Sabır ve sebat olmadan olmaz

SİNEMA

Sevdiğim işi yaptım, sevdiğim için de sanırım başarılı oldum, diyor Mevlüt Koçak. Bir zanaatı icra ederken nelerin öncelenmesi gerektiğini, sebat etmenin önemini genç yaşlarda öğrenmiş bir ustadan kendi hikâyesini dinledik. 

“Kurgu tuğla dizmek değil, anlam katmaktır.” diyor Mevlüt Koçak. Bugün Yeşilçam ile kendini eğitmiş, usta yönetmenlerin dostu olan bir usta ile beraberim. Küçük yaşlarında kurgu masasıyla tanışmış ve uzun yıllar beş yüze yakın film kurgulamış Mevlüt Koçak’ın her şeyden önce kurgu yapan biri için sezgilerin ve sabrın ne kadar önemli olduğunun altını çizmesi, bu işe meraklı olan bana da yol gösterici oldu. 

Kendisini büyüleyen anlardan, neden sinemayı tercih ettiğinden bahsettik. O keyifle anlatırken mesleğine ne kadar büyük sevgi beslediğini anlıyorsunuz. Yerli festivallerde kurgunun ödül kategorisine dahil edilmesi için çaba göstermiş, mesleğini sebat ile icra eden, idealist tarafıyla genç sinemacılara yol açan Mevlüt Koçak ile gerçekleştirdiğimiz röportajımız sizlerle… 

Kurgucu olma serüveniniz nasıl başladı? 

Ben Türk sinemasına hayran biriydim. Teyzemin oğlunun Bomonti’de çalıştığı stüdyoya okul tatillerinde giderdim. O da kurgucuydu. Eskiden Beyoğlu’nda Galatasaray Lisesi’nden Taksim’e kadar oyuncular gezerdi hep. Severdim de bu sektörü. Beyoğlu’nda onunla gezerdim. Lisede okuldan ayrılınca onun yanında çalışmaya başladım. Benden yaşça da küçük çocuklar vardı. Sürekli bana emrivaki bir şekilde ayak işleri yaptırıyorlardı… Dedim ki kurgucu olmak istiyorum ama kurgu masasına ancak bakıyorum. Birileri çalışmadığı zaman o masaya oturabilirsin. “Ben bırakıyorum bu işi” dedim teyzemin oğluna. O da “hayır” dedi. “Döverim seni, sebat edeceksin” dedi. Bizimle iş yapan Adriana diye bir hanım vardı. O rahatsızlanınca yarım kalan bir Fikret Hakan filminin kurgusunu tamamladım. Revizyonunu yaptılar. Benim mesleğe girişim böyle oldu. Ama sevmeseydim yapmayabilirdim. Bir de aileden biri olmasaydı bu sektörde tutunmak, o zamanlar için, çok kolay değildi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kurgu sonsuza uzanan bir süreçtir

Kurgunun sabır gerektiren bir iş olduğunu, insanın hareket alanını nasıl yonttuğunu biliyorum. Kendi adınıza mesleğe başlamadan önceki mizacınızla meslek hayatıyla beraber şekillenen Mevlüt Koçak’ın mizacında bir değişiklik görüyor musunuz? Karakterinize etkisi oldu mu?

Kurgu gerçekten sabır işi. Sabrınız yoksa keser atarsınız. Gerçi her mesleği biraz zorluğu vardır ama bizim meslek biraz daha sıkıcıdır. Karanlık odada saatlerce çalışıyorsun. Küçük bir ekran ve ışığı da yeterli değil. Ayrıca kurgunun sürekli bir değişimi vardır. Ben yaptım oldu. Böyle bir şey yoktur. O sürekli yenilik isteyen bir şeydir. Sonsuzdur kurgu. Herkesin farklı bir anlatım dili vardır. İşin duygusunu herkes farklı yönlendirir. Sıkıntılı bir iştir ama sabrım benim hiç değişmedi. Hala aynı Mevlüt Koçak sabrı devam ediyor. 

Kurgu mutfaktır

Bu işin günümüzdeki kadar erişilebilir araçlarla yapılmadığı bir dönemden geliyorsunuz. Daha doğrusu bir zanaat olduğu dönemden… Tüm alanlar akademiye taşınmış durumda. Genç kuşak sahada yeterince ter dökmeye fırsat kalmadan bilgi ve teknolojiyle donatılmış halde. Siz bu durumu kendi mesleğiniz özelinde nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yolun sonunda zanaatkarlık farklı bir anlam mı kazanır yoksa değeri mi kaybolur?

