Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Yazar Betül Ünlü Kocakoç: “Dilim döndüğünce, kendi alanım dahilinde Kudüs’ü, Gazze’yi, Filistin’i konuşmaya, gündemimizden çıkartmamaya çalışıyorum. Bu imtihan hepimizin. ”
Genç yazarların izini sürmeye devam ederken bu kez Yazar Betül Ünlü Kocakoç ile bir araya geldik. Fabrik Kitap’tan çıkan Modern Türk Şiirinde Kudüs adlı çalışması ilgi uyandıran yazarla Kudüs davamızdan modern Türk şiirinde Kudüs’ün yansımalarına, bu davayı konu edinen dergilerden nasıl şaha kalkacağımıza kadar birçok meseleyi konuştuk.
Kitabınızda Kudüs konulu şiirlerde bizi adeta bir yolculuğa çıkarıyorsunuz. Biraz da savaşın ve kıyımın, çocukların ağlama seslerinin acının çığlığın bombaların ön planda olduğu hüzünlü ve bizler için bir utanç vesikası bir yolculuk bu. Özellikle son süreci baz alırsak Ekim ayından beri yaşanan bu kıyım hakkında ilk etapta neler söylemek istersiniz?
Aslında söyleyecek çok sözüm ama söylemeye mecalim yok. Çünkü hâlâ bitmeyen, dindirilememiş bir acı var burada. “Orada” demiyorum, çünkü duman orada yükseliyor olsa da ateş sadece orada yanmıyor. Şu an kalplerimizde ve ruhlarımızdaki azap, üzüntü, her şeye rağmen dünyaya tutunma hâli bir gelgit oluşturuyor içimizde. Dua ediyorum yalnızca. Dilim döndüğünce, kendi alanım dahilinde Kudüs’ü, Gazze’yi, Filistin’i konuşmaya, gündemimizden çıkartmamaya çalışıyorum. Bu imtihan hepimizin.
1967 Arap-İsrail Savaşı Türkiye’de Kudüs meselesine ilgisizliğin son bulduğu bir hadisedir öte yandan. Müslüman coğrafyalara, Kudüs’e, Filistin’e dair duyarlılığın gelişmesine sebep olduğundan bahsediyorsunuz eserde. Nasıl bir etkisi olmuş o dönemde? Kitapta Kudüs’ün Filistin’in bu zamana kadar geçirdiği tüm süreçleri de konu ediyorsunuz. Bu süreç nasıl işledi, biraz bahseder misiniz?
Biraz daha geriye giderek bahsetmek istiyorum bu konudan. Çünkü Osmanlı Döneminde Kudüs, uzun yıllar bizim topraklarımız arasındadır. Hatta oradaki mimari eserlerin çoğu Osmanlı Padişahları tarafından yaptırılmıştır. Hâl böyle olunca Divan şiirinde başlı başına bir mazmun olarak olmasa da şairlerimiz tarafından anlatılan bir belde olmuştur. Hacnâmelerde, seyahatnâmelerde, fetihnâmelerde ve miraçnâmelerde şairlerimizin Kudüs’ü anlattıklarını görürüz. Ancak Yeni Türk Edebiyatında şair ve aydınlarımızın Cumhuriyet’in ilanı gibi yönetimdeki değişiklikler, iç meselelere yönelme ve yeni olana adapte olma durumu, topraklarımız arasından çıkan Kudüs’e değinmelerini geciktirmiştir. Mesela İslami hassasiyeti olan şairlerimizden Mehmet Akif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek’in Kudüs’le ilgili şiiri yoktur. Şairlerimizi Kudüs’e yaklaştıran şey, sizinde dediğiniz gibi Arap- İsrail Savaşları olmuştur. İlk Kudüs şiirini ise Sezai Karakoç, Diriliş Dergisinin ilk sayısında yayımlamıştır. “Ey Yahudi” başlıklı bu şiiri Karakoç, Siyonistler tarafından Mescid-i Aksâ’nın 1969’da yakılması üzerine yazmıştır. Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Mehmet Akif İnan; Sezai Karakoç’u takip eden şairler olmuştur ve zamanla Kudüs şiirleri yazan şairlerin sayısı artmıştır. Modern Türk Şiirinde şairlerimizi Kudüs’e yaklaştıran önemli gelişmeler olmuştur tarihî açıdan. Özellikle Kudüs ve Filistin meselesi medyaya yansıdığında edebiyat dergileri, gündemlerini Kudüs olarak belirlemiş ve böylece Kudüs özelinde çok sayıda şiir yayımlanmıştır.
