Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Bu yıl 13-17 Aralık tarihleri arasında beşinci kez gerçekleşecek olan Esenler Film Festivali’nin teması “Aile” olarak belirlendi. Biz de bu vesileyle Litros Sanat’ın festival ekinde sinemada aile temasının öneminin ne olduğunu odağımıza aldık; 10 değerli isimle ilgili konuyu tartışmaya açtık.
Aile kavramı her zaman ve her yerde çok kıymetli. Bu tek kelimeye o kadar ehemmiyetli anlamlar yükleyebiliriz ki… Bu anlam elbette sinema için de geçerli. İlgili temada izlediğimiz filmler kimi zaman içimizi ısıtırken, kim zaman güldürür, kimi zaman hüzülendirirken, kimi zamansa farklı duygulara sürükler... Tüm bu hissiyatların buluştukları ortak nokta ise aynıdır; öyle ya da böyle aile olmak… 5. Esenler Film Festivali’nin bu yılki teması da ne güzeldir ki “Aile” olarak belirlendi. Hal böyleyken biz de sinemada aile temasının öneminin ne olduğunu Litros Sanat’ın festival özel sayısında; Bahçeşehir Üniversitesi, Sinema ve Televizyon Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nilay Ulusoy, yönetmen-senarist Bekir Bülbül, yönetmen-senarist Ömer Dişbudak, senarist Cüneyt İnay, gazeteci-yazar Ayşe Olgun, yönetmen-senarist Nazif Tunç, gazeteci-yazar Gülcan Tezcan, gazeteci-yazar Bedir Acar, İstinye Üniversitesi, İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aybike Serttaş ve yapımcı Oğuz Peri ile konuştuk. Hepsi kendi penceresinden aile kavramının kendilerindeki karşılığının ne olduğunu, ardından sinemada aile temasının önemini anlattı bize…
Sinemada güçlü araçlardan biri “aile” teması
Prof. Dr. Nilay Ulusoy:
Sinemada aile temasını işlemek, evrensel bir bağ olan aile kavramını duygusal ve toplumsal boyutlarıyla ele alarak geniş bir kitleye hitap eder. Aile, bireylerin kimlik gelişiminde önemli bir rol oynarken sevgi, bağlılık ve fedakârlık gibi insani duygular üzerinden izleyicilerle güçlü bir bağ kurulmasını sağlar. Aynı zamanda bu tema, toplumsal dönüşümleri ve farklı aile yapılarının çeşitliliğini yansıtarak kapsayıcılığı artırır. Eğitici bir yönü de olan aile temalı filmler, empati kurma ve sorunlarla başa çıkma becerilerini geliştirirken, izleyicilere derin bir farkındalık sunar. Bu nedenle, aile teması sinemanın güçlü anlatım araçlarından biri olarak öne çıkar. Aile temalı filmler, izleyicilere duygusal bir bağ sunarak sevgi, bağlılık ve anlayış gibi temel insani duyguları harekete geçirir. Bu filmler, hayatın zorluklarıyla başa çıkma yollarını gösterirken aile içindeki ilişkilerdeki sıcaklık ve çatışmaları dengeli bir şekilde ele alarak izleyicilere hem kendi yaşamlarını sorgulama hem de yeni perspektifler kazanma imkânı sağlar. Ayrıca farklı kültürler ve aile yapıları üzerinden çeşitliliği yansıtarak empati geliştirmeye yardımcı olur. Bu filmler, içerdikleri evrensel temalar sayesinde insanları rahatlatır, duygusal bir katarsis yaşatır ve izleyenlere aidiyet duygusu kazandırır.
