Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Özcan Ünlü
Hocalar neslinin son kutuplarından biri olan Dr. Mehmet Genç hakkında bir konuşmaya veya yazıya başlanılacağı zaman şu iki kalıp cümle mutlaka mukaddime kısmına raptedilir: “Tarih ışığında bir ömür”, “Osmanlı ekonomi tarihine adanmış bir ömür.” Her ikisi de doğrudur. Fakat hoca için belki de en önemli tespit, onun “ilim aşkı”, “ilim ahlakı”, “ilim ciddiyeti” ve “ilim sevdası”dır.
Hayatımıza bazı insanlar girer. Bazen onları konuşlandırırken kendimize olduğundan daha fazla titizleniriz. Uzaktadırlar bazen. Ama bunun hiçbir önemi yoktur. Onların bir kısmı hayatımıza dokunmuştur. Kimi bir sözü ile, kimi birkaç mısra ile, kimi birkaç şarkısı, kimi çalışkanlığı, kimi asaleti ile…
Bu insanlardan bir kısmı hayatımıza dokunurlar ve akıp giderler bir süre sonra. Ya da biz onların yanından yöresinden ayrılırız. İzleri ölünceye dek silinmez. Edaları, tavırları, konuşmaları, irfanları ile… Bazıları meczup olabilir bu insanların. Bazıları ümmi, bazıları çiftçi… Ama hayatımıza kattıkları ile bizim için daima özel insanlardır.
Prof. Dr. Mustafa Özel’in bir tarifi vardır: “Medeni hayatın bütün formalite ve yüklerinden arınmadıkça, kendinizi topyekûn ve sadece ilme vermedikçe, ilim de size kendini vermez! Çağının en büyük tarih hocası Ömer Lütfi Barkan’ın asistanı iken bile, verileri konuşturamadığı ve anlamlı bir neticeye ulaştığını hissetmediği bir çalışmayı ‘tez’ olarak sunmayı reddetmek, bu konumun sağladığı maddi rahatlık ve sosyal statüden vazgeçmek, emsalsiz bir ilim ahlâkının işaretidir.”
Tarihe adanmış ömür
Özel, bu tespiti herhangi biri için yapmamıştır. Bu memleket için bir derdi olan ve bu derdi bir gerçekliğe tekabül eden herkesin, ismi anıldığında dahi kendini toparlama ihtiyacı hissettiği bir büyük değer olan Dr. Mehmet Genç için yapmıştır.
Hocalar neslinin son birkaç kutbundan biri olan Genç hakkında bir konuşmaya veya yazıya başlanılacağı zaman şu iki kalıp cümle mutlaka mukaddime kısmına raptedilir: “Tarih ışığında bir ömür”, “Osmanlı ekonomi tarihine adanmış bir ömür.” Her ikisi de doğrudur. Fakat hoca için belki de en önemli tespit, onun “ilim aşkı”, “ilim ahlakı”, “ilim ciddiyeti” ve “ilim sevdası”dır.
Yaklaşık 5 ay önce (18 Mart 2021, İstanbul) sırladığımız Dr. Mehmet Genç (doğumu 4 Mayıs 1934, Arhavi-Artvin), tarih biliminin popüler isimlerinden biri idi. İlmine saygı gösterilen ve konusuyla ilgili bir şey yapılmak istendiğinde kapısı çalınan ilk isimlerden biri idi. Asla popülist değildi. Asıl alanı Osmanlı İktisat Tarihi olmakla birlikte, devrinin birçok ciddi eğitim almış hocası gibi neredeyse bir hezarfen marifeti ile donanmıştı. Evet, Osmanlı ekonomisini biliyordu ama mesela Osmanlı için kahvenin önemini, gündelik hayattaki hassasiyetleri, İstanbul yaşantısını… Mantıklı bir hayat için gerekli bütün bilgilere haizdi. Bu da hocayı meslektaşları arasında saygın bir yerde tutuyordu.
Her vesika konuşmalıdır
Kendisi gibi hezarfen bir iktisat profesörü olan Mustafa Özel’in hoca hakkındaki bir tespitini yukarıda alıntılamış idik. Bu tespiti doğrulayan bir diğer özelliği, hocanın 1956’da başladığı doktorasını 40 yıl sonra, 1996’da tamamlamış olmasıdır.
