“Türk sinemasında inanç ve kültür konuları çok az!”

18 dakikada okunur

Litros Sanat’ın yeni sayısı için kendileriyle konuştuğumuz Ali’nin Tabiatı filminin yönetmeni Levent Çetin, “Türk sineması kendisine konu olarak taşrayı seçtiği halde onu edebiyat üzerinden anlatmayı tercih etmiş hep. İnanç ve kültür çok az.” derken, filmin başrol oyuncusu Ozan Ayhan ise “Her yeni projede saniye saniye doğru durumu ve anı yakalamakla ilgili bir kaygım var. Şimdilik tek hedeftim gelecekteki projelerde bu anların derinliğini ve süresini arttırmak.” dedi.

Ali DEMİRTAŞ

Geçen yıl Malatya Uluslararası Film Festivali’nde izlediğim yönetmen Levent Çetin’in ikinci uzun metrajlı filmi Ali’nin Tabiatı, inancı gereği ölen balıkları gömen bir adam ile bir türlü hamile kalamayan karısının hayat hikayesine odaklanarak karşımıza çıkıyor. Litros Sanat’ın yeni sayısı için Çetin ve filmin başrol oyuncusu Ozan Ayhan ile konuştuk. Sohbetimize geçmeden önce yönetmen Çetin’i daha yakından tanıyalım: “Marmara Üniversitesi Sinema-TV Bölümü mezunuyum. Uzun yıllar film-TV sektöründe çeşitli pozisyonlarda çalıştıktan sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi aldım. Okul yıllarında özellikle deneysel sinemaya ilgi duymaya başladım. Kısa film günlerinde yurt dışındaki önemli festivallerde gösterilen kısa filmler izlemiştim. Hikâye anlatımı yerine yenilikçi filmler ilgimi çekiyordu. Ben de kısa filmler yapmaya başladım. Yaptığım filmler festivallerde gösterilmeye başladı. Kısa filmlerimde hikâyeden çok biçimsel araştırmalar ve denemeler daha baskındı. Uzun metrajlı film yapmak gibi bir hedefim de yoktu. Belki o yıllarda çok zor olduğundan belki yönelimlerimden dolayı kısa film yaparak devam ederim diye düşünüyordum. Okul bitti. Televizyonlarda çalışmaya başladım. Kısa film yapmaya devam ettim. Fakat zamanla sinemaya bakışım genişlemeye başladı. Ülke sinemalarını, daha farklı yönetmenleri keşfetmeye başladım. 2010 yılında yıllar sonra sinema yüksek lisansı yaparken ilk uzun metrajlı filmim Sivil’i geliştirdim.”

Araştırma alanı açan hikâyeleri seviyorum

Sinema ve yönetmenlik sizin için mesleki ve teknik anlamlarının dışında ne anlam ifade ediyor, mutlu musunuz?
Sinema kendimi ifade etmek için en iyi alan. Bir kere teknik sürekli değişiyor. Yeni anlatım yolları keşfetmek ve araştırmak zorundasınız. Hikâye anlatırken hikâyenin katmanlarını oluşturan konulara girmek ve onları araştırmak durumundasınız. Bu da dünyaya bakışınızı değiştiriyor. Aslında en büyük motivasyonum da bu. Bakış açımın değişmesi ve dünyamın genişlemesi. Ben hikâye kadar hikâyeyi oluşturan konuları da çok önemsiyorum. Bir hikâye bana bir araştırma alanı açıyorsa o zaman motive oluyorum ve heyecanlanıyorum.