Türk sinemasında aile teması, kültürel değerlerin ve toplumsal dinamiklerin yansıması olarak önemli bir yer tutar. Yeşilçam döneminden itibaren aile, fedakârlık, dayanışma ve çatışma gibi temalar sıklıkla işlenmiştir. Örneğin, Canım Kardeşim (1973), aile bağlarını ve fedakarlığı dramatik bir şekilde ele alırken, Babam ve Oğlum (2005) gibi modern yapımlar, geçmişin travmaları ve kuşaklar arası çatışmaları etkileyici bir şekilde işler. Son yıllarda, Kış Uykusu (2014) ve Ahlat Ağacı (2018) gibi Nuri Bilge Ceylan filmleri, aile içindeki sessiz çatışmaları ve bireylerin kimlik arayışını derin bir sinematografiyle aktarmıştır. Türk sineması, aile temasını hem geleneksel değerler hem de modern bireysel çatışmalar çerçevesinde ele alarak zengin bir anlatım sunar. Dünya sineması da aile temasını evrensel bir dille işler ve farklı kültürlerden hikayeler sunar. Hollywood’da The Godfather (1972) gibi yapımlar, aileyi güç, sadakat ve suç gibi kavramlarla ilişkilendirirken; Pixar’ın Coco (2017) gibi animasyonları, aile bağlarının gücünü ve kültürel mirası eğlenceli bir şekilde işler. Asya sinemasında, Shoplifters (2018) gibi filmler, geleneksel aile tanımlarını sorgularken sevgi ve dayanışmayı merkeze alır. Avrupa sineması ise Amour (2012) gibi yapımlarla, aile içindeki sevgi ve yaşlılık gibi evrensel temaları derinlemesine inceler. Hem Türk sineması hem de dünya sineması, aile temasını farklı kültürel bakış açılarıyla ele alarak izleyicilere hem ortak hem de özgün duygular sunmayı başarır.
Aile temalı filmler izleyiciye psikolojik bir huzur verir
Bekir Bülbül:
Toplumun ahlaki ve manevi terbiyesinin en birinci ocağı ailedir. İnsan, ilk ve en tesirli eğitimini ebeveynlerinden alır. Bu nedenle sağlam bir toplumun inşası, sağlam aile yapılarının varlığına bağlıdır. Yani aile fıtratın merkezidir. Sinema sanatı ise doğası gereği fıtri olanı anlatmaya, derinlemesine işlemeye eğilimlidir. Bu yüzden aile teması, sinemada ele alınması gereken en ehemmiyetli konulardan biridir. Ayrıca sinemanın, genel manada medyanın bir yol göstericisi ve toplumsal rehberi olduğunu düşünüyorum. Dizilerden sosyal medyaya kadar geniş bir yelpazede, medya içeriklerini yönlendirme gücü göz önüne alındığında, aile teması sinemada ayrı bir öneme sahiptir. Aile temalı filmler izleyiciye psikolojik bir huzur verir. Çünkü aile, insanın en güvenli hissettiği, sevgi ve şefkat ihtiyacını karşıladığı, çocukluğunun saf mutluluğunu barındırdığı bir yapıdır. Bu nedenle bir aile filmi izlemek, bu duyguları yeniden hatırlamamıza ve içsel bir denge bulmamıza yardımcı olur. Aile filmleri, geçmişimizle bağlantı kurmamızı ve kaybettiğimiz sıcaklığı yeniden tesis etmemizi sağlayarak bizi fıtratımıza döndürür. Dünya sinemasında aile temasını başarıyla işleyen, izleyiciyi derinden etkileyen pek çok örnek var. Özellikle samimiyeti ve duygusal derinliğiyle aile sıcaklığını iliklerimize kadar hissettiren filmler mevcut. Fakat ülkemiz için benzer şeyleri söylemek zor. Yeşilçam döneminde aile bağlarını işleyen etkileyici filmler çekilirken, günümüzde dijitalleşme, bireyselleşme ve ticari kaygılar nedeniyle aile temasının sinemadaki yeri zayıflamış durumda. Aile yapısını zedeleyen bu etkiler, ne yazık ki sinemada da kendini gösteriyor. Örnek vermek gerekirse; Mecid Mecidi’nin Cennetin Çocukları, Yasujiro Ozu’nun Tokyo Hikayesi, Homayoun Assadian’ın Altın ve Bakır ile Terrence Malick’in Hayat Ağacı aile temasıyla beni derinden etkileyen filmlerdir.
