Yeşilırmak güzeldir

Köşe Yazıları

Tokat iki dağın arasında. Dağlar sarıp sarmalarken boğmayan, uzaktan murakabe ederek kollayan anne babalar gibi güven verici. Gittiği ülkelerde şehir merkezlerinden kaçıp köyleri gezen arkadaşım İtalya’nın kırsalından manzaralar atmış bu sabah. Çok güzel gerçekten, fakat Tokat daha güzel, ilk fırsatta programına almalısın yazdım ona. Şehir dağlara inşa edilmiş, o zamanlar rüzgarlı tepelere ev bark kurup, ovalarda bağ bahçe ve tarım yapma usulü vardı. Mümbit arazilere kalabalık siteler doldurmak adetten değildi. Şimdi bereketli topraklar hep bina dolmakta. Şehirler doğanın ve insanın zıddına değil, suyuna giderek genişlese keşke. Burası küçük bir şehir sayılmaz, büyük şehrin imkanlarıyla küçük şehirde yaşamak şükür sebebi. Fakat rağbet edilen bir örnek apartman ve site yaşamı, Tokat’ın da kimliğini kaybeden şehirlere eklenmesine yol açacak gibi. Buraya da “bildiğimiz dünyanın sonu” tekinsizliği ulaşmasa keşke.  

Bugün Pazar ve sabahın sekizi. Sakince yürüyüş yapıyorum. Meşhur baskı tülbent ya da elbiselerden alacaktım ama her yer kapalı. Fakat simitçiler açık. Her taraf simit evi ve mis gibi kokular geliyor sabahın erken vaktinde. Şehirlerden bir iki ekmek alıp çantama atmak yol geleneğim.  Kafelerde Neşet Ertaş fotoğraflarına rastlamak tesadüf değil, sanatçı Kırşehirli olması hasebiyle hem komşu ve hemşeri sayılır hem de engin ruhu buradaki insanların sakin yapıcı gönlüyle uyumlu.

Otelden nehre varmak için çıkınca galaksinin ana kraliçesi güneş, bütün sıcaklığıyla kavurmaya başladı. Fedakârlık etmeden hiçbir şey olmuyor, nehre varmak için hayal etmek, umut etmek, yolu sevmek şart. Taşköprü uzaktan görününce bu sabah her şey olağan dışı dedim. Köprünün altından gümrah bir şekilde akan yeşilimsi mavi nehir burada yüzlerce yıldır akışta ve nice canlıları ve hayalleri sürükleyip götürdü kim bilir. Hemen kıyıdaki büfede hazırlıklar. Sabah erkenden uyanıp iş yerini açanların hürmetine dönüyor dünya, genç adam etrafı buraya özgü meşhur çalı süpürgeyle süpürdü, kokusu kıyıya kadar ulaşan çayı demledi, masaların tozunu aldı. Aşağılara inip nehre en yakın masaya oturdum. En sevdiğim ağaçlardan olan söğüdün gölgesinde. Güneş ve söğüt dalları arasındaki büyülü konuşmanın masadaki izlerine dalıp da zamanı ve mekanı unutmamak imkansız. Bu arada çantamdan çıkardığım kitap tesadüf mü; Alejandro Zambra’dan Ağaçların Özel Hayatı. Büfeci günün ilk şarkısını açtı, Neşet Ertaş’tan Leyla. Nehirle bu eşsiz kavuşma anı ‘kabul olmuş dua’ sevinci yaşattı. Bir çift geldi sonra çaylarını aldılar nehre bakıp gülümsüyorlar. Çok asildi duruşları, kız güzel ki bütün kızlar güzeldir, erkek itinalı ve şefkatli. Hemen duamı masalarına doğru yetiştirdim hızlıca. Sonra anın ruhuyla kaç saat oturduk belli değil. Pek resim çektirmem ama bu sefer rica ettim kıza, nehri, söğüdü, kitapları, kokuları, yükselen ruhlarımızı, yatışan kalplerimizi de sığdırabilir mi kadraja. Yeşilırmak kenarında otururken Herman Hesse’in Ağaçlar’ı da masada. Sonra bu dünyada yurtlanamayan Lübnanlı Etel Adnan’ın denemeleri, çağların, şehirlerin, mülteciliğin, yabancılığın nehre karışması.  

Yorum Yaz