“YÜZÜMDEKİ HER ÇİZGİDE BİR OYUNUN İZİ VAR”

SİNEMA

4. Esenler Film Festivali’nde Onur Ödülü’ne layık görülen tiyatromuzun duayen isimlerinden Ayla Algan ile festival özel sayısında bir araya geldik. Devamı gelen festivallerin sinema için çok büyük katkıları olduğunu dile getiren Algan, uzun yıllar boyunca devlet sanatçısı olarak tiyatro ve müzik alanında çok büyük emekler verdi. Hala da üretmeye ve yeni isimler yetiştirmeye devam eden sanatçı, “Çok yaşamak böyle bir şey işte. Hala durmuyorum. Neden durayım ki seviyorum bu işin içinde olmayı. Bir kenara çekilmeyi düşünmedim hiç. Benim içimde hala bir çocuk var. İyi ki oyuncu olmuşum diyorum. Sürekli oynuyorum. Yüzümdeki her çizgide bir oyunun izi var. Bu yüzden çizgilerim çok kıymetli…” şeklinde konuşuyor. 

 

Onun için aslında ne yazsak az, sözler kariyerini anlatmaya yetmez… 5 yaşından beri sanatın içinde olan sayısız tiyatro, sinema, müzik ve TV projelerinde yer alan ve hala da üretmeye devam eden usta oyuncu Ayla Algan’ı evinde ziyaret ettik. Sebebi ziyaretimiz ise 15-19 Aralık tarihlerinde düzenlenecek olan 4. Esenler Film Festivali’nde Onur Ödülü alacak olması idi. Bizleri çok güzel karşılayan Algan, hoş sohbeti ve kariyeri ile gerçek bir sanatçı nasıl olunurun canlı örneğiydi. Algan ile röportajımıza geçmeden öne önce onunla ilgili birkaç bilgi yazmak istiyorum. 5 yaşında piyano ile başlayan sanat yolculuğu yurt dışı eğitimi ile değişiyor. Ortaokulu, İstanbul'da Notre Dame de Sion’da liseyi ise Fransa’da okuyan Algan, daha sonra Beklan Algan ile evlenip Amerika'da New York Actor Studio Actor’s Repertuary Theatre’s of Broadway'de sahne eğitimi alıyor. Eşi de aynı Ayla Hanım gibi sanatın içinde olmak istiyor ve eğitimlerine beraber devam ediyorlar. Rahmetli Beklan Algan rejisör oluyor. Türkiye'ye döndükten sonra İstanbul Şehir Tiyatroları’nın kadrosuna giren Algan, 1961'de Tarla Kuşu oyunu ile tiyatroda ilk rolünü oynuyor. Aynı yıl oyunculuk kariyeri için çok önemli bir oyun olan Hamlet’te de yer alıyor ve burada hem Ophelia hem de erkek rolü olmasına rağmen Hamlet karakterini canlandırıyor. Bu nedenle “Erkek hamlet” olarak da hafızalara kazınıyor. Sonra sinemaya da adım atıyor Algan ve 1964'te yönetmenliğini Ertem Göreç’in yaptığı Karanlıkta Uyuyanlar filminde yer alıyor. İlk başrolü ise “Kendisinden çok şey öğrendim.” dediği Sadri Alışık ile oynadığı Ah Güzel İstanbul filmi oluyor… Daha sonra yurt dışında çalışmalarını sürdüren Algan, Yunus Emre’ye olan ilgi ve bilgisi ile Turizm Bakanlığı’nın da talebiyle bir dizi etkinlik, konser ve plak yapıyor. Yunus Emre’yi dünyaya tanıtıyor. 1971'de Paris’in ünlü konser salonu Olimpia'da sahneye çıkan Algan, burada da tiyatroya devam ediyor. Daha sonra şarkıcılık anlamında yeni bir başlangıç oluyor ve 45’likler çıkarmaya başlıyor. 1973'te Bulgaristan'daki Uluslararası Altın Orfe Şarkı Yarışması'nda savaş karşıtı bir şarkı söyleyerek ikincilik ödülünü alan Algan, UNICEF Onur Ödülü’ne layık görüldü. Özellikle Koca Öküz şarkısı ile dikkatleri çekiyor. Yaşamı boyunca müzik, sinema ve tiyatroyu iç içe götüren Algan aynı zamanda genç tiyatrocuların yetişmesine de katkı sağlıyor. Usta sanatçı, BİLSAK Tiyatro Atölyesi, LCC ile Tiyatro Araştırma Laboratuvarı’nın kuruluşunda yer aldı. Sektördeki birçok isme oyuncu koçluğu yapan Algan aynı zamanda İstanbul Drama Sanat Akademisi’nin genel yayın yönetmenliği görevini de sürdürüyor. Hafızalarda yer edinen Aliye ve Binbir Gece dizileri ile de ekranlarda görmeyi sevdiğimiz Ayla Algan yeni çıkardığı ‘Yaratıcı Oyuncu Yaratıcı İnsan’ kitabıyla da oyunculuğun tarihsel gelişimini, kendi oyunculuk serüveninden, tecrübelerinden damıtarak anlatıyor. Oyunculuk mesleği içinde olanlara kılavuzluk edecek bu kitabın ikincisinin de geleceğini söyleyen Algan anlattı ben sizler için kaleme aldım. 

