Halkın halka teşhiri: Hakk'a sığındık

EDEBİYAT Güncel

Bizim gibi toplumlarda mizah çoğu kere bir hayat sigortasıdır. Şakır şakır kahkahaya saklanmış bir hakikatin en asabi mizaçlarda bile tahammül edilebilir bir hüviyeti vardır. Gölgesine basılmayan hükümdarın karşısında taklalar atan soytarının zaman zaman ekâbiri bile mizahına meze yapabilmesi hürriyetidir bu. Resmî yahut sivil, hangisi olursa olsun hicvi sindirilebilir kılan bu beliğ şamatadır. Aksi hâlde tarihin yaprakları Nef’î gibi muhteremlerden geçilmezdi. Bernard Shaw’dan bir alıntı yaparak, yazımın ilk cümlesini şerh etmeye çalışmam umarım kolaycılık olarak görülmez: “Şayet insanlara gerçeklerden bahsedecekseniz onları güldürmeye bakın – yoksa sizi öldürürler.”

Hüseyin Rahmi de ölümlülerin gadrinden mizah aleyhisselamın tavassutuyla kurtulmuş ve edebiyatın kırklar meclisine karışmış ulu bir zat. Romancılığımızın emekleme devresini bitirip üveyikler misali sak sak yürüdüğü bir safhada kurguya kontrast ayarı çekenlerden. Külliyatı 50 cilde ulaşan Hüseyin Rahmi Bey, yaşadığı dönemde popüler bir muharrir olmakla beraber, şu hususta da hakkını teslim etmek gerekir ki, hiçbir eserinde belagatten ödün vermemiştir. Nitekim Wilpert’in editörlüğünü yaptığı Dünya Edebiyatı Sözlüğünde zikredilen biçimiyle, "yeni bir dönemin arifesinde Türk yaşamının okunmaya değer, folklor ve dil açısından zengin tasvirlerini" bulabileceğimiz romanlarından biri de “Hakk’a Sığındık” isimli eseridir. Türk edebiyatına muhabbet duyan aziz okurlar bilecektir ki, bu roman bilhassa coronavirüs salgını sırasında yeniden gündeme gelmiş ve yayın programlarını renklendirmiş kitaplardan birisidir. Takriben bir asır önceki İspanyol nezlesi kaynaklı bir salgını anlatan eser, tarihin gerçekten de tekerrüre meyyal olduğunu hatırlatır insana. Neyse ki Türkiye bu kez bir harple imtihan edilmemektedir. Harp şartlarının yoksulluk, karaborsacılık, cehalet ve amansız bir hastalıkla birleştiğini düşünün, Gürpınar’ın ilk satırbaşında tasvir etmeye çalıştığı Hoşkadem muhitinin özetine erişirsiniz. Yazarın büyük anlatım ustalığı tam da böyle kasvetli bir atmosferde zuhur etmektedir. Tahlil ve tespitleriyle bu tragedyayı, ibretnüma bir letaife çevirmeyi başaran Hüseyin Rahmi’nin bazı noktalarda pozitivist bir tutum takındığı yahut yaşadığı dönemde hasmane düşünceler beslediği İttihat ve Terakki’ye karşı uzun yergilere giriştiği dikkatli okurların gözünden kaçmayacaktır. Gelgelelim bunca kusurun kadı kızında da olacağına dair eski kabulle romanı bitirdiğinizde, aklınızda canlı bir Osmanlı kesiti kalacaktır.

İnsanın eski huyudur, resmî tarihin sızamadığı kılcal vakitleri pek seyrek olarak aklına getirir. Yani savaş denildi mi sadece cepheleri ezberleriz, zaferlerde mağrur, mağlubiyetlerde mağdur bir duruş sergileriz. Sahnenin dışındakileri, cephenin gerisindekileri genellikle edebiyat söz konusu eder. Hâlbuki dâhil olduğumuz harp dünyanın yörüngesini de değiştirse sosyal hayat şöyle ya da böyle değişerek devam eder. Cephe birkaç saat uzakta bile olsa hayat bir jonglör gösterisi gibi sürer. Hüseyin Rahmi’nin perdeye buyur ettiği karakterler de bundan muaf değildir. Zilletin bütün koşulları oluşmasına rağmen Hacı Ferhat Efendi ve Hafız İshak Efendi, canlarının (ve cananlarının) selameti için kerameti kendinden menkul Abdal Veli hazretlerinden medet umarlar ve böylece bir İstanbul vodvili başlayıverir. Mevzu, ecinnilerden mütevellit doğrudan asayişle alakalı bir hâl alınca Komiser Şinasi Bey de ipin bir ucundan tutarak, mağdurlara yardımcı olmaya gayret eder. Leb demeden leblebiyi anlayan Şinasi Bey, Rumca ve Fransızca bilen, Avrupa’daki polisiye metotları hıfzetmiş, dirayetli ve zeki bir emniyet mensubu… Evet aziz okur, bin kerre evreka! İşaret edilen olsa olsa alaturka Sherlock’tur. Hüseyin Rahmi, oyunbaz kalemiyle saman sarısı kâğıtları, elvan elvan krepon kâğıtlarına çevirirken en başta kendisinin keyif almasını önemsiyor. Bunu, kaleme aldığı metindeki iştahlı söyleyişten anlamak mümkün.

