Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
“Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında. / Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar” mısralarının yayımlanmasının üstünden tam 40 yıl geçti. Şair İsmet Özel 80 yaşında. Onu anlamak, şirine, fikirlerine yaklaşabilmek için yapılacak tek şey, ürettiklerine yeniden odaklanmaya çalışmak.
Şair İsmet Özel 80 yaşına girdi. 1983 yılında yayımladığı “Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Resmin Arkasındaki Satırlar” isimli şiirine şöyle başlıyordu: “Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında. / Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar / ben yaşarken koptu tufan ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat / her şeyi gördüm içim rahat”.
Litros Sanat’ın yazı işleri müdürü olan arkadaşım Rabia Bulut’la belki de bir hafta – on gündür şu satırlar üzerine ara ara konuşuyoruz. Bazen beş dakikalık, bazen yarım saatlik görüşmeler oluyor bunlar. Aslında derdimiz, bu özel sayı için özel bir haber, yazı çalışabilmek… Ama ikimizde birbirimizi belli bir konu için ikna edemiyoruz. Rabia’nın söylediğini ben, benim söylediğimi Rabia beğenmiyor. Müşkülpesentlik her yanımızı kaplıyor. Ama bunun nedeni bahsettiğimiz kişinin İsmet Özel olması. En nihayetinde şairi anlatmak için ne yapsak ne söylesek hatta ne sorsak az gelir, yavan kalır diye düşünüyoruz.
Bu sorun sadece bizim anlık meselemiz değil. Özel’i anlamak Türkiye’nin hikâyesi adına çok şey ifade ediyor. Bir yön çizebilirsek, bir fayda sağlayabiliriz. Derdimiz bu… Peki ne ile anlatabiliriz İsmet Özel’i? Mutabık kaldığımız başlık şu oluyor: Onun kitaplarıyla! Şairin üretimlerine, fikirlerine yaklaşabilmenin en kestirme ve yolu onun kitaplarından geçiyor.
Tam da bu nedenle Özel’in bazı kitaplarından kıymeti büyük alıntılarla karşılaştıracağız sizi. Doğru seçimleri yapabilmek için uğraştığımızı, yine de büyük şairi anlatmak için bu kısa alıntıların yeterli olmayacağını biliyoruz. Ancak bir yerden başlamak şart… Buyrun birlikte okuyup, odaklanalım:
“İnsanoğlu mısralarda, şiirde hiç kimsenin elinden alamayacağı bir ‘yurt’ bulur”
“Sokaktaki adam, ‘Ekmek nasıl yenir?’ biçimindeki bir soruyu saçma bulur. Biri kalkıp da ona “Ayağındaki pabucu nasıl giydin?” diye soracak olursa, delilerle uğraşmaya niyetim yok diye düşünüp belki cevap bile vermez. Ama bu sorular önemli, ciddi sorulardır ve cevapları ‘Şiir nasıl okunur?’ sorusunun cevabı kadar çetindir.”
“İnsanoğlu mısralarda, şiirde hiç kimsenin elinden alamayacağı bir ‘yurt’ bulur. Böyle bir yurdu olmasından güven duyar. Hayvan için çığlık, mırıltı, haykırış, homurtu, inleme neyse insan için de şiir odur. İçinde bir parça ‘message’ bulunur ama asıl işleyişini sesi çıkaranın ne cins bir mahlûk olduğunu hemcinsine ve mümkünse yabancı türlere göstermekliğiyle ile yerine getirir.” Şiir Okuma Kılavuzu, Tiyo Yayınları, 2013
“Yaşıyor olmak, savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir”
“Dünyaya gelmek, bir saldırıya uğramaktır. Doğan bebek, havanın ciğerlerine olan saldırısının verdiği acıyla haykırır. Soğuk saldırır bize, sıcak saldırır. Açlığın, hastalığın, korkunun saldırılarını savuşturma yoluyla yaşarız, hayatta kalırız. Yaşıyor olmak, savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir. Bir gün son nefesimizi verdiğimizde bize yapılan ilk saldırıyı tamamen püskürtmüş oluruz. Savaş bitmiştir.”
“Kim olduğumuz sorusuna cevap ararken, aklımız hep, kim olacağımız sorusuyla karışıyor. Kim olacağımızı düşündüğümüzde ise kim olmak istediğimiz sorusu peşimizi koyuvermiyor. Gerçekte, kim olduğumuzu öğrenme süreci içinde bile kimliğimiz yeniden oluşuyor. Sanki Werner Heisenberg’in belirsizlik ilkesine tâbi olmuş gibiyiz. Nerede olduğumuzu öğrenmeye çalışırken nereye gittiğimizin bilgisi elimizden kaçıyor, eğer nereye gittiğimizi bilme gayretine kendimizi kaptırırsak nerede olduğumuzu unutma tehlikesine uğruyoruz. Ama bütün bu belirsizlik içinde karartılamayacak, önemi azaltılamayacak, vazgeçilemeyecek bir kalkış noktamız var: Bizler, hepimiz birer ürünüz. Hepimiz husule geldik, hepimiz oğullar ve kızlarız.” Waldo Sen Neden Burada Değilsin, Risale Yayınları, 1988
Bir hâdis bir şaire neler ilham eder?