 

(Ayla Algan ve Merve Yılmaz Oruç)

MUHSİN ERTUĞRUL’UN YERİ BENDE AYRI 

 

Sizin için sanat müzikle başlıyor aslında…

 

Benim genlerimde vardı sanat. Evimiz çok eğlenceli idi. Annem ve dedem ressamdı. Ben de annemin yönlendirmesi ile 5 yaşında piyano çalmaya başlıyorum. Bale ve şans dersleri de aldım. Daha sonra eğitim almak için yurt dışına çıktım, liseyi Paris’te okudum. Oraya piyanomu götüremedim. Klasik müziği çok severdim. Özellikle de Chopin’e… Klasik müziği çocuklarınıza mutlaka dinletin. Ben de çok işe yaradı. Zihinsel açıdan gelişimi çok etkiliyor. Benim bugün burada olmamda konuşma tarzımda bence klasik müziğin büyük etkisi var. Ben yurt dışında oynarken bana, “Şiir gibi oynuyorsunuz” derlerdi. Ben de derdim ki, “Bizim dilimiz böyle…” Şiirleri şarkı gibi okurdum. Şehir Tiyatroları’nda Kenan Işık ile çalışıyoruz. Bana şaşırırdı, “Şiirden şarkıya nasıl geçiyorsun?” diyordu. Tabii müzik eğitimi bunda etkiliydi. Hatta yurt dışında şarkılı şiir programına katılmıştım. Sonra başka bir yolculuk başladı. Çok uzun dönemimi tiyatroya verdim. Amerika’da tiyatro eğitim aldım. Ama müziği bırakmadım. Sonra Şehir Tiyatroları’na geldik. Eşim rejisör ben oyuncu oldum. 

 

Oyunculuk anlamında hayatınıza dokunan isimler var mı? 

 

Muhsin Ertuğrul bize önayak oldu. Şehir Tiyatroları’na onunla başladık. Ben de çok ayrı bir yeri vardır. Hamlet’i onun sayesinde oynadım. Ve benim oyunlarımı hep eski oyuncuları koyardı. Tiyatroda çok önemli isimlerle sahne aldım. Ercüment Behzat Lav, Behzat (Hâkî Burak) Baba, Zihni Rona, Mücap Ofluoğlu, Samiye Hün… Onlardan çok istifade ettik. Onlarda bizle aynı sahnede olmaktan mutluydu. Tiyatroda usta çırak ilişkisi çok önemlidir. Ben her rejisörden, oyuncudan bir şey öğrendim. Çok güzel ekiplerle çalıştım. 

 

ANADOLU’DAKİ MİRAS HİÇBİR YERDE YOK 

 

Yurt dışında bir dönem yaşadınız, orada tiyatro yaptınız, konserler verdiniz. Hatta yanılmıyorsam oyunculukla ilgili bir teklif aldınız. Orada kalmayı düşünmediniz mi?

 

Asla hiç düşünmedim. Bana bunu sormayın bile. Eşim çok istiyordu kalmak, ben ona kal dedim. Ama ben istemedim. Benim şurada duran sandığımı görüyor musunuz? O Amerika’dan geldi. Benim eşyalarım onun içinde dururdu. Ben dolaba asmazdım bile. Oradan alır giyerdim. Bana 8 senelik kontrat teklifinde bulundular. Hayır dedim. Hatta o dönen öğrenciydik, paraya da ihtiyaç vardı ama kabul etmedim. Ben yurdumu, topraklarımı çok severim. Anadolu sanat dolu…  Efsaneleri, masalları ile o kadar zengin bir yerde yaşıyoruz ki… Ben birçok ülkeyi gezdim ama hep eksik döndüm. Anadolu’da ki bu miras hiçbir yerde yok. Sonra eşimde benimle geldi. O da burada çok iyi bir rejisör oldu. Onunla her anlamda tam bir yol arkadaşıydık. 