O dönemler montaj diyorduk biz. Montajcının pek kıymeti yoktu. Ben bunun çok savaşını verdim. Bugün festivallerde kurgu ödülü varsa biraz da kurgucuların mücadelesinden… “Yapıştırıcı bunlar” diyorlardı. Hayır efendim kurgu olmazsa olmaz. İyi bir kurgucu, iyi bir hikayeyi şahlara çıkartır. İyi bir kurgucu kötü bir filmi de izlenebilir hale getirebilir. Mutfaktır kurgu. Siz alışveriş yapıyorsunuz yiyecek alıyorsunuz akşam yemek yapacaksınız.  O yemek çok lezzetli olmalı. O da kurguyla olur. Ben alaylı/sahada yetiştiğim için okullu öğrencilerle de buluştum tecrübelerimi ve hayatımı anlattım. Oğlum da bilgisayarda kurgu yapıyor. Bakmıyor bile hangi tuşa basacağına artık robotlaşmış o konuda. Tabi alaylı olmam beni bir yerlere getirdi. Neredeyse tüm filmlerinde benimle çalışan rahmetli Ömer Kavur ve rahmetli Atıf Yılmaz benim teoride de gelişmeme çok yardımcı oldular. Hem alaylı hem okullu ayarına gelebildim. Çok ders verdiğim öğrenci arkadaşlarım da var. Bir yerlere geldikleri için de çok mutluyum. Alaylı olmam da bana hep mutluluk veriyor. Yeşilçam’ın verdiği terbiye mi diyeyim gelenek mi görenek mi… Başka duygu, başka bir güzellik. 

Kurgucu, yönetmene omuz veren kişidir

Film yapım sürecinde bulunan kişilerle anlaşmazlığa düştüğünüz anlarda, tercihiniz farklı olduğunda direniyor musunuz veya ne kadar direniş gösteriyorsunuz bu tarz durumlarda?

Yönetmen camiası benim için kıymetlidir. İsim vermeden anlatayım bir anım vardı. Bir film vardı kopyası basılacak... Bastığımız kopyayı yapımcı seyretmek istedi. Gösterime elli altmış kişiyi de toplamışlar, ellerine de kağıt kalem vermişler. Film izlendi. Herkes notlarını yapımcının önüne bıraktı. O da yönetmene dedi keseceği yerlerin bunlar olduğunu söyledi. Yönetmen dedi ki: kesmiyorum. Yapımcı da kesmek istiyor ama ben yönetmen onayı olmadan kesmeyeceğimi söyledim. Dedi ki “Kaç para istiyorsun sen?” Bir sinirlendim orada. “Sen kimsin parayla bunu yaptırabileceğini mi zannediyorsun? Kesmiyorum” dedim. Başka arkadaşlarıma gitti onlar da yapmadı istediğini. Bana “sen mafya mısın?” dedi bu sefer. Hayır dedim, iş ahlakı böyledir. Sonra biz o yapımcıyla bir dost olduk. Ben bir şeyi yapıyorsam doğru yapıyorum. O arkadaşla da uzun yıllar çalıştık. Şuraya geleceğim yönetmen benim için çok önemli bir kriterdir. Bazen kurgu yaptıktan sonra da geliyorlar. Öyle bir film geldi yine. Ben izliyorum ama film gitmiyor ama izlemek zorundayım. Dedim ki üzerinde biraz çalışmam lazım. Benim montaj setim var.  On gün üzerinde çalıştım. Geldiler seyrettiler filmi. Yönetmen biraz şaşırdı. “Ağabey bunun senaryosunu ben yazdım. Ben çektim. Kurgusunu ben yaptım. Ağabey sen ne yaptın ya dedi. “Gayet güzel olmuş” dedi. Ama çok yerini de attım. Kurgucunun yapacağı işlerden biri budur işte. Kes bağla kes bağla ile bu iş olmaz. Masumiyette bir sahne vardır. Haluk Bilginer’in tek plan sahnesi. Bir de başka açılardan da çekmişler. Seyrediyorum onu. Ne zaman hangi duyguya girmiş, yüz yirmi metreyi seyrediyorum… Çok etkilendim ve büyülendim. Zeki istediği için parçalarına da baktık. Dedim ki bu tek plan ile harika. Tek plan olmasında da ısrar ettim. Zaten kurgucu yönetmene omuz veren kişidir. Kurgucuya yönetmen şunu at, şunu al diyorsa o kurgucu değildir. Mesela ana karakter vardır bir de yan karakterler vardır. Onları paralel götürebilmeli… Tabi yönetmenin bakış açısını da bozmadan. Benim bu şekilde katkı sağladığım ve çok keyif alarak yaptığım filmler vardır yani.  

 

 

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                               

 

 

 

 

 

  Dijital sistemde ustam, oğlumdur

Okulda da hep konuşuruz, Türk sineması çeşitli bağlamlarda dönemlere ayrılır… Meslek hayatına başladıktan bu yana malzemeniz ne kadar değişti? Değişen şeyleri neye bağlıyorsunuz?