Aile meselesi hepimizin ortak sevinci ya da kederidir
Ömer Dişbudak:
Öyle ki sinemada aile teması işlemenin önemi ve güzelliği üzerine sonsuz cümle kurulabilir kuşkusuz. Ailemin tek çocuğuyum. Anne babam asıl aleme göçtüler. Aile ve akraba bağlarımız da oldum olası güçlü olmadı, olamadı. Dolayısıyla ben ve benim durumumda olanlar içinse aile temalı filmler büyük bir boşluğu doldurmakta, psikolojik bir dirilik sağlamakta diye düşünüyorum. Yani örtülü bir kazanım olarak aile hasreti çeken bireylerin bu hasretlerini dindirme noktasında da işlevsel bir yanı vardır diyebilirim. Hal böyleyken yoksunluğunu çektiğimiz bir meselede film izlemek insanın içini sızlatsa da eksik kalan bir şeyleri tamamlama konusunda da aile temalı filmlerin manidar olduklarını düşünüyorum. Diğer yandan aileden mahrum olmayan bireyler için de ailenin ehemmiyetine dair bir farkındalık yaratmak en büyük kazanım olsa gerek. Aile kuşkusuz en mühim dünya nimetlerinden biridir. Gurbete gitmeyen memleket hasreti çekmeyen için vatanın önemini anlatan eserler belki çok da bir anlam ifade etmeyebilir. Ya da doktorluk mesleğiyle bir ilgisi bulunmayan için tıbba dair bir dizi ya da film. Otobüs şoförü olmayan için bir kaptanın hayatının anlatıldığı film çok da dikkat çekici olmayabilir. Oysa aile meselesi hepimizin ortak sevinci ya da kederidir. Aile ortak paydamızdır. Hepimiz bir ailede var olmaklıkla benziyoruz birbirimize. Sanırım bundan sebep aile temalı filmler ya da bir noktasından aile meselesine gönderme yapan filmler etkiler hepimizi. Öyle ki aidiyet hissimizi güçlendirir, aile olmanın künhüne dair bir farkındalık vücuda getirirler. Hatta bu filmler olumsuz bir örnek üzerinden bile yani aile kurumunun bir külfet olabileceğine dair bir söylem üzerinden bile bir nimet olduğunu vurgulamak konusunda muktedir olabilirler. Öte yandan ben özellikle son dönemde çok ama çok iyi örnekler izledim. Türk sineması Yeşilçam döneminde aile temalı filmlere büyük önem verdi. Anacak modern dönemde çok güçlü bir aile filmi anımsamıyorum Türk sinemasında. Ancak özellikle dünya sinemasında çok tatmin edici filmler olduğunu düşünüyorum. Benim de adını zikredeceğim filmler sert içeriklere sahip lakin gerek sinematografileriyle gerekse de dramatik çatı kurmak ve atmosfer yaratmaktaki başarılarıyla çok güçlü olduğunu düşündüğüm filmleri zikretmek isterim: Sean Penn imzalı ABD yapımı “In To Do Wild (Özgürlük Yolu)”, Asgar Ferhadi imzalı İran yapımı “A Seperation (Bir Ayrılık)”, Denis Villeneuve imzalı Kanada yapımı “İçimdeki Yangın (Incendies)”, Andrey Zvyagintsev imzalı “Rus filmi Sevgisiz (Loveless)” filmi ve Nadine Labaki imzalı Lübnan Fransa ortak yapımı “Kefernahum”.
Aile filmleri temel empati duygularını kabartır
Cüneyt İnay: Aile donesi her zaman izleyiciyi doğrudan içine alır. Sinemanın daha bütünleştirici bir aktivite olması için aile filmlerine ihtiyacımız vardır. Sinemada aile filmlerinin olması demek kadın izleyicinin de olması demektir. Bu öncelikle ticari anlamda önemlidir çünkü kadın izleyiciyi sinemaya çekmek demek bilet parasını 3 ile 5 ile çarpmak demektir. Sosyolojik anlamda da önemlidir çünkü kadının yani anaerkil toplumların bütünleştirici etkisi vardır. Aile filmleri temel empati duygularını kabartır. İzleyici anne babayı kendi anne babası yerine koyar ya da kıyaslar ya da birçok insan kendisini görüp kıyas yapar. Bu da izleyicinin filmin hikayesine girmesini çok kolaylaştırır. Aile dizileri ve filmleri Avrupa’da ve ABD’de ivedilikle teşvik edilmekte, hatta bence gayri resmi olarak yapımcılar mecbur bırakılmaktadır. ABD’nin ana akım kanallarında her yıl onlarca aile dizisi ve komedisi yapılıyor. Ha keza sinemada da aynı şekilde. Mutlaka her yıl 30-40 tane aile temalı film yapılıyor. Bundan 10 yıl önce sıcak aile hikayelerini hep Batı’da arayacağımızı söyleseler çok güler ve itiraz ederdim, şimdi az gülüyorum ve hiç itiraz edemiyorum. Unutulmaz aile filmlerine ise şu örnekleri verebilirim: “Uncle Buck”, “Aile Şerefi”, “The Family Plan”, “Canım Kardeşim”, “National Lampoon's Vacation”, “Köyden İndim Şehire”, “Instant Family”, “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak”, “Stand by Me”.