 

SANATIMDA AYRIM YAPMAM 

 

Peki tiyatro, sinema, TV, müzik… Hangisi diye sorsam bir tercihiniz olur mu?

 

Bunların hiçbirini birbirinden ayırt edemem. Hepsini severim. Hani insan çocuklarını ayırt edemez derler ya aynen öyle… Zaten ben birini bırakıp diğerini yapmadım. Aynı dönemde hem tiyatro yaptım hem müzikle ilgilendim. Hem dizilerde oynadım hem sinemada… Bir arada ilerledi sanatım. Hatta birbirleriyle birleşti yeri geldi. Müzikal oynadım. Gencay Gürün’ün isteğiyle Kuşlar müzikalinde oynadım. Müzikle ilgili yurt içi ve dışında birçok şey yaptım. Ama bana bir yerde yetti müzik. Oyunculuğun benim için daha ön planda olması gerektiğine karar verdim. Şunu farkettim ki müziği oyunculuk içinde de kullanabiliyordum zaten. Şarkılı şiirlerde söylüyordum. Müzik bilmek oyunculuğumu olumlu anlamda etkiledi. Zamanı kodlamak için müzik en iyi araçtır. Müzikten sonra tiyatroda da en iyi devrem başladı diyebilirim. Rejisörlükler yaptım.

 

Tadı damağnızda kalan bir oyun var mı? Tekrar oynamak istediğiniz?

 

Hamlet oyununu tekrar oynamak isterdim. Hamlet zor bir oyun. Erkek bir karakter ve ben onu bir kadın olarak oynamıştım. Ustalık gerektiren bir oyun. Genelde tiyatrocular yaşlanınca oynar. Daha tecrübeli oluyorsun ya… İçinde felsefesi olan bir oyundu. Bugün yeniden oynasam daha farklı yorumlardım Hamlet’i…  

 

ROLÜME FARKLI BİR BAKIŞ KAZANDIRIRDIM

 

Tiyatroculara sorulan klasik bir soru vardır, “Aynı metinleri oynamak sıkıcı değil mi?” Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

 

Sıkıcı gelebilir ama ben imgelerimi hep yenilerdim. Farklı bir bakış kazandırırdım rolüme... Tarla Kuşu - Jan Dark oyununda, ilk oyunumdu benim. Yönetmen eşim Beklan Algan idi. Modern dekorlar vardı. Burada ata biniyordum. Yönetmenim bana dedi ki, “Bir gün önce öldürdüğün askerlerin üzerinden geçiyormuş gibi yürüyeceksin…” Ben de sahneye çıktım ve yarı ağlamaklı onların üzerinden geçerek selvi ağaçları arasında rüzgârda yürümeye başladım. Çünkü Fransa’yı kurtarmam lazım. Birkaç yıl sonra taksiye bindim. Taksi şoförü beni tanıdı. Ben sizin Jan Dark oyununuzu izledim dedi. “Sevdin mi?” diye sordum. “Evet. Bilhassa ölü askerler üzerinden atla yürüyordunuz ya o sahne çok güzeldi.” Dedi. Dedim “Ölü asker yoktu, yerde.” Ama seyirci bunu hissetmişti. Ben de bunu hissettirmişim. İşte yaratıcı oyuncu işte yaratıcı seyirci… İkinci kitabımı da bunun üzerine kaleme alacağım.

 

Tiyatro ile kamera önü oyunculuğu başkadır dimi? 

 

Tiyatro oyunculuğu ile kamera önü oyunculuğu asla aynı değildir. Herkes tiyatroda oyunculuk yapamaz. Orada seyirci ile yüz yüze, nefes nefese bir iletişim vardır. Tiyatro oyuncuları hep daha büyük oynar. Konservatuvar bitiren çocuklar bile oyun alamıyordu, tiyatroda… Sinemada, dizilerde yani kamera önünde ise buna gerek yok. Kamera daha yakından alır. Burada gözünle oynayacaksın. Ben eğitim verdiğim öğrencilerime de hep bunu söylerim… Bunu da Sadri Alışık’tan öğrenmiştim. 

