Çocuk edebiyatının kanonu var mı? Ⅰ

Köşe Yazıları

Geçtiğimiz ay katıldığım söyleşide bir hanımefendi, “Ne kadar çok çocuk kitabı var, önceden bu kadar çok seçeneğimiz yoktu,” diye dile getirmişti çocuk yayıncılığının gelişiminden duyduğu memnuniyeti. Sahiden de çocuk edebiyatında yadsınamaz oranda niceliksel bir artış var. Yayınevlerinin pek çoğu, kendisinin yeni bir uzantısı olarak çocuk yayıncılığına da başladı. Bunların bir kısmı, çocuğa göre edebiyattan haberdar, işin mutfağında bulunmuş ehil editörlerle başladı yolculuğuna. Bazılarıysa hasbelkader birilerini tayin ederek el yordamıyla yürüttü işlerini. Size çok daha vasat olan bir şeyden söz edeyim mi? Bu yayın faaliyetlerinin azımsanmayacak bir kısmında ise ne editör var ne de yayın kurulu. Yalnızca yayıncı. Ne demek mi istiyorum? Kitaba yalnızca ticari meta olarak bakan bir girişimcinin, önüne gelen metinleri hiçbir editoryal sürece tâbi tutmadan basıp pazarlamasıyla ilerleyen bir süreçten söz ediyorum. Peki bunu nasıl yapabiliyorlar? Belli bir denetimin olmamasıyla. En hafife alınmayacak ve en denetim gerektiren yerde, herhangi bir denetimin olmaması vasatın hakimiyetini yaygınlaştırıyor. Ebeveyn, öğretmen ve toplum, bu konuda yeterli bilgiye de sahip olmadığından ortaya çıkan yayınların bütünüyle çocuğun tarafında olup olmadığını, gelişmekte olan çocuğa hitap edip etmediğini ayırt etmekte zorlanıyoruz.

 

Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu’nun (YAYFED) bandrol verilerine bakıldığında, ne kadar büyük bir havuzdan söz ettiğimiz çok daha iyi anlaşılacaktır. Şubat 2023 bandrol verilerine göz gezdirdiğimizde, 23.180.268 adet kitap üretiminin gerçekleştirdiğini görüyoruz. Bunların 3. 333. 278 adeti çocuk edebiyatı eseri. Bu da o büyük pastanın, %14,4’ine tekabül ediyor. Büyük bir üretim bu, ancak niceliksel artışla, nitelik aynı doğrusal zeminde ilerlemiyor ne yazık ki. Bunun pek çok farklı sebebi olabilir fakat ben bu yazı dizisinde, kendi yakaladığım sebeplerden bahsedecek sonrasında ise çocuk yazının, kendi kanonunu oluşturup oluşturmadığını sorgulayacağım.

 

Çocuk edebiyatının hafife alınması ve edebiyatın hiçbir şubesinde varlık gösteremeyen “yazarların” -ne -hikmetse çocuk yazınında kalem oynatma konusundaki “mahirliği” bu sebeplerin başında geliyor. Elbette tercihen bu alana yönelebilir yazarlarımız, çocuk yazınında ustalaşabilir ve yaratımını yalnızca bu alana yönlendirebilir fakat bu, diğer hiçbir konuda kalem oynatamayacağı anlamına gelmez, gelmemeli de. En azından düşün yazısı yazılabilir öyle değil mi? Ancak Tomris Uyar’ın da sık sık bahsettiği gibi ülkemizde düşün yazısı yazan sayısı, “yapın” veren sayısına göre oldukça düşük. Çocuk edebiyatında ise bunu neredeyse göremiyoruz.

 

Bir diğer sebep, “çocuk kitabı” ve “çocuk edebiyatı eseri”nin iki farklı kavram olarak gündeme gelmesi. Çocuğun basit rutinlerini anlatan, edebiyat ve sanat kaygısı güdülmeden ortaya çıkan eserler “çocuk kitabı” olarak nitelendiriliyor. Sanatı önceleyenlere ise çocuk edebiyatı eseri. Böyle bir ayrımın temelden hatalı ve nitelikli çocuk edebiyatıyla taban tabana zıt olduğunu düşünüyorum. Bu ayrıma göre, “çocuk edebiyatı eserinin” dışarıda bıraktığı hemen her şeyi “çocuk kitabı” kategorisine dahil edebiliriz. Üstelik bu söylemde tepeden inmeci, çocuğu küçümseyen, onu hafife alan ve basite indirgeyen bir yan var. Çocuk kitabı tanımlaması ancak yayıncıların işini kolaylaştırabilir, okuryazarların değil; eğer aksi olursa çoğala çoğala soysuzlaşan bir edebiyattan söz edebiliriz ancak.

Yorum Yaz