İnsanın kendisini anlamlandırdığı ilk adres ailesidir
Ayşe Olgun:
Benim için film, güzel vakit geçirmek için seyredilmez sadece. Aynı zamanda kendime ve yaşadığım dünyaya dair yeni sorular sordurması gerekir. Yine şunu biliyoruz ki dünyada insanın kendisini anlamlandırdığı ilk adresi ailesidir. Eğer bir birey, ailesiyle sağlıklı iletişim kuramazsa yaşadığı dünyayla da sağlıklı iletişim kurması zordur. Bu yüzden aile filmleri aslında her bireye kendisiyle ilgili en temel soruları sordurduğu için ayrı bir öneme sahiptir. Aile temalı filmler bize aslında şunu söyler: Kendin gibi olduğun ve o halinle de kabul gördüğün en doğal ortam ailendir. Dolayısıyla orada yaşadığın sorunlar, ilişkiler, duygular senin en gerçek halindir. Yani aile filmleri insanı en yalın haliyle buluşturduğu için seviyoruz bence. Tabi bir de aile filmleri genellikle ailece izlenir. Tüm aile bireyleri aynı meseleyi bir başkasının gözüyle de fark eder. Ayrıca ailece birlikte vakit geçirdiğimiz bir etkinlik olarak da önemlidir. Bence en zor şeylerden biri aile filmi çekmek. Çünkü biraz önce de bahsettiğim gibi insanın en yalın ve savunmasız yanına ayna tutuluyor. Lütfü Akad’ın “Gelin”, “Düğün” ve “Diyet” filmleri bence aile filmi olarak başarılıdır. Çağan Irmak’ın “Babam ve Oğlum” filmini de severek izlemiştim. Reşat Nuri’nin “Acımak” romanından uyarlanan TRT’deki dizi filmi de yine ilk aklıma gelenler arasında. Yabancı filmler arasında ise İranlı Yönetmen Puran Dırahşende’nin toplum ve aile sorunlarını ele aldığı filmlerini de beğenirim.
Aile bağlarının sinemada gösterilmesi insanin mutluluğu ve huzurudur
Nazif Tunç: Sinema insanın bütün duygularını işleyen ve bütün mizaçlarını perdede var eden bir sanattır. Aile de insanın mağarasıdır, sığındığı yerdir. Her türlü saldırıya ve işgale karşı korunaklı bir yerdir aile. Çünkü en güvenli ve en samimi ilişkiler aile içindedir. Yalandan göstermelik ve gelip geçici şeylerden tamamen bağımsız aile bağları vardır orada. Bu aile bağları o kadar önemlidir ki bunlar kopunca insan bir uçuruma yuvarlanır, boşluğa düşer. Bu yüzden aile bağlarının sinemada gösterilmesi insanın mutluluğu ve huzurudur, bu nedenle çok önemlidir. İnsanın kendi özünü tanıyabilmesi için aile ortamında yetişmiş olması şarttır. Bu nedenle sinemada aileyi işlemek önemlidir. Aile fedakarlığın, merhametin, şefkatin, paylaşmanın yeridir. İnsan merhamete muhtaçtır, sevgiye muhtaçtır. İnsan aile bağlarına muhtaçtır. Bu yüzden her şey değişir, gelir geçer fakat aile yuvası insanı bütün bu taarruzlardan koruyan güvenli bir yerdir. Bu nedenle tüm bunların da sinemada gösterilmesi önemlidir. İnsan olarak aile hikayeleri bizim hikayelerimizdir. Bu nedenle aile hikayeleri bize iyi gelir. Kendimizi bulmamızı sağlar. İnsan olarak, bir birey olarak kendimizi buluruz bir aile filmlerinde. Bu yüzden aile temalı filmlerin özü bizizdir, özür insandır. Aile temasını işleyen çok güzel filmler yapıldı hem ülkemizde hem de dünyada. Cengiz Aytmatov’un “Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek” aile konusunda yazılmış bir başyapıttır. Bizim de sinemamızda çok güzel aile filmleri yapıldı. Örneklerim şöyle: “Gurbet Kuşları”, “Gelin”, “Düğün”, “Diyet”, “Fatma Bacı”, “Piano Piano Bacaksız”, “Yalnız Değilsiniz”, “Bizim Aile”, “Gülen Gözler”, “Babam ve Oğlum”, “Çöküş”, Bağlılık Hasan, “Bağlılık Aslı”, “Yengeç Sepeti”, “Aile Şerefi” ve “Canım Kardeşim”.