 

KÖTÜ ROLDE OYNAMAK İSTEMEM

 

Sinema da konuşalım o halde… Ah Güzel İstanbul filmi çok kıymetli... 

 

İlk filmim 1964'te yönetmenliğini Ertem Göreç’in yaptığı Karanlıkta Uyuyanlar adlı yapımdı. İlk başrolü ise Ah Güzel İstanbul filminde oynadım. Sadri Alışık ile birlikte. Atıf Yılmaz yönetmendi. Bu film üniversitelerde ders diye okutuluyor. Sadri’den çok şey öğrendim. Hem çok güzel oynuyordu hem de bana oynatıyordu. Filmi çekmeye başladık. Biz ezber ile oynuyorduk. İçeriyi giriyorum paltomu asıyorum, yürümeye devam ediyorum. Sadri geliyor konuşuyor. Atıf sahneyi kesmiyordu. Öyle uzun planlar çekilirdi. Dönüp, “Kesmeyecek misin?” diye sorardım. Ama öyle akıp gidiyordu ki roller… Gerçekten çok güzel bir iş çıkmıştı ortaya… 

 

Yeşilçam’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

O dönem filmlerinde maalesef senaryolarla ilgili sıkıntılar vardı. Sinema denilince Muhsin Ertuğrul’un sinemasına bakacaksın. Onun sineması çok başkaydı… 

 

Kabul etmediğiniz roller olur muydu? Bunu her alan için söylüyorum… 

 

Kötü kişiyi oynamayı hiç tercih etmezdim. Özellikle içinde öldürme sahnelerinin olduğu rollerden uzak dururdum. Kurtlar Vadisi’nde Anadolu Selçuklu karakterini oynamıştım. Çıktım sonra diziden. “Adam öldürmem” ben dedim. Çünkü önerme oluyor. Rol model oluyorsun bir yerde. Kötü kayınvalide falan da oynamadım. Genelde iyi rolleri oynamayı severim, özellikle de ekranda… 

 

DİZİLERİ UZATMAK SÖMÜRÜYE GİRİYOR

 

Uzun zamandır ekranlarda görmedik sizi. Bu bir tercih mi? Aliye, Binbir Gece gibi hala hatırlanan dizilerde izlemiştik sizi… Takip ettiğiniz yapımlar var mı? Dizi sektörünü nasıl değerlendirir siniz?

 

Bu bir tercih değildi aslında. Ben hep farklı alanlarda üretmeye ve çalışmaya devam ediyorum. Asla ara vermedim, evde bir şey yapmadan oturmadım. Arka Sokaklar dizisini çok seviyorum. Bu diziyi sevmemin nedeni her bölümde farklı bir hikâye var. Başlıyor ve bitiyor konu. Orada yer almak isterdim mesela… Belki böyle bir sürpriz olabilir. Aliye, Binbir Gece çok özel işlerdi. Tabii ekranlarda olanlardan haberim var. Özellikle gerçek hikayelerin uyarlanması ile yapılan dizileri beğeniyorum. Camdaki Kız’ı beğeniyordum. Daha sahici, hakiki geliyor bana diğer hikayelere kıyasla. Ancak yapımları uzattıkça da bu sömürüye giriyor. Dizide adam ölmüş ben seyirci olarak buna inanmışım. Sonra yeni sezon başlıyor ve bakıyoruz ki ölmemiş… Tabii tutan bir diziyi devam ettirmek maddi anlamda kuşkusuz önemli ama bu şekilde olmuyor…  

 

Bir de bu fakir, zengin olayını hala geçemedik…

 

Çünkü fakir kız zengin çocuk ya da zengin çocuk fakir kız olayını herkes sever. Bu bir masaldır… O yüzden de hala bunun üzerine kurulur bazen hikayeler… 

 

OYUNCULARDA SERİ ÜRETİM GİBİ OLDU

 

Genç oyuncular çok eleştiriliyor sektörde. Ağlayamadı, gülemedi gibi pek çok söylem var. Bunu neye bağlıyorsunuz? 