Medeniyeti şiirin dışında düşünmek büyük gaflettir
Eserde Sezai Karakoç’un Filistin meselemiz hakkında çeşitli satırlarına da yer veriyorsunuz. Ufka bakıyor Karakoç’un gözleri, hatta sözleri diyelim. Neler söylenebilir bu konuda?
Türkiye’de İslam medeniyetini, yazdığı düzyazı ve şiirlerle ihya etmeye çalışan en önemli isim Sezai Karakoç’tur. Karakoç’a göre, tek kişiye ya da insanlığa dönük cephesiyle medeniyet, insanın sadece fiziki ya da fizyolojik ihtiyaçlarına cevap veren bir sistem olmakla kalmaz, aynı zamanda manevi, ahlaki, metafizik ve kültürel isteklerini de karşılamak amacını taşır. İnsanı bütün cepheleriyle ele alır. Her ne kadar bazı medeniyetlerde maddi ihtiyaçlar, bazı medeniyetlerde de manevi ihtiyaçlar ön plana geçerse de her medeniyette, az veya çok, bu iki cephe için de teklif getirildiği gerçeği değişmez. Karakoç’un medeniyetimizle, şiirimizle, gelenekle ilgili yazıları bizi İslam algısıyla çevreler ve bu eksenden dünyaya nasıl bakacağımızın şifrelerini verir. Hasan Akay Hoca bir yazısında şöyle der: Saadet asrında Hassân İbn-i Sâbit’in ve İmam Bûsirî’nin, fitneler asrında Mevlânâ’nın ve Yunus Emre’nin ve kıyamet asrında Necip Fazıl’ın ve Sezai Karakoç’un gerçekleştirdiği eylem, medeniyetin ihyasında şiirin rolünün ne olduğunun ve ne olması gerektiğinin açık göstergesidir. Poetikanın politikaya önceliği vardır. Medeniyeti şiirin dışında düşünmek büyük gaflettir. Şiir bizatihi bir medeniyettir. Medenî değerleri şiir dışında ne taşıyabilir ki? Ne taşıyabildi ki? Vârisi olduğumuz medeniyetin beyni ilim ve sanat, kalbi iman ve aşk, ruhu hikmet ve şiirdir. Hasan Hocamızın bu sözleri, medeniyetin ihyasında en güçlü seslerden birinin Sezai Karakoç olduğunu kanıtlıyor, ki Karakoç’un hem düzyazı hem de şiirlerindeki güçlü ve estetik dil ve anlatım, bizlere bir yol ve kalp haritası çiziyor. Karakoç, Filistin meselesine de Kudüs meselesine de kayıtsız kalmayarak yazdığı eserlerle Kudüs’e nereden bakmamız gerektiğini de işaret ediyor.
Aynı zamanda ikimizin de tez hocası Hasan Hocanın, Hasan Akay’ın şu ifadeleri de bana çok çarpıcı geldi. Dön De Bak Kan Neler Yapıyor adlı kitabından bu ifadeler: “Tarih orada şimdidir, geçmiş değil, gelecek değil, şimdidir. Tarih yaşıyor işte Gazze’de Filistin’de Kudüs’te. Geçmiş, gelecek değil. Taş canlı şimdi, toprak canlı, gökler de yer de canlı. Zaman öyle yekpare ki bir duvar ya da bir parça taş ardında: Karşınıza birden çıkıverecekmiş gibi bir peygamber! Bir tarihi şahsiyet ya da bir sahabi. Bir başka boyut var bu manzarada. Yaşıyor! Ve hayretiniz usulca çekiliyor kenara!” Ne kadar manidar satırlar değil mi?
Evet, çok manidar, çok etkileyici, çarpıcı sözler gerçekten de. Hasan Akay Hoca, şiirlerinde ve düzyazılarında düşünce ve duyguyu aynı anda veriyor okura bence. Duyguları harekete geçirirken derin derin düşündürüyor insanı. Her sözü kıymetli benim için. Filistin için yazdığı şiir kitabı olan “Dön de Bak Kan Neler Yapıyor”daki şiirler kadar “Ön Söz Yerine” ve “Sunuş Yerine” diyerek başlıklandırdığı Filistin’le ilgili bilinçlendirici ve aynı zamanda duygu yüklü yazıları da derin ve dikkat edilmesi gereken bir içeriğe sahip bana sorarsanız. Bu paragraf ise Kudüs’ün tarihini bilenler için sanatsal bir özet niteliğinde.
Mehmet Akif İnan’ın meşhur şiiri hepimizin aklındadır: Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde, Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu, Varıp eşiğine alnımı koydum, Sanki bir yer altı nehir çağlıyordu.” derken nasıl da iyi ifade etmişti hüznümüzü. Ümmet-i Muhammed’in derdi, kederi, meselesi ve Aksa düşümüzü.