Aile temalı filmlere çok ihtiyaç var
Gülcan Tezcan:
Bireyin kutsandığı, ebeveyn-çocuk ilişkisinden, akraba, arkadaş ilişkilerine tüm ikili ve sosyal birlikteliklerin türlü çeşit tahammülsüzlüklerle beslenerek ‘toksik’ diye diye azaltıldığı bir zamandayız. Popüler kültür egomuzu öylesine şişiriyor, bencilce yaşamayı öylesine allayıp pulluyor ki -çoğu zaman da bunu sinema filmleri ve diziler yoluyla yapıyor- sonunda herkes özgürlüğünün teminatı saydığı ‘ben, kendim ve kahyası’ dediği yalnızlığıyla baş başa kalıyor. Ancak bu yalnızlık günün sonunda kimseyi çok da mutlu etmiyor. Sorunlu yanları olsa da aile kurumu hâlâ insan tekinin huzur bulabildiği, maddi, manevi ihtiyaçlarını beklentisizce karşılayabildiği tek yapı. Kaldı ki insanların evlilikten, çocuk sahibi olmaktan kaçışı çok da uzun olmayan bir vadede büyük bir insanlık krizine yol açacak. Başta Japonya olmak üzere gelişmiş ülkelerin çoğu artık ‘Yalnızlık Bakanlığı’ kuruyor. Diyeceğim o ki her halükârda insan bir aileye ihtiyaç duyar. Toplumu geniş aileden çekirdek aileye oradan da tek ebeveynli ailelere dönüştüren ve artık onu bile saf dışı bırakmaya çalışan modern yaşam tarzı ve kapitalizm, savunmasız kalan bireyi de kronik hastalık, engellilik ya da yaşlılık durumlarında sisteme ‘yük’ olarak görüp yeni ve ‘modern’ ölüm modelleri geliştirerek hayatın dışına itebiliyor. Oysa aile ilişkileri bütün açmazlarına rağmen yeniden kurulabilen dinamik bir yapıya sahip. Bütün bunlar üzerine konuşabilmek, düşünebilmek, ailenin neden en güvenilir sığınak olduğunu anlamlandırabilmek için aile temalı filmlere çok ihtiyaç var. Yine aynı sebepten aile temalı filmler çoğunlukla bize iyi gelir. Hollywood ve Avrupa sinemasında ‘aile’ temalı yapımlar ‘iyi hissettiren filmler’ başlığı altında çıkar karşımıza çoğu zaman. Aile kurumunu sorgulayan çokça hikâye de yansır perdeye ama Türk sinemasında özellikle 2000’lerden itibaren ortaya çıkan işler kadar aileyi bireyin varoluşuna ‘tehdit’ olarak gören ve gösteren yapımlara çok da rastlanmaz. Türk sinemasında Yeşilçam döneminde çekilen filmlerde yer yer eleştirel bakış olsa da aile çoğunlukla dayanışma, diğerkamlık, vefa, sevgi, saygı gibi duyguların kaynağı olarak görüldü. 1980’lerde kadın filmleri, 2000’lerde Yeni Türk sineması ile bu bakış yerini daha bireyi merkeze alan hikâyelere bıraktı. Aile filmlerinin sinemalardan çekilmesi ile seyirci de salonlardan çekildi. Babam ve Oğlum bu anlamda Yeşilçam’ın aileye bakışını sahiplenen bir çizgide olduğu için uzun yıllar sonra seyircinin en çok ilgi gösterdiği yapımlardan biri oldu. Benim için de Babam ve Oğlum aile temalı unutulmaz filmlerden biridir. Neşeli Günler, Pandora’nın Kutusu, Ekşi Elmalar, Ayla da yine aile temasının en güzel ele alındığını düşündüğüm yapımlar.
