir. Sanatlar olmadan binalar gerçekleşemez. Şu hâlde inşaat yapmak için maharet derecesinde sanatları öğrenmek şarttır.” der. Vurgu yaptığı konu inşaatların; kreatif, estetik ve kültürden beslenen boyutudur. İbn Haldun’un hem sosyolojik hem de medeniyet ve şehirleşme açısından asırlar önce ortaya koyduğu ve halen geçerli olan inşaat yapma konusu bugünkü şehirlerimizin gelişimi açısından ne kadar da önemlidir. Şehirlerimizin görüntüsü aynı zamanda bu konuyu ne kadar da ihmal ve istismar ettiğimizin görüntüsüdür. Bu iki meslek arasında hakiki bir iş birliği tesis edemediğimizin ifadesidir.
Şüphesiz ki şehirlerimizin bugünkü görünümünü sadece bu iki meslek arasındaki hakiki iş birliğinin sağlanamamasına bağlamak doğru olmaz. Kapitalin birikimini esas alan, bundan taviz vermeyen, şehirleri nüfus yoğunluğu olarak gören, estetik yanını büyük ölçüde ihmal eden, rant ekonomisini özendiren, müteahhit ve yerel yöneticiler arasında bu çerçevede bir makuliyet oluşturulamayan durumlarda şehirlerimizde başka bir görüntünün de ortaya çıkması beklenemez zaten.
Aristo “Benzer insanlar şehir kuramaz” der. Şehir kurma hem insan kökenine ilişkin bir çeşitliliği gerektirir hem de yapı türüne ait bir çeşitlilik. İkisinin de kültürden beslenmesi gerekir. Şehir rant ekonomisine teslim edildiği durumlarda ikisinin de sonunun geldiğinin anlamı çıkar. Bunu çözecek temel husus; şehirde yaşayanların bu konularda çok duyarlı olmaları ve bunu yöneticilere karşı kararlı bir şekilde ortak politika haline getirmeleridir. İnsanların yaşadığı şehre sahip çıkmalarından daha doğal bir refleks olamaz. Aksi durumda rant ekonomisi iktidarları aşan bir geçerliliğe sahip olduğu için şehirlerimizi buna kurban vermiş oluruz.
Estetik ve kültürden beslenen güzellikler içerisinde yaşamak en çok şehir kültürünü önemseyenlerin ve özümseyenlerin hak ettiği hayat standardının başında gelir. Yaşadığımız şehirlere sahip çıkmayı hak etmiyor muyuz?
Yorum Yaz