Mehmet Akif İnan, edebiyatımızda Kudüs şairi olarak bilinir. Sadece bu şiiri dolayısıyla böyle anılmaktadır. Bildiğimiz kadarıyla Kudüs’le ilgili başka bir şiiri yok. Akif İnan’ın oluşturduğu bu etki, sadece şiirdeki ustalığından değil bence. Çünkü mesele Kudüs gibi hepimizi ilgilendiren bir konu olunca sadece tarihî bilgi, şiirdeki başarı yetisi yeterli değilmiş gibi geliyor bana. Mesela İkinci Yenicilerden Ece Ayhan “Kudüs Fareleri” şiirinde, Attila İlhan da “Rubailer”inde Kudüs’e değinmiş. Ama bugün arşiv taraması yapmayan ve konuyla ilgili araştırma yapma amacı gütmeyen kimse bilmiyor bu şiirleri. Çünkü hassasiyet yok, Kudüs duyarlılığı yok bu dizelerde. Biraz daha günümüze yaklaştığımızda Kudüs şiirlerinin nicelik olarak çok nitelik olarak ise az olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bana kalırsa yazılan şiirlerin pek çoğu, şairlerin haklı öfkesiyle slogan üslubunu geçememiş. Elbette çok iyi şiirler de var. Kitapta yer vermeye çalıştık her birine. Ancak demeye çalıştığım şey şu ki; duygu yönü, samimiyeti, bilinç coğrafyasındaki konumu eksik kalmış şiirler Mehmet Akif İnan’daki etkiyi uyandırmıyor okurlarda. Akif İnan, duygularını şiirdeki yeteneğiyle samimiyetle aktararak kalplerimizdeki hüzne tercüman olduğu için belki de Kudüs şairi olarak anılıyor hâlâ.
Yedi İklim, Edebiyat ve Diriliş dergileri Kudüs’ü hep gündemlerinde tutmuşlar
Bir de eserde daha çok Diriliş, Edebiyat ve Yedi İklim dergilerindeki şiirlere yer verdiğinizi söylemişsiniz sonuç kısmında. Bu noktaya da değinmekte fayda var. Bu sahici acılara bigane kalmayan o dergileri zikretmek, tarihe not düşmek açısından önemli diye düşünüyorum.
Aslında çalışmamda pek çok edebiyat dergisinden istifade ettim. Diriliş, Edebiyat, Mavera, Hece, Yedi İklim, Karabatak, Merdiven Şiir, İtibar, Muhit, Ruhsatsız, Ay Vakti aklıma gelenler… Kudüs, Gazze, Filistin için emek veren bütün yayıncı ve yazarlarımıza, şairlerimize gönülden teşekkür ediyorum. Çok değerli çalışmalar bence bunlar, dediğiniz gibi tarihe tanıklık ediyorlar. Ben Kudüs’ün geçmiş tarihteki acılarını, sevinçlerini, medeniyetimiz için önemini kitap ve ansiklopedilerden okuduğum akademik, tarihî bilgilerle beraber edebiyat, fikir, sanat dergilerinde eser yayımlayan sanatçı ve aydınlarımızdan öğrendim. Zikrettiğiniz dergilerle ilgili söylemek istediğim şey şuydu; pek çok edebiyat, fikir, sanat dergisi Kudüs ve Filistin meselesi medyaya yansıdığında zulme haklı bir tepki olarak gündemlerini Filistin ve Kudüs olarak belirliyorlar. Ancak yaptığım arşiv taramasında gördüm ki, Yedi İklim, Edebiyat ve Diriliş dergileri Kudüs’ü hep gündemlerinde tutmuşlar. Ara ara düzyazı ya da şiir yayımlayarak unutturmamaya çalışmışlar. Kudüs, sadece belli dönemlerde değil, hep gündemlerinde bir şehir olmuş.
Rasim Özdenören’e göre tarih bilincimiz gelecekte ne yapacağımızın da ipucunu verir. Ne zaman şaha kalkacağız sizce?