Aile ait olduğumuz ilk ‘vatan’dır
Bedir Acar:
Sadece sinema değil, sanatın diğer alanlarında da aile temasının işlenmesi önemli çünkü aile toplumun en küçük, en kıymetli çekirdeği. Ailenin olmadığı bir toplumsal düzen düşünülemez. Pek çok sanatın birleşimi olan sinemanın insanları etkileme gücü dikkate alındığında aile temasını ele alan filmlerin kıymeti de kendiliğinden ortaya çıkar. Öte yandan insanoğlu hikâye dinlemeyi, hikâye anlatmayı sever. Hikayelerimizle iletişimimizi sürdürürüz. Günlük hayatta da böyle değil mi? Sohbetlerimizde birbirimize hikayeler anlatırız. Hakikatimizi, varlığımızı, başkalarının aynasında çek etme halidir bu. Aile meselesine gelince… Nasıl ki anne kucağı insanoğlu için en güvenli limansa normal şartlar altında aile ocağı da öyledir. Fizyolojik, psikolojik temelleriyle ait olduğumuz ilk ‘vatan’dır. Ve evet, sinemada ailenin önemini anlatan çok güzel filmler vardır. Dayanışmanın önemi, sevginin gücü bu filmlerde kendini güçlü bir biçimde hissettirir. Her ne olursa olsun evlilik kurumunun iyileştirici gücünün dile getirildiği, bunun tersi durumlarda ise sarsılan aile ilişkileri sonucu savrulup giden bireylerin durumunu anlatan filmler vardır. Buna karşın aile kurumuna karşı bilinçli ve sistematik saldırıların olduğu filmler, diziler de söz konusu; özellikle son yıllarda bu böyle. Ayrıca çok güzel filmler var ama en son televizyonda karşılaştığım “Büyükbaba ile Savaş” (Yönetmen Tim Hill) filmine tekrar denk gelsem yine izlerim… Usta oyuncu Robert De Niro bu filmde büyükbaba rolünde. Torununun odasına yerleştiği için ikili arasında adata bir savaş düzeni vardır. Savaşı torunu başlatır ve büyükbaba da karşılık verir. Bu çocuksu savaşın giderek sımsıcak bir sevgiye dönüşmesi, kış aylarında etrafında toplanılan bir şömine gibi sıcak gelir insana. Yine Yeşilçam’da da çok güzel örnekler vardır.
Aile temasının evrenselliği, filmlerin kültürel engelleri aşmasini sağlar
Prof. Dr. Aybike Serttaş:
Aile temalı filmler, insan varoluşunun en evrensel ve temel yönlerine değindikleri için sinema tarihinde önemli bir yere sahiptir. Aile toplumsal dinamiklerin bir mikrokozmosudur. Aristoteles, polisi hanenin bir uzantısı olarak görür. Güç, sevgi ve kimlik yapılarının bir arada olduğu, sosyalleşmenin ilk adımı olan aile hem toplum için hem de çeşitli anlatılarda tematik olarak önemlidir. Aile temasının evrenselliği, bu filmlerin kültürel engelleri aşmasını sağlar. Aile temalı anlatılar, baskın ideolojileri yansıtır, bazen de onlara meydan okur. Örneğin, 20. yüzyılın ortalarındaki savaş sonrası sinema, ekonomik mücadeleleri ve ailevi dayanıklılığı vurgulayan İtalyan neorealizminin örneği “Bicycle Thieves” (1948) filminde, parçalanmış ailelerin kayıplarla boğuşması ve yeniden inşa edilmesi tasvir edilmiştir. Benzer şekilde, yüzyılın ikinci yarısında feminist hareketlerin yükselişi, aile dinamiklerine yeni bakış açıları getirmiş, filmlerde kadınların değişen rolleri vurgulanmış ve ataerkil yapılara meydan okunmuştur. Aile temalı filmler, izleyicinin özdeşleşmesine, özdeşleşen izleyicinin kendine yönelik bir değerlendirme yapmasına ve duygusal arınmaya neden olduğu için etkileyicidir. Bu tür filmleri izlemek, izleyicileri kendi ailevi ilişkilerini incelemeye ve çözülmemiş duygularla yüzleşmeye teşvik edebilir. Bu anlatılar bir ayna görevi görebilir. Örneğin, Ingmar Bergman'ın “Fanny ve Alexander” (1982) filmi, aileyi travma, hafıza ve özgürlük ile kontrol arasındaki etkileşim temalarını keşfetmek için bir sahne olarak kullanır.