“Yerküre sathında geçirdiğim yılların sayısı yetmişi buldu. Yaşadım da ne oldu? Bu yaşıma kadar yaşamak adına bir tavır koyduysam, bu tavrım diyebileceğim şeyin bir tür ukalalık olduğunu gayet iyi biliyorum. Başka çarem yoktu. Immanuel Kant’ın Horatius’tan naklen bulunduğu tavsiyeye bigâne kalamazdım. Cüretkârlığım dünya hayatında ‘başarı’ diye adlandırılan şey uğruna herhangi bir tedbir almama fırsat vermedi. Tedbirsizliğime rağmen ismim intişar ettiyse bütün şartlarda hareketlerimin istikametini edebe riayet etme dikkatimin tayin edişindendir. Bu yaşımda sual etmekteyim: Sıra gözeten nazmım acaba bir Kırk Hadis kitabının müellifi olmamla aksamış mıdır? Bu kez bir inhirafa sebep oldu mu cüretkârlığım?”
“Bir hadîs-i şerîfin bir şairle ne ilgisi olduğunu, bir hadîsin bir şaire neler ilham ettiğini, bir hadîsin bir şaire hangi bakımdan ikramda bulunduğunu öğrenmek hoşunuza gidecekse doğru yere geldiniz. Geldiğiniz yer doğrudur ve fakat bu yerde kalacaksanız bu yerin size rahatlık temin etmeyeceğini bildiğiniz müddetçe kalabilirsiniz. Kalmayı göze aldıysanız “terakki” sahasına girdiniz demektir. Korkulur ki bu satırların devamında okuyacaklarınız şimdiye kadar bozulmadan koruyageldiğiniz rahatınıza musallat olacaktır.” Kırk Hadis, Tiyo Yayınları, 2013
“Bizler dedelerimizin yanılgılarını devraldık”
“Bugün dünya üzerinde yaşayan Müslümanların iyi bir başlangıç yaptıkları söylenemez. Maddi ve ruhî bakımdan kötü başlangıçların ürünleriyiz. Maddi denilebilecek kötü başlangıcımız sermaye birikimi, teşebbüs imkânı, teknolojik donatım gibi alanlara hasredilmemeli. Noksanlıklarımızın buralarda bulunduğunu sanmak bizim ruhî başlangıcımızın ne kadar kötü olduğunu dışa vurmaktan başka işe yaramaz. Eğer kötü başlangıcımızın maddi yönünü araştırıyorsak bunu Müslümanlara mahsus hayat tarzının yıkılışında bulacağız. Meskenlerimiz, mekteplerimiz, kütüphanelerimiz, hastanelerimiz yok. Bir yerlerde oturuyor, uyuyup uyanıyoruz; bir yerlerde okuyor, bir şeyler öğrenmeye çabalıyoruz; bir yerlerde dertlerimize deva arıyoruz. Ama bütün buralar Müslümanları dünyadaki haysiyetli yerlerinden tardedenlerin oturup, okuyup, tedavi oldukları yerlerin kötü birer kopyası. Bizler yalnızca kötü birer kopyası. Bizler yalnızca kötü başlayanlar değiliz, kötü başlamış olanların da torunlarıyız. Onların maddi alandaki kötü başlangıçları, ruhi alandaki kötü başlangıçlarının kaçınılmaz sonucuydu. Bizler dedelerimizin yanılgılarını devraldık.” Surat Asmak Hakkımız, Şule Yayınları, 1996
“Bana aldatmanın gizliliği dert olmuştur”
“Elinden iş gelip de üzerinde toplum baskısı denilen şeyi hissetmeyen ve bu baskıyı bir biçimde etkisiz kılma çabası göstermeyen insan yok gibidir. Bir toplum baskısı, yani bir otalamaya rıza dayatması her alanda kendini gösterir. İrili ufaklı cinci hocaların tümü onlar beni aldatacağına; ben onları aldatayım mantığını yürütür. Bu mantıkla hareket ettikleri için de geçerli mantığın eyyamcılık gibi belirmesine hizmette kusur etmemiş olurlar. Kalın Türk olarak benim dert saydığım, yükünü çektiğim şey üzerimdeki toplum baskısını hafifletmeye, aldatmacanın belasını savmaya matuf değildir. Tıpkı şarap gibi aldanmanın ve aldatmacanın bir iyi, bir de kötü tarafından bahsetmek mümkündür. Bana aldatmanın gizliliği dert olmuştur. Sahiciliğe kavuşmak, mümkünse birini daha sahicilikle buluşturmak için çırpındım. Çırpındıkça çevikleştim ve kalınlaştım.” Kalın Türk, Şule Yayınları, 2010
“Kavrayışında radikal olmayan istikametinde de isabetli olamayacaktır”
“Bir meseleyi kökten kavramakla o meseleye köklü bir çözüm getirmeye çabalamak birbirinden çok farklıdır. Kavrayıştaki köktenci tutumumuz bizim şükreden hamdeden tarafımızdır. Buna karşılık bir meseleyi kökten bir çözüm önermek bir rubûbiyet iddiasıdır. Gerçekte meseleyi kökten kavrayan kişi o meselenin nihai çözümünün elinde olmadığını da kavramış sayılır. Ancak meselenin radikal bir yaklaşımla kavranışı o mesele içinde erimekten o mesele dolayısıyla karşılaşılan belalara günahlara bulaşmaktan bizi alıkoyar. Kavrayışında radikal olmayan istikametinde de isabetli olamayacaktır.” Üç Mesele, Tiyo Yayınları, 2012
Yorum Yaz