Dr. Mehmet Genç, çok titiz bir ilim insanıdır. Karşısına çıkan her vesika onu heyecanlandırmalıdır. Öyle ki, belgenin niteliği ne olursa olsan konuşmalı ve konuşturmalıdır. Haydarpaşa Lisesi’nde çok iyi hocaları olmuştur. Sonrasında girdiği Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde de aynı ciddiyetle öğrenimini bitirmiştir. Doktorasını 40 yılda tamamlamasının sebebi elbette tembelliği değil, tevarüs ettiği bilim ahlakının ona yüklediği sorumlulukla doğrudan ilgilidir. Bir şey daha… 1960’da girdiği İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Türk İktisat Tarihi Enstitüsü’nde ‘İktisat Tarihi’ asistanı olarak Ömer Lütfi Barkan’ın yanında çalışma şansını yakalamış olması…
Hep bir adım önde…
Hocalarından aldığı bu ciddiyeti, 1983 yılında çalışmaya başladığı Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ndeki binlerce öğrencisine aşılamayı başardı. O yüzden, bu üniversitenin tarih bölümü refiklerinden hep birkaç adım önde olmuştur.
Osmanlı İktisat Tarihi üzerine lisans ve lisansüstü düzeyde dersler veren Dr. Mehmet Genç, 1999’da emekliye ayrılmasına rağmen İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü, İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü, İstanbul Şehir Üniversitesi İnsani Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü’nde lisans ve lisansüstü dersler vermeyi sürdürdü.
Makaleleri birer kılavuz
Hocanın mesleğine bağlılığı profesyonel bir ilişki ile açıklanamaz. Çünkü bugün üniversitelerimizde onun izinden giden birçok talebesi bunun en önemli kanıtıdır. Osmanlı ekonomisi üzerine kaleme aldığı makalelerinin çoğunun İngilizce, Fransızca, Arapça ve Yunanca dillerine çevrilerek yayınlandığı ülkelerin literatürüne girmesi de bunun en önemli ispatıdır.
Çok fazla eser vermemesine rağmen, tebliğ ve makalelerinden oluşan “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” (eser, 2001 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından fikir, yine aynı yıl Aydın Doğan Vakfı tarafından özel ödüle layık görüldü) ve Erol Özvar ile birlikte hazırladıkları “Osmanlı Maliyesi Kurumlar ve Bütçeler” isimli eseri bugün konusunun baş ucu kaynakları arasındadır.
Cömert bir ilim insanı
Ankara Valiliği’nde mâiyet memurluğu ve Şereflikoçhisar’da kaymakam vekilliği yapmış olmasına rağmen o tarih bilimine gönlünü kaptırmıştı. Barkan hoca ile çalışmaya başladıktan sonra ise bu aşk tutkuya dönüştü. “Sanayi Devrimi’nin Osmanlı Sanayiine Etkisi” başlıklı tezi hocalarından yüksek derece ile geçince ülkemizin en önemli iktisat tarihi uzmanı olarak kader çizgisi de kesinleşmiş oldu. 1966 yılında girdiği Başbakanlık Arşivi’ndeki neredeyse bütün Osmanlı arşiv belgelerini didik didik okudu, notlar aldı, hakkında onlarca makale yazıp yayımladı.
Asıl alanı Osmanlı iktisat tarihi olmasına rağmen, danışmanlık yaptığı kurumların kültür envanterine önemli miraslar bıraktı. Kültür, sanat, bilim, matematik, tiyatro, müzik, felsefe ve edebiyat konularındaki engin bilgi ve birikimini cömertçe paylaştı. İnce mizah anlayışı, nezaketi ve tevazuu ile de silinmeyen izler bırakmayı başardı.
Matematikçi olmak istedi
2015 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri kapsamında, “Sosyal Bilimler ve Tarih” alanındaki ödül kendine takdim edildiğinde geniş kesimler onu tanımış oldu. Yaşadığı yıllar boyunca imtiyazdan, makamdan, unvandan kaçan -hatta reddeden- hocanın tek derdi bulmaca çözer gibi ilimle iştigal etmekti…
Bunun sebebini kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle anlatıyor: “Tarihçi olmayı düşünmüyordum. İlkokul dördüncü sınıftan itibaren matematikçi olmak istedim. Matematik problemleri bana bilmece gibi görünüyor ve onları çözmek bana büyük haz veriyordu. Zor bir problemi çözmek en büyük haz demekti. Onun için matematikçi olmak istiyordum. Matematik eğitimini ancak üniversitede alabileceğimi, oraya ulaşabilmek için ortaokul ve liseyi okumam gerektiğini düşündükçe üzülüyordum; çünkü hiç hoşlanmadığım bir yığın ezber dersleri geçmem gerekecekti.”
Nihal Atsız’dan sonra…
İlginç bir tesadüf vardır hayatında. Ömrü boyunca hayırla yad ettiği bir isim; Nihal Atsız. Hayatına yön veren önemli bir isimdir Atsız. Milli tarih meselesini ilk ondan dinlemiş ve çarpılmıştır: “Nihal Atsız’dan millî tarihimizin ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Tarihle ilgili verdiği bilgiler benim beklentilerime çok uyuyordu. Atsız, bende açılmayı bekleyen potansiyeli harekete geçirdi. Öğretiyordu, fakat öğretirken incitmemeye dikkat ediyordu. Matematiği sevmeme rağmen milliyetçiliğin de ciddi düşünülecek bir alan olarak karşıma çıkması beni sosyal bilimlere yönlendirdi. Nihal Atsız’ın bunda büyük payı oldu.”
