Sokakta bir Vikingli müzisyen: Moondog

Köşe Yazıları

Küçük İskender okurken “Sokaklar kısa filmlere benzer, iyi anlatılırsa çok konuşulur, yine de sır vermez asla.” cümlesinin altını çizmiştim. Sekiz yıl boyunca sokak müzisyenliği yapmış biri olarak kendi deneyimlerim üzerinden bu cümlenin anlamı üzerine deri derin düşündüm. Sokak müzisyeninin dinleyicileri, çoğu zaman hazırlıksız ve tesadüfi bir dinleyici topluluğudur. İnsan sokakta yürürken bir anda bir şarkı duyup karşılaştığı bu müzikle derin bağlar kurabilir. Yine Küçük İskender “Sanatta okul yok, o yüzden hep teneffüsteyiz” der. Bu cümle sokak sanatçılarına hitaben yazılmış sanki. Türkiye’de sokak sanatçıları içinde beni çok etkileyen iki isim olmuştur. Birincisi, yirmi yıl boyunca zabıta ve polis baskınlarına direnerek defalarca ceza alarak ve dayak yiyerek tutuklanmış Bizon Murat. Elinde gitarıyla İstiklal Caddesi’nde yirmi sene boyunca aşık ve ozanlar gibi doğaçlama şarkılar, türküler söylemiştir. Diğeri ise Beyazıt’ta çınar ağacının altında kendi yazdığı şiirleri basıp satan Hüseyin Avni Dede. Bir ömür o ağacın altında şiirler yazıp okumuş Avni Dede. Ağacı kendine asa etmiş. Dünyada ise beni en çok etkileyen sokak sanatçısı 1916 doğumlu Amerikalı besteci, şair, müzisyen, müzik teorisyeni ve enstrüman mucidi Louis Hardin, namıdiğer Moondog. Bu yazının konusu, çocukluğunda beslediği köpeğinin sürekli aya karşı ulumasından etkilenip kendine Moondog (ay köpeği) adını veren Louis Hardin. 

 

Moondog, beş yaşında vurmalı çalgılar çalarak müziğe başlar. On altı yaşındayken Amerika’da dört temmuz kutlamasında kazara yüzünde fünye patladığı için gözlerini kaybeder. Kazadan sonra ailesi tarafından piyano akortçusu olması için bir konservatuara gönderilir, ama konservatuarda iyi bir eğitmen bulunmadığı için buradaki eğitimine devam etmez. Piyano akortçusu olamadığını gören ailesi onu körler okuluna verir. Körler okulunda müzik eğitimi alır. Gözlerini kaydedince duyma yetisi daha da gelişir. Farklı enstrümanları tanır. Moondog, uni (yedi telli kanun), birbirinden farklı tonlarda davul, oo (25 telli küçük harp) ve utsu (çalınması basit bir klavye) gibi kendi icat ettiği enstrümanlar yapar. Körler okulunda tanıştığı ve kendinden yaşça büyük biriyle evlenir, ama bu evlilik kısa sürede biter. 

 

Parasız ve yalnız kalan Moondog, soluğu New York sokaklarında alır. Kalabalık insanların ses kargaşasında ve yüksek binaların arasında müziğini icra edeceği yeri seçer. Boynuzlu miğferi, kaftanı, kendi yaptığı deri çizmesi, mızrağı, uzun sakalı ve 1.80 boyuyla sıra dışı görünüşe sahip bir Vikingli ve Orta çağın İskandinav korsanları gibidir. Çoğu insan onu Hz. İsa’ya benzetir, ama o bu durumdan çok hoşlanmaz. New York’ta müziğini icra etmek için seçtiği Altıncı Cadde’nin ve 54.üncü sokağın bir simgesi haline gelir.

 

Moondog sokakta hep kendi bestelerini icra eder. İlhan Mimaroğlu onun müziği için “Yavan bir yalınlığı vardı müziğinin.” demiştir. Moondog’u severek dinleyen iki dinleyicisi, Moondog’un bestelerini çalması için o dönemin meşhur orkestra yönetmeni Arthur Rodzinski’yi ikna ederler. Viking giysilerini atıp, kafasındaki çelik başlığı ve uzun deri botlarını çıkarıp doğru düzgün giyinmesini istediklerinde Moondog, söz konusu teklifi reddeder. Sahneye böyle çıkarsam gelirim, der. Onun bir hayat ve müzik felsefesi vardır. Bunlardan taviz vermek istemez. 

 

Moondog hakkında bu detaylı bilgileri, Philip Glass’ın Müziksiz Sözler kitabını okurken öğrendim. Moondog, çoğu zaman gazeteye ‘evsizim, kalacak yer arıyorum’ diye ilanlar verir. Moondog’u bir dostu sayesinde tanıyan Philip Glass ona yirmi üçüncü sokaktaki evinin üst katındaki bir odada kalabileceğini söyler. Böylece Moondog bir yıl Philip Glass ile yaşar.  Glass, dostları Steve Reich ve Jon Gibson ile buluşup müzik provaları yapar ve haftada bir gün bu provalara Moondog da katılır. Beraberce Moondog’un şarkılarını çalıp söylerler. Steve Reich Moondog şarkılarını kaydeder. 

 

Moondog bir yıl Philip Glass ile yaşar. Sonra kendisine Catskills havalisinde küçük bir arsa verilir. Onu çok seven genç dinleyicileri ona yardım ederek bu arsada onun için küçük bir ev yapar. Sonrasında Epic Records ile bir kontrat imzalar, albüm ve plakları çıkmaya başlar. 

 

1974 yılında Almanya’dan Moondog’a konser teklifi gelir. Moondog’un müziği ve şiirleri iki yıl boyunca Avrupa şehirlerinin çeşitli sokaklarında yankılanır ve Ilona Sommer isimli 24 yaşındaki bir kızın dikkatini çeker. Ilona Sommer onun menajerliğini üstlenir. Sonuçta Moondog, dünyaca ünlü bir sanatçı olur. 

 

New York sokaklarından bir anda yok olmuş olması onu dinleyen ve tanıyan insanları korkutur. Ölmüş olabileceğini düşünürler. Bu yüzden New York Times’a, Moondog’un ölmüş olmasından endişe eden ve bu konuda bilgi almak isteyen insanlar tarafından mektuplar gönderilir. 1976 yılında, Almanya’nın Recklinghausen isimli küçük şehrinde, Viking gibi giyinmiş garip bir müzisyenin haberi yapılır. Ve anlarlar ki o yaşıyor. 

 

Moondog otuz yıl boyunca New York sokaklarında müzik yapar. 30 yıl sonra Almanya’ya taşınır ve müzik çalışmalarına orada devam eder. Başarılı bir biçimde kontrpuan yazabilen Moondog Philip Glass’a şöyle der: “Ne öğrendiysem Bach ve Beethoven’dan öğrendim. Onların izinden gitmeye çalışıyorum, ama onların müzikteki adımları devlerin adımları kadar. Benimkiler küçücük adamlar, ama ben de sıçrayarak onlara ulaşmaya çalışıyorum.” 

 

Moondog, aralarında Charlie Parker, Charles Mingus, Janis Joplin gibi isimlerin de bulunduğu yüzlerce sanatçıya ilham kaynağı oldu. 8 Eylül 1999’da Almanya’nın Münster şehrinde kalp yetmezliğinden öldü. Müziği hep yaşayacak. O, Philip Glass’ın deyimiyle “Kentin seslerini alıp harmanlayıp müziğe dönüştüren bir simyacıydı.”

 

Yorum Yaz