 

Bu çağda artık her şey çabuk oluyor. Robotlaşma var. Bu hayatın her alanında böyle. Konuşurken bile hızlıyız. Vurgu, tonlama yok. Demek ki aslında söylemek istediğimiz bir şey yok… Söylemek istediğimiz bir şey olsa vurgularız dimi… İşte oyuncular da böyle… E şimdi dublajda yok. O an ki sesle veriliyor seyirciye. Durum böyle olunca da gençler duygularını geçiremiyor… Bir de genç oyunculara teknik öğretiliyor. Mesela ağlamak bir teknik istemez. Ağlamaya sesle, gırtlaktan başlarsın aslında. Eskiden terzi bir desen çizer, dikerdi ve bir tane olurdu bundan. Şimdi ise konfeksiyonlar var. Bir modelden birçok kez üretiliyor farklı bedenleri ile... Biz o bir taneyi, yeganeyi giyerdik. Şimdikiler öyle değil… Oyuncu da böyle şimdi. Bu alanda hızlı bir üretim var…

 

Eğitimler veriyorsunuz. Oyuncu seçer misiniz? Ve onlara ilk ne öğretirsiniz?

 

18 yaşından küçük olanları kabul etmiyorum. Tasarım yapacak yaşta, olgunlukta, bilinçte olmalı. Sonuçta biz burada mimarız ve gelen bizim için proje bir tasarım yapmalıyız ona dimi? Her oyuncuya verilen eğitim aslında değişiyor. Ama bir oyuncu kendi kendine sürekli soru sormalı. Role girme konusunda uyarıda bulunurum. “Benzetmeyin tamamen oymuş gibi olun.” derim. Duruş çok önemli. Onur Tuna gelmişti bana. Filinta dizisindeyken. Uzun da boylu… Kendini kapatırdı. “Heykel ol” ona derdim. Elini, kolunu nasıl koyacağını gösterirdim. Form çok önemli. 

 

YENİ BİR OYUN YAZIYORUM

 

Şu an neler yapıyorsunuz?

 

Yaratıcı Oyuncu Yaratıcı İnsan kitabımın ikinci baskısı da yapıldı, şu an raflarda. Onun ikincisini yazacağım. İkinci kitapta olaya seyirciyi dahil edeceğim ve sinemaya daha çok yer vereceğim. Sinemada kalıcılık var. Tiyatroda oynadığın orada kalıyor. Bu anlamda sinema daha geniş. Ve yaratıcı seyirciyi yazacağım. Oyunculuk derslerim devam ediyor. Söyleşilerde yapıyorum, gençlerle buluşuyorum. Ve şu an da bir tiyatro yazıyorum. İhtiyar Kadın ve Robotlar adında. Artık çayı, kahveyi robotlar yapıyor, evi robotlar süpürüyor… Özellikle de bu robot süpürgelerden yola çıkarak yazdım. Yarısı bitti. Komedi olacak. Belki de ben oynarım. Henüz karar vermedim ona… Çok yaşamak böyle bir şey işte. Hala durmuyorum. Neden durayım ki seviyorum bu işin içinde olmayı. Bir kenara çekilmeyi düşünmedim için. Benim içimde hala bir çocuk var. “İyi ki oyuncu olmuşum” diyorum. Sürekli oynuyorum. Ben herkese de diyorum oyun oynayın dimi. Kimi sanatçılar kendilerini geri çekiyor. Bazıları hastalıktan bazıları ise çirkinleştik diyorlar. Güzellik nedir ki? Benim yüzümdeki her çizgide bir oyun yatıyor… Benim her çizgim kıymetli… İhtiyar rolünü oynarken keşke yaşlı olsaydım diyordum… Şimdi neden geri çekileyim ki?  

 

UZUN SOLUKLU FESTİVALLER ÇOK KIYMETLİ 

 

Esenler Film Festivali kapsamında Kadir Topbaş Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek törenle şahsınıza Onur Ödülü takdim edilecek. Sohbetimize başlamadan ödül ve festivalle ilgili neler söylemek istersiniz? 