Eski dönemde çok yoğun şartlarda kurgu yapıyorduk. Makasla kesiyorsun, jiletle kazıyorsun o pedikür kısmını asetonu sürüyorsun ve düzgün yapacaksın. Bu işlemi belki üç yüz defa belki beş yüz defa yapıyorsunuz. O dönemden sonra bir pres olageldi. İlk sefer seri halde yapamadım. Sonra alıştım tabi onu kullanmaya başladık. Arzu filmin Amerika’ya gönderdiği bir arkadaş vardı. Onun sayesinde anolog sistemi gördük. Sonra da bilgisayar geldi. Anolog sisteme gelene kadar bizim sektörümüz Türkiye’de on, on beş sene geriden geliyordu. Şimdi dünyada ne varsa bizde de var. Yurt dışına gittim Almanya’da iki tane film kurguladım. Ama kendimi sürekli yenilemek zorunda olduğumun farkına vardım. Almanya’da tanışmıştım bilgisayar sistemiyle. Oğlum benim bilgisayar manyağı neredeyse. Bir kere ona aldık bilgisayar. Bir gün yanıma geldi kasayı yaktığını söyledi. Oğlum dedim neden söktün? “E merak ettim.” O da meraklı ve şimdi kurguyla uğraşıyor. Dizi kurguluyor hatta, evde yapıyor.  Benim ustam da dijital sistemde oğlumdur.

Sevdiğim için başarılı oldum

Yönetmen kurgucu ilişkisine dair özellikle vurgu yapmak istediğiniz bir şey var mı?

Yönetmenin dilini anlayacaksınız. Zaten her filmde yönetmenin kendi kokusu vardır. Hissedersiniz. Mesela rahmetli Ömer Kavur çok sessizce izlerdi beni. Yanımda olurdu bazen kurgu yaparken… İzliyoruz plan akıyor akıyor… Bir yerde ben makası vuruyorum. Aynı yerde o da duruyor. Artık o kadar o benim içime girmiş ben onun içine girmişim ki bir bütün olmuşuz. Onu çok iyi tanıyorum çünkü. Filmine ufak bir katkısı dahi oluyorsa onu zaten yönetmen görüyor ve mutlu oluyor. 

Filmografinizin tür anlamında çok çeşitlilik gösterdiğiniz görüyoruz. Ancak sektörel anlamda çalışma alanına göre çalışma koşulları da bir tık değişebiliyor bazen… Televizyonda, sinemada ya da reklam sektöründe farklı muhataplıklar kurulması gerekebilir. Sizin tercihiniz özellikle mi hep sinemadan yana oldu yoksa öyle başladığı için mi organik bir şekilde öyle gelişti?

Benim sinemayı çok seven bir karakterim vardı. Ömer Kavur reklam çekiyordu, daha film yönetmeni olmamıştı. Bir reklam çektik. Bir kırk beş saniyelik yaptık, otuz saniyelik yaptık bir de bir dakikalık yaptık galiba… Aradan geçti muhasebeci üç tane zarf getirdi.  Dedim ne bunlar? Neyse açtım hepsinde para var. Ömer Kavur göndermiş. Sonra reklam çektik bir süre ama ben reklamı sevmedim. Orada, duygu yok. Şimdi var. Şimdi film gibi yapıyorlar çünkü. O dönemlerde imkan yoktu istediğin kadar çekemiyordun. Şimdi animasyonlar da var. İstediğin duyguyu oluşturabiliyorsun. Reklam kuşağının parası daha iyi olduğu halde ben sinemayı tercih ettim. Çünkü orayı daha çok seviyordum. Sevdiğim için de zannedersem başarılı oldum. 

Peki dünya sinemasından da çalışmayı isteyeceğiniz yönetmenler var mı?

Öyle bir şeyim olmadı. Dediğim gibi ben yurt dışına gittim orada iki tane film bağladım. Bana dediler ki sen bir yıl buradasın. Bir yılda ancak bitirirsin iki filmi dediler. Neyse finale geldim işi bitirdim. Seyrettiler inanamadılar. Nasıl bitirdin bu kadar kısa sürede. Dedim bu Türk işi. Size vermem sırrını. Dört ay gibi bir vakitte bitirdim filmleri. Bana orada kalmam için yalvardılar. Ama çoluk çocuk var dil bilmiyorum… Hiç sorun değil hepsini hallederiz dediler buraya gelirler dediler. O dönemler buradaki bir iki arkadaşımın filmini yapamadım kısa dönem orayı tercih ettiğim için. Ama sonra dedim ki yok, ülkeme döneceğim. Uzun yıllar da onlarla yine telefonlaştık hala çağırmaya devam ettiler ama yabancı bir sinemaya iş yapma gibi bir hayalim olmadı olsaydı da keyif alırdım büyük ihