Değerli evrak olarak nota, nota yayıncılığı ve Türkiye'den izlenimler

Köşe Yazıları

Türk müziğinin yazılı kaynaklarıyla, bir başka deyişle Türk müziği notalarıyla ilk karşılaşmam doksanlı yılların başlarında bestekâr ve ûdî Cinuçen Tanrıkorur’un kendi el yazısından çoğaltmış olduğu birkaç eserini arp ile icrâ edebilmem için beni cesaretlendirdiği zaman gerçekleşti. İnci gibi bir el yazısı ile notaya alınmış olan bu eserler, üzerinde yer alan ve icrâya ışık tutacak açıklayıcı bilgilerin varlığıyla âdetâbir yayıncının yaklaşımıyla hazırlanmış notalarla şekilsel benzerlikler içeriyordu. Yurt dışında geçirdiğim eğitim süresince notalarını satın alarak öğrendiğim eserler beyaz değil de nota yayıncılığında kullanılan belli bir gramaja sahip, kırık beyaz, hafif sarı nota kağıdına basılı olurdu. Cinuçen Beyin hafif sarı, gramajı yüksek kağıda çoğaltılmış notaları ilk öğrencilik yıllarımdan îtibâren harçlığımdan biriktirerek satın aldığım yayınlanmış nota kitaplarını hatırlatmıştı bana.

Nota, âdetâ bir notistin, yani nota yazım uzmanının elinden çıkmış gibi ancak el yazısının biricikliğini ve sıcaklığını barındırırken, diğer taraftan da temiz ve estetik niceliğiyle dikkat çekiyor; tartışmasız bir değerli evrak niteliğini taşıyordu. Bir el yazması idi ama yayınlanmış bir nota gibiydi de. Bestekârın elinden çoğaltılmış olan bu nota, başka müzisyenlere kendi tasarrufu doğrultusunda sunulduğundan bir kapağa ihtiyacı yoktu. Çünkü aslında günümüzde nota, bir kapakla birlikte yayınlanma aşamasına hazırlanmış oluyor. Bestenin müzikal içeriğinedâir bilgilerin yanı sıra bestekâr, yayıncı ve editörün kimliklerini de ortaya koyan kapak, fikrî telif ve icrâ haklarını teminen yasal altyapının işareti olan bir tescil numarasını da taşır. Eskiden müzik mağazalarında raflarda teşhir edilen ve bu şekilde alıcısıyla buluşan nota kitaplarının tıpkı kitap yayınlarında olduğu gibi içindeki esere dâir ipucu oluşturacak görselliği de teşhir eder kapak. Nota kapak tasarımları yayıncının yayın anlayışını yansıtan tek  tip ve sade bir tarzda karşımıza çıkmakla birlikte, kimi zaman grafik tasarım konusunda biraz daha cezbedici de olurlar.

İsviçre ve Amerika’da geçirdiğim yirmi yıla yakın yıllık eğitim ve onu müteâkip profesyonel yaşantımda geçmem gereken eserlerin notalarını onları çalışmaya başladığım an satın alamasam da fotokopi ile temin edip, daha sonra yayıncısından orijinalini tedârik etme pratiği içinde oldum. Hatta Cenevre Konservatuvarı’nda okuduğum seksenli yıllarda sık sık bir müzik kitapçısına gider, hangi nota kaça satılıyor diye bakınır, çoğu zaman dudak uçuklatan fiyatları bir kenara not alır, daha sonra almak üzere küçük listeler oluştururdum hayallerimden. Bunun en önemli sebebi, önce hocalarımın ortaya koyduğu örnek davranışlar, daha sonra da sektörün işleyiş şeklinin bu alışkanlığı türlü yollarla zorunlu kılmasında yatıyor.