Romanın keyfine halel getirmemek adına kurguya dair çok ipucu vermeyeceğim lakin Hüseyin Rahmi’nin eser boyunca hurafelerle bulanmış zihinleri sarakaya aldığını söylemek mümkündür. O, hududu aşan düşman çizmelerinden çok kökleşmiş ve batıl itikatların kuşatması altında olduğumuzu düşünerek yazmıştır. Nitekim eser ilk kez 1919 yılında yayımlanmış ve Heybeliada’da tamamlanmıştır. 1919 yılında meşgul olduğu konu ve meskûn olduğu muhite bakıldığında Hüseyin Rahmi’nin, kendi gündemini takip eden yazarlardan olduğunu söylemek mümkündür. Telif hakkının olmaması ve Gürpınar’ın sürükleyici kurgusu sebebiyle “Hakk’a Sığındık”ı birçok farklı yayınevinden okumak mümkündür. Hatta kimi yayınevleri eseri sadeleştirerek “günümüz Türkçesiyle” ibaresiyle de okura ulaştırmıştır. Ama okura şunu söylemeyi kendime bir borç addediyorum ki, TDK’nin e-mağazası üzerinden kitabın e-kitap biçimine ulaşmak mümkündür ve işin güzel yanı, eser için hiçbir ücret talep edilmemektedir. Kitabın hemen girişindeki 25 sayfalık Sunuş bölümü ise Gürpınar hakkında malumat edinmek isteyenler için doyurucu bir kaynak olacaktır. Bu bölümün, Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali’nin kaleminden çıktığını söylemezsek olmaz.

“Ben her eserimde aziz karilerimi, avami şathiyat arasında yüksek bir felsefeye doğru çekmeye uğraştım.” der Hüseyin Rahmi Gürpınar. Gerçekten de Türk modernleşme tarihindeki bütün asli ve tali meseleleri onun roman ve öykülerinde keyifle okuyabiliriz. Sağdan bakılırsa servet düşmanlığını, soldan bakılırsa sınıf çatışmasını; dinî duyguları sömüren cingözleri, damarlarında kan yerine cehalet akan fırdöndüleri, mukadderatçıları, vurguncuları ve daha nice Karagöz tasvirini uzun tahliller eşliğinde okuruz ama Gürpınar’ın dogmalaşmış pozitivist zihniyeti her şeyin çözümünü çağdaş eğitimde bulur. Tarih bu tavsiyenin de son kertede haklı çıkmadığını defalarca göstermiş olsa da bu durum, müellifin yazarlığına leke sürmez. Nitekim o, bugün bile mizah başlığı altında en çok satılan ve konuşulan yazarlardan birisidir. Yine de konu fal vezninden tavsiyelere gelmişken romandaki şu pasajı paylaşmadan geçmek istemedim: “Şurada Fuzuli Divanı duruyor. Oradan tefeül ederiz. Hangi isim çıkarsa o namda bir adam ararız.” Her ne kadar yazar bu usul-i tayini tasvip etmemiş olsa da Fuzuli’nin divanından fal açmak şairane/arifane bir tutum değil midir? “İşlerinizde şaşırdığınız zaman, kabirdekilerden yardım isteyiniz!” diyen peygamberin torununa hizmet etmiş ve türbedarlık yapmış şair Fuzuli’nin millet nazarındaki makamına bakar mısınız? Ben de müsaadenizle Hüseyin Rahmi’nin meşrebine uygun olarak, şathiyeleriyle maruf Kaygusuz Abdal’ın Divan’ından tefeül ederek yazımızı nihayete erdireceğim. Ne çıkarsa bahtına aziz okur:

“Çünki Hakk’ın tedbîrine ‘aklın ermez takdîrine

Gör ne kalır ortada sâhib-merdân ebsem ol”

Yorum Yaz