Evet, Rasim Özdenören’in tarih bilincine dair fikirlerinden de istifade ettim çalışmamda. Özdenören, tarih bilincinden ayrı olarak bir de bilincin tarihinden bahsediyor. Ona göre, “Müslüman’ın tarih bilinci, onu, o bilincin tarihini yapmaya teşebbüs ettirecektir. Yeni tarih onun teşebbüsüyle oluşmaya başlayacaktır”. Bilincin tarihini oluşturmak, duyurmak ve anlatmak için bugün yaşanan tarihten, o tarihe dair düşünceden daha etkili bir şey gereklidir. Aristoteles’in tanımına göre tarihten “daha felsefi” ve “daha ciddi” olan şiir bu görevi üstlenir. Şiir, bugünün tarihini geleceğe taşıyacaktır elbette. Bununla birlikte ben her dönemin şuurlu bir kesime sahip olduğu görüşündeyim. Yanlışın sesi daha gür, bu nedenle her devir, kendinden önceki devirleri daha güzel ve daha iyiymiş gibi gösteriyor. Hâlbuki devri yaşayanlar için değişen ve dönüşen şeylerle birlikte kötüye meylettiren, cezbedici seçenekler kadar güzele götüren yol ve imkanlar da var. Bu nedenle bugün şaha kalktık mı bilemem, ama en azından tarafını iyi yönde seçen yüzlerce insan var. Bunların büyük bir çoğunluğunu gençler oluşturuyor. Filistin’de yaşanan katliama karşı Filistinli halkın gösterdiği imanlı duruş, boşlukta kalmış birçok insanı İslâm’la tanıştırdı. Belki tarihteki gibi bir kahraman liderliğinde değil de yavaş yavaş oluşan bu genç bilinçle birlikte son bulacak yıllardır süre gelen bu zulüm.
Naci el-Ali’nin meşhur Hanzala karikatürü de ne manidardır. Barış gelmeden arkasını dönmeyecek olandır Hanzala. Biz de İslam alemindeki insanlar olarak tam da böyleyiz aslında. Biraz küskünüz. Miskin değil suskunuz. Son söz olarak neler hayal ediyorsunuz hem Müslüman coğrafyalar özelinde, Kudüs özelinde hem de kendi coğrafyamız özelinde? Ülkünüz hayalleriniz nedir? Genç dimağlara neler düşüyor bu yolda?
Aslında bugün duyarlı birçok Müslüman ile ortak hayal ve ideallere sahibim. Dünyadaki kısıtlı vaktimi faydalı olabilecek işlerle geçirmeyi; Filistin’deki onurlu çocukların yanında en az onlar kadar cesur durabilmeyi, acılarını paylaştığımız gibi kardeşlerimizin sevinçlerini de paylaşacağımız günlere birlikte varabilmeyi istiyorum. Hanzala’nın yüzünü bize döndüğünü görmek çok güzel olmaz mıydı? İşte ben, Hanzala dönsün ve bir kez olsun bize gülsün diye çalışmak istiyorum. Hanzala’nın tebessümünde küçük bir payım olsun istiyorum. Bu nedenle işe önce çocuklardan başlamak gerektiği bilincindeyim. Bizim ilgi alanlarımız, hassasiyetlerimiz, insanlığımız çocukları yetiştirecek. Sadece anne ve babalara görev düşmüyor. Bizim geleneklerimizde bir çocuğu bir köy, bir mahalle yetiştirir. Bu nedenle nerede çocuk görsem gıpta edilecek bir abla, bir teyze, bir öğretmen olmaya özen gösteriyorum. Çok şükür bu zamana kadar çocuklardan hep güzel dönüşler aldım. Mesela tezim kitaplaşınca yetişkinlerden çok çocuk kuzenlerimden ilgi gördü. Üçüncü sınıfa giden kuzenim Asaf, dörde giden dayımın oğlu Selim ve yedinci sınıfa giden kuzenim Ömer kitabımı okumaya başlamışlar. Ömer, karikatürlerin içerikle bağlantısı hakkında düşünmüş, ilk söyleşimi onunla yaptım diyebilirim. Sorularına cevap vermek beni çok mutlu etmişti. Asaf her gün okulda kitap okuma saatinde kitabımı okuyormuş. Bu kitap içerik olarak onların yaşına uygun değil, anlamaları da zor aslına bakarsanız ancak özenle inceliyorlar, “yazar ablamız var” diyorlar. Kitap, içindeki karikatürler dolayısıyla ilgilerini çekmekle birlikte sevdikleri kuzen ablaları tarafından yazıldığı için de özel geliyor onlara. Onlar için değerli olduğumu görmek beni mutlu ediyor. Ben çocuklardan, genç nesilden umutluyum. Şikâyet etmek yerine örnek olmayı, nasihat olmayı tercih ediyorum. Ve kendime hayırlı ve güzel örnekler seçmeye gayret ediyorum. Tez danışmanım Hasan Akay Hocam, tezim kitaplaşınca beni çok mutlu eden bir söz söylemişti: “Bu çalışma sadaka-i cariyedir”. Öyle olmasını diliyorum. Okuru ve istifade edeni bol olsun. Başka çalışmalara kapı aralasın. Filistin’deki şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Bu mübarek coğrafya için yazan şairlerimize, yazarlarımıza ve bu konuda bana konuşma imkânı veren size çok teşekkür ederim.
Yorum Yaz