Hem Türk sinemasında hem de dünya sinemasında birçok filmde, aile teması aile birimi içinde ortaya çıkan merkezi bir çatışma aracılığıyla anlatıyı yönlendirir. Bu çatışmalar nesiller arası farklılıklardan, kültürel veya ideolojik bölünmelerden, güç mücadelelerinden veya aile bağlarının dayanıklılığını test eden dış baskılardan kaynaklanabilir. Örneğin, “Tokyo Story” (1953) filmi, yaşlanan ebeveynler ile modernleşmiş çocukları arasındaki çatışmayı, değişim ve geleneksel değerlerin aşınması temalarını işlemek için kullanır ve savaş sonrası Japonya'daki toplumsal değişimleri yansıtır. Benzer şekilde, “Marriage Story” (2019) adlı filmde, anlatı dağılan bir evlilik etrafında döner ve ailevi ilişkilerin ayrılık ve değişim yoluyla nasıl evrildiğini inceler. Yine farklı sinemalarda ortak olarak, aile merkezli anlatılardaki karakterler genellikle bireysel kimlik ile kolektif beklentiler arasında denge kurmakta zorlanırlar. Tematik olarak, aile temalı filmler genellikle aidiyet, miras ve zamanın geçişi hakkındaki varoluşsal soruları araştırır. Aileler, anlatı içinde kültürel ve kişisel kimlikleri iletmek için birer araç görevi görür. Benim için unutulmaz aile temalı filmler ise şöyle: “The Godfather” (1972), “The Royal Tenenbaums” (2001) ve “Gülen Gözler” (1977).
Aile üzerinden topluma konuşmak çok mümkün
Oğuz Peri:
Özellikle 2. Dünya Savaşı zamanı ve hemen sonrasındaki soğuk savaş döneminde sinemanın bir propaganda aracı olduğunu biliyoruz. Öte yandan ailenin toplumun çekirdek yapısı olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla aile üzerinden topluma konuşmak çok mümkün. Zaman içerisinde bu etkinin aileyi birleştirici bir sıcak yuva olarak işlediğini görüyoruz ki bu da toplumu benzer duygular ile bir arada tutma çabasının bir sonucu. Sinema hep bir çatışma üzerine kuruludur, bu seyirciyi tetikte tutan bir unsurdur çünkü seyirci sabırla çözümü bekler. Aile filmlerinde çözümü hep sıcak bir aile birlikteliğinde bulur seyirci. Kimin başı dertte ise onu sarıp sarmalayan yer ailenin kucağıdır. Diğer taraftan günlük hayat koşturmasında çok beceremediğimiz şeyleri yaşarız aile temalı filmlerde. Ailecek yemeğe oturmak, beraber bir tatil macerası yaşamak gibi. Bunlar nostaljik ve pozitif duygular uyandırıyor seyircide. Geçmişte sinemanın aile üzerindeki birleştiriciliği ve aileyi bir arada tutan ögeler işlediğini söyleyebiliriz ama günümüzde çok emin değilim. Günümüzde insanların daha bireysel bir yaşama yönelmiş olması, bireyselliği daha ön planda yaşıyor olmaları sinemanın seyirciye seslenme tonunu da belirliyor bence. Bir arada, bir odada çay, kek eşliğinde TV izlemenin ya da sohbet etmenin yerini herkesin kendi telefonundan, tabletinden; kendi sessizliği eşliğinde dizi -film izlediğini görüyoruz. Dolayısıyla yurtdışında kısa dönemli Noel filmleri dışında sıcak birleştirici aile filmleri görmüyoruz. Çünkü küreselleşen dünyada yalnızlaşan insanın çözümlerini de aileye yansıtmadan kendisi ya da aile dışı kurumlarda aradığı filmleri izliyoruz. Ama tersine işleyen yani aile ile bireyin çatıştığı filmleri bolca izliyoruz. Yerli yapımlar içerisinde “Neşeli Günler” hala favorim. Dünyada ise aklıma hep çocuklarımızın büyüme döneminde beraber gidip çok eğlendiğim bir animasyon serisi geliyor aklıma; “Buz Devri” bütün seri çok eğlenceliydi.
Yorum Yaz