Her şey bir gazete haberini okumamla başladı

Ali’nin Tabiatı filmi proje olarak nasıl doğdu ve çıkış noktası ne idi?
Ali’nin Tabiatı bir gazete haberini okuduktan sonra ortaya çıktı. Haberde Malatya’nın Arguvan ilçesine bağlı Kızık Köyü’nde balıkların kutsal sayıldığı yazıyordu. Balıklar bu köyde öldürülmüyor ve öldükten sonra onlar için yapılan mezarlığa dinsel bir törenle gömülüyordu. Köy bir Alevi köyü idi. Alevilik inancında ziyaret kültürü oldukça yaygındır. Bu tür inanç mekanları zamanla ziyaret yerine dönüşür. Aynı zamanda Alevilik ile ekoloji arasında sıkı bağlar vardır. Bu konular üzerine okumaya başlayınca kutsal ekoloji adında bir kavramla karşılaştım. Bu akademik kavram antropologların, ekolojistlerin çalışma alanına giriyor. Yerel kültür ve inançlardaki ekolojik yaklaşımları tarif ediyor. Aslında bu tür inançlar doğayı korumak için geliştirilmiş. Modern dünya şunu yapalım bunu yapalım derken geleneksel inançlar kendi kendilerine sistemler geliştirmişler. Bu düşünce beni çok etkiledi. Yavaş yavaş hikâye oluşmaya başladı ve arkadaşım Özgür Şeyben ile senaryoyu yazdık. Sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapım desteği aldık. Daha sonra arkadaşım ve filmin yapımcısı olan Canol Balkaya ile uluslararası film marketlerine ve pitching platformlarına katılmaya başladık. Türk sineması kendisine konu olarak taşrayı seçtiği halde onu edebiyat üzerinden anlatmayı tercih etmiş hep. İnanç ve kültür çok az. Geleneksel Alevilik ise yok denecek kadar az. Ben kendisine konu olarak taşrayı seçmiş bir sinemanın antropolojik bir perspektifinin olmamasının bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Asya ve Uzak Doğu sinemasında böyle değil mesela.
Filmin içeriği yönetmenin hayatından da izler taşıyor mu, nasıl?
Ali’nin Tabiatı kişisel bir film değil. Ama bir hikâye oluştururken karakterin duygu durumlarında kişisel şeyler koyuyorsunuz. Bu anlamda belki izler bulunabilir. Ama mikro bir evrenden makro bir dünyaya genişlemeye çalışan bir film bence.

İyi bir film yaptığımızı düşünüyorum

Yönetmen filmini nasıl yorumluyor? Yani ortaya çıkan sonuçtan memnun mu?
Filmi yorumlamak bir sonraki filmi için yararlı olabilir. Ama yorumlamak daha çok izleyiciye aittir bence. Belki buna akademisyenleri, diğer sinemacıları ve film analizi yapanları da ekleyebiliriz. Biz Kültür ve Turizm Bakanlığı, Nilüfer Belediyesi ve Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin desteği ile yani tamamı kamusal fonlarla, küçük bütçelerle bir film yaptık. Bir filmi ortaya çıkarmak hiç de kolay bir süreç değil. Olanaklarınızın kısıtlı olması hem zihninizi yoruyor hem de daha disiplinli hareket etmenizi sağlıyor. Geriye bakıp bütün bu zorlu süreci düşündüğümüzde iyi bir film yaptığımızı düşünüyorum.
Film hangi festivallerde gösterildi ve ödüller aldı?
Film dünya prömiyerini Durban International Film Festival’de yaptı. Şimdiye kadar 25 uluslararası film festivalinde gösterildi. En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Yönetmen, En İyi Film, En İyi Görüntü, En İyi Doğa Filmi olmak üzere çeşitli dallarda 15’den fazla ödül aldı. Türkiye’de Adana Film Festivali, Malatya Film Festivali ve Suç ve Ceza Film Festivali’nde gösterildi. Festival yolculuğu devam ediyor. Film, İstanbul AKM’deki gösterimlerinin ardından Türkiye’nin farklı şehirlerinde izleyicisiyle buluşmaya devam ediyor.

Görkemli anlatımlardan hoşlanmıyorum

Sinemada bir tarz belirlediniz mi kendinize? Daha çok hangi konu veya temalarda üretimde bulunmak istiyorsunuz?
Bir tarz belirleyip onun üzerinden hareket etmiyorum. Ya da yapmayı düşündüğüm projelerde bir konu ya da tema devamlılığı da yok. Bunun böyle olması gerektiği düşünülüyor çünkü eleştirmenler ve sinema takipçileri tarafından bir yönetmen daha kolay anlaşılıyor. Ama sanatın diğer alanlarında böyle değil mesela. Tematik devamlılık ve belirgin bir tarz olabilir ya da olmayabilir bence. Bana uzak olan anlatımlar var. Çok görkemli, büyük anlatımlardan hoşlanmıyorum. Kullanmayı sevmediğim kamera hareketleri var. Bana uzak gelen hikayeler var. Ama tarz, üslup gibi şeyler hikâye ile birlikte gelişiyor. Bir de daha önce de bahsettim hikayeler kadar anlatılan hikâyenin bana bir araştırma alanı açması dünyaya olan bakışımda bir genişlik yaratması da önemli.
Sinema alanındaki hedefinizden bahseder misiniz, neler yapmak istiyorsunuz? Yeni bir proje var mı yakın zamanda?
Şu anda geliştirdiğim birkaç proje var. İkisini Mimaroğlu filminin yönetmeni Serdar Kökçeoğlu ile birlikte geliştiriyoruz. Bir tanesi Berlinist isimli bir mini dizi projesi. Projenin çıkış noktası Kadıköy’deki bağımsız müzik çevresi. Bu çevrede yaşayan ve bağımsız müzik menajerliği yapmaya çalışarak hayata kalmaya çalışan genç bir kadının hikayesi. Proje geçen yıl ilk defa Antalya Film Forum’da düzenlenen dizi, mini dizi pitching platformunda Blu Tv tarafından verilen büyük ödülü aldı. İkincisi ise Zor isimli bir belgesel film projesi. Türkiye’nin ilk kadın kar leoparı Esin Handal’ın hikayesine odaklanıyor. Bir de benim çekmek istediğim bir belgesel film var. Türkiye’nin ilk video sanatçısı Nil Yalter üzerine. Önümüzdeki yaz çekimlerine başlamayı planlıyoruz.