Yolu Kur’an gösterdi
Bir de Osman Yüksel Serdengeçti… Onun sayesinde edebiyatı tanır. Dostoyevski, Shakespeare, Kafka, Gogol, Çehov gibi isimleri okuduktan sonra edebiyata ilgisi başlar. Matematik, Nietzsche ve Schopenhauer çizgisinde felsefe tamam ama edebiyat ve müzik hatta Batı müziğine ‘asla’ diyen bir genç iken klasikleri okudukça ilgisinin sınırları da genişler. Fakat en önemli keşfi Yüce Kitabımız olur. Böylece bütün sorularının cevabını asıl kaynağında bulur: “İslam’ın bize öğrettiklerinin hakikat olup olmadığını merak ediyordum. Okulun mescidinde Elmalılı Hamdi Yazır’ın Kur’an tefsirinin ciltleri vardı. Bir gün ikindi namazını kılarken kafamda, ‘Allah gerçekten var mıdır? Peygamber hak mıdır?’ soruları dönüp duruyordu. Namazdan sonra bitkin halde seccadeye çöktüm. Ümitsiz halde yanı başımdaki tefsir ciltlerinden birini aldım ve rastgele açıp parmağımı bir ayete koydum. Ayet mealen şöyleydi: ‘İnancınızdan şüpheniz olsa bile ibadeti bırakmayın. Ona devam edin. İnancınızı o düzeltir.’ O günden sonra bir daha inancımı sorgulamadım.”
Bizi tarihe yakınlaştırdı
Yaşı 80’e dayandığında bile soru sormaya devam etti hoca. İslam medeniyetinin Batı karşısındaki durumunu, gelinen noktanın gerileme olup olmadığını, medeniyet değişimindeki sebepleri tavana kadar kitap dolu odasında tefekkür etti sürekli. Bu tefekkür halidir ki onu “unvansız tarihçi” yaptı ve fakat bu onun için -bizim için de- hiç mühim olmadı. Eşsiz bir ahlak, çalışma disiplini, hakiki bir tarih şuuru bıraktı bize.
Nietzsche’nin “Uçurumun içine bakarsan uçurum da senin içine bakar” sözünün alt metninin tefsirini çok iyi yaptı ve Osmanlı uçurumunun içine baktı, onunla kaynaştı ve arşivdeki bütün harfleri, rakamları konuşturarak bizi tarihle yakınlaştırdı.
Bu yolculukta eşi Münevver Nurdan ve kızları Zeynep ve Elif Süreyya’nın zamanlarından da ç/alarak kullandığı mesaisi bize bu büyük ilim insanını kazandırdı. O hep bu durumun farkında olarak minnet ve şükran duyguları ile yaşadı.
Vefatından birkaç yıl önce aldığı Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Uluslararası Akademi Ödülü de kayıtlara girmelidir. Ayrıca 2019’da akademi genel kurulu tarafından TÜBA Şeref Üyeliği’ne seçilmiş olması da…
Örnek şahsiyeti, başarılı ve disiplinli çalışma hayatı ve bize kazandırdıklarıyla unutulamayacaklar listesine adını yazdıran Dr. Mehmet Genç, 18 Mart 2021’de vefat etti ve naaşı Fatih Camii Haziresine defnedildi.
Üniversite arkadaşları: Karakoç, Eygi ve Süreya…
Ankara Üniversitesi’ndeki eğitimi sırasında çok değerli arkadaşları oldu. Fakülte arkadaşları arasında Sezai Karakoç, Ergin Günçe, Mete Tunçay, Mehmed Sevket Eygi ve Cemal Süreya gibi isimler vardı. O günleri şöyle anlatır bir söyleşide: “Ben milliyetçi ve dindar bir görüşe sahiptim. Sezai (Karakoç) ve Şevket Eygi Müslüman idiler. Mete Tunçay ve Taner Timur Kemalist idiler. Ergin Günçe Marksistti. Erken yaşta vefat etti. Komünist, Marksist, sosyalist arkadaşlarımız vardı. Her tipte insan vardı. Hepimiz çok okuyorduk. Yoğun tartışmalarımız olurdu ama birbirimizi incitmezdik. Kavga etmek aklımıza bile gelmezdi. Aile fertleri gibiydik. Hiçbir arkadaşıma kızdığımı hatırlamıyorum.”
Yorum Yaz