Orkestra notaları genelde yayıncıdan kiralanarak temin edilirken solo veya oda müziği eserlerinin notaları satışa sunulur. Bir eserin notasının yayınlanması aslında onun değerli bir evrak olarak yaygın kullanıma girmesi ve gerekli hak dağıtımının sağlanacağı anlamına gelir. Eseri yayınlayarak, yayıncı “bu eser icrâ edilmeye değerdir” der ve hatta düzeltmenler ve başka müzik profesyonellerinin ortak irâdeleri vardır arkasında. Yayınla çoğaltma eserin repertuvara dahil edilmesi için çok önemli bir adımdır. Değere, değer katılır bu yolla.

Yayınlanmış eserleri orijinalinden değil de fotokopisinden seslendirmek bestekârın veya vârislerinin telif haklarının gözetilmediği, yayıncı ve yayına hazırlayan kişilerin emeğinin hiçe sayıldığı bir tür korsan faaliyettir aslında. Yayınlanmış nota kitaplarının üzerinde fotokopi çekmek veya çoğaltmak yasaktır diye bir ibâre bulunur. Bugün artık ücret mukâbili resmi internet indirmelerin de bile notanın kim için indirildiği bilgisi notanın üzerine otomatik olarak yazılırken, spesifik olarak o satış işlemine dâir özel bir kayıt numarası da notanın üzerinde yer alıyor. İcrâcı notayı satın alırken o eseri icrâ etme hakkını satın alıyor aslında. Dolayısıyla her icrâcının bu hakkı kendisi için satın almakla yükümlü olduğu konusunu buradan net bir şekilde anlayabiliyoruz. Bununla birlikte, bir bestecinin ortaya koyduğu bir eser yetmiş yıl boyunca her şekilde korunurken, yayıncının kataloğunda yer alan nota yayınlandığı müddetçe değerli bir evrak niteliğini koruyor ve üzerinde de yayıncının hakları devam ediyor.

“Batı” müzik yayıncılığında karşılaştığımız ve İngilizcede “criticaledition” olarak tarif edilen “kritik edisyon” mevzusu eserin tahrifattan olabildiğince uzak, uzman bakış açısıyla notaya aktarıldığının, özüne en sâdık şekilde dolaşıma girmesi için gerekli çalışmanın yapıldığının ölçüsüdür. Eserin yazılı kaynağı üzerinde ehil kişilerce mutâbakat sağlamak bir otoritenin varlığına ve müzik nâmına bir kararlılığa işaret eder. Bir diğer ölçü de tabii ki yayıncının bilinirliği ile sanatsal ve bilimsel güvenilirliğinde saklıdır. Ben diyen “kritik edisyon” hazırlayamaz. Müzikoloji, kompozisyon, teori ve icrâ alanlarından uzmanların bir yayıncının çatısı altında bir araya gelerek yaptıkları çalışmalarının ürünüdür edisyonlar.

Bütün bunlardan bağımsız olarak, el yazmaları veya yayınlanmış notalar aynı değerli evrak özelliğini taşıyor. Kültürel bir miras olarak müziğin aktarımında yazılı kaynaklar şüphesiz çok büyük bir önem teşkil ediyor. Meşk geleneğine bağlı olarak çok ileri sanatsal mertebelere ulaşmış olan coğrafyamız müziği, yazılı kaynaklarını, bir başka deyişle notalarını yazmaya diğer büyük müzik geleneklerine göre daha geç başlamıştır. Ne var ki düzenli olarak bu kaynaklar oluşturulmaya devam etse de, Cinuçen Bey’in nezâketle lütfettiği ve bugün yedi ciltlik bir “Cinuçen Tanrıkorur Külliyâtı”nın içinde yer alan eserlerinin ne denli az bulunur bir nota yayıncılık örneği teşkil ettiğini ve de kendimi Türk müziği icrâ çalışmaları yaparken nasıl bir nota karmaşasının içinde bulduğumu bir sonraki yazımda anlatmak üzere şimdilik sözümü noktalıyorum.

Yorum Yaz