HEPİMİZ TOPLUMSAL ROLLERİMİZİ USTACA OYUYORUZ
Ozan Ayhan

Ortaokul ve lise yıllarında yapılan tiyatro çalışmalarıyla başladım. Sahneye çıktığım ilk anda bunu meslek olarak sürdürmenin ne kadar harika olacağını anlamıştım. Oyunculuk hayatıma anlam kazandıran, kendim ve çevrem hakkında beni düşünmeye iten, son derece eğlenceli bir meslek. Oynama hali ise hepimizin hayatının tam ortasında olan kavram. Ne yazık ki bu tanım hemen yalancılıkla özdeşleştiği için oynamak pejoratif bir anlam taşıyor halk arasında. Oysa ki oynayabilen varlıklar olmasaydık günümüz sosyal hayatını bu şekilde şekillendirmemiz imkânsız olurdu. Hepimiz büyük bir samimiyetle bizim için tanımlanan toplumsal rolleri ustalıkla ve hiç şüphe duymadan oynuyoruz. Okulda, işte bankada, evde, sevgilinizle, ailemizle ve hatta mahalle bakkalıyla temelde aynı ama şekil olarak birbirinden farklı birçok farklı toplumsal rolleri son derece usta bir şekilde oynuyoruz. Benim oyuncu olarak tek farkım bu bir profesyonel olarak yapmam.
Öte yandan şu an sanatın birçok alanında karşılaştığımız hiper gerçekçiliği komedi estetiğiyle birleştirmek bana çok heyecan verici geliyor. Ülkemizde komedi belli kurallar çerçevesinde ilerliyor. Ancak seyirci tepkileri artık bu formülün işlemediğini de kanıtlar durumda. En çok bunu dert eden yapımlarda oynamaktan heyecan duyarım sanırım. Ben oyunculuk ve geleceğim konusunda ise büyük resimle ilgilenmiyorum. Aksine çok küçük hatta mikro anlarla ilgileniyorum. Her yeni projede saniye saniye doğru durumu ve anı yakalamakla ilgili bir kaygım var. Şimdilik tek hedeftim gelecekteki projelerde bu anların derinliğini ve süresini arttırmak.

Ali’nin Tabiatı’nı bir fırsat olarak kabul ettim

Ali’nin Tabiatı’nda yer alma sürecime gelecek olduğumuda ise, bir oyuncu olarak stil sahibi olmak gibi bir kaygım hiç olmadı. Aksine hep farklı estetikleri deneyimlemek ve alıştığımı bozmak istedim. Çünkü alışkanlıkta eğlenceli bir şey yoktur. Tam da bunu düşündüğüm bir dönemde Levent Çetin ve Canol Balkaya çıkageldi ve hiç deneyimlemediğim bir tarz ve rol teklif ettiler. Ben de bunu bir fırsat kabul ettim. Levent son derece yumuşak huylu bir yönetmen diyebilirim. Her zaman pozitif ve sempatik. Her ne kadar çok konuşkan olmasa da sette, ne istediğini biliyor ve bunu net anlatabiliyor. Bu bir kalite bence.

Sinema daha çok yönetmenin dünyasıyla ilgili

Öte yandan bu filmin muhakkak bir karşılığı var ama bunun sinema sanatı için bir gereklilik olduğunu düşünmüyorum. Sinema sanatının çok büyük oranda yönetmenin dünyasıyla ilgili. Örneğin tiyatroda provalar esnasında biraz olsun son ürünün neye benzeyeceğini kestirebilirken, sinemada bu bir oyuncu için çok zor. Filmi izleyince anlaşılıyor her şey. Bu bağlamda filmi izlediğimde ben Levent’i de daha iyi tanıma ve anlama fırsatı buldum. Dertlerini, varoluşunu ve bunlarla başa çıkmak için geliştirdiği dili son derece samimi ve incelikli buldum.

Önceki Yazı

Sinema, müzik ve tiyatronun nabzını tuttular

Sonraki Yazı

Tarih Yalnızca Tarih Değildir

Son Yazılar