 

Sevgili Kadir Topbaş’ın adı geçmişken onu anmadan lafa başlamak istemem. Kendisi çok güzel şeyler bıraktı ardında. Sanata önem verir, asla ayrım yapmazdı. Çok iyi bir mimardı. Ben camia ile ilgili bir şey söylesem hemen beni arar ne olduğunu sorardı. Fikirlerimize önem verirdi. Keşke hayatta olsaydı da bu ödülü onun elinden alsaydım. Festivale gelecek olursak ne güzel ki devamı olan bir iş çıkarmışlar. Bu yıl dördüncüsü yapılıyor. Ben de onur ödülü alacağım için mutluyum elbette. Festivaller insanları bir araya toplar. Ve bence sinemaya çok büyük katkıları var. Özellikle gençleri destekleyen festivaller daha kıymetli. Festivaller aynı zamanda sanatın gerçekleştiği alandır. Burada insanlar birbiri ile paylaşımda bulunur. Sanat geleceğe bir şey bırakır, bir bilgi objesidir. Ciddi bir alan ve eğlence objesi değildir. Geleneklerini, kültürünü bir sonraki nesle yansıtır. O yüzden uzun soluklu festivaller çok önemli. 

 

ZOR ANLARIMDA YUNUS EMRE HEP YETİŞTİ

 

Yunus Emre’nin şiirlerini Almanca, Fransızca, İngilizce olarak şiirli-şarkılı okuyarak onu dünyaya tanıtmaya, anlatmaya çalışmışsınız. Yunus Emre’ye ilginiz ne zaman başlıyor? 

 

Yunus Emre’yi okurdum ben… Söylediklerinden çok etkilendim. Gerçek bir insandı. İnsan nasıl olunuru öğretirdi aslında. “Sevelim sevilelim” diyordu, Orta Çağ’da… Bu ne kadar kıymetli. Hayatımda çok özel bir yeri oluştu. Ne zaman bir engelle karşılaşsam sanki omuzlarımın üstündeydi hep… Konuşurdu bana… Kızımın adını bile ondan etkilenerek Sevi koydum. “Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için.” derdi. Sevi, barışı temsil ediyor. O kadar güzel ve özel mesajları vardı ki… Onun özünü, şiirlerini, tasavvufunu anlatmaya çalıştım ben de. Fransızca, İngilizce, Almanca konserler verdim. 1970’li yıllarda daha çok yöneldim buna. Albüm yaptık, Kültür ve Turizm Bakanlığı talebi ile. Türkiye'yi tanıtmak amacıyla Dışişleri Bakanlığıyla çok sayıda etkinliğe katıldık. Fransa, Rusya, Orta Asya, ABD, Avrupa ve Afrika’da konser ve dinletiler verdik. Rusya’nın hemen her yerinde programlar yaptık. Hatta bir anımı anlatayım. Mukadder Sezgin Bey o dönem Paris’te müsteşardı. Fildişi Sahili’nde konser yapalım dediler. Oraya gittik. Farklı ülkelerden de gelenler var. Hava o kadar sıcak ki kimse otel dışına çıkmıyor. Programlar içeride oluyor. Bana konseri iptal edelim isterseniz dediler. Yok dedim. Biz oraya yemek kültürümüzü de götürmüştük. Akşam üzeri sahilde yaparız dedik. Sonra baktık insanlar geliyor. Sabaha kadar söyledik. Konusu açılmışken Erivan’da verdiğimiz konserden de bahsetmek istiyorum. Ermenistan’ın başkentinde konsere çıkan ilk Türk sanatçı benim. Onlarla olan sorunlarda ortada. Önce bir şüphe ettiler beni oraya gönderirken. Sonra bir baktık çiçeklerle karşıladılar beni… 

 

Zeki Müren de konserler vermenizde aracı olmuş. Nasıl oldu bu olay?

 

Yunus Emre ile ilgili şarkılar söylüyordum o zamanlar. O da beni duymuş. Zeki Müren’in de tasavvuf müziğine ilgisi vardı. Erkan Özerman ile bana haber yolladı. Onun alt sahnesinde çıkacaktım. Kabul ettim ama sonuçta orası gazino idi. Yunus Emre orada olur mu? diye düşündüm. Bu endişemi Müren ile de paylaştım. Sonuçta insanlar oraya eğlenmeye geliyordu. Bana “Göreceksin dinleyecekler” dedi. Gerçekten de onun dediği gibi oldu. Ben söylemeye başlayınca insanlarda merak uyandı. Ben orada bir süre sahne yaptım. Hatta sonra başka plaklar yapmaya başladım. Onlarda eklendi repertuvara. Bana göre Klasik Türk Müziği’nin hocası Zeki Müren, tiyatrodaki Batı yorumunun hocası da Muhsin Ertuğrul’dur… 

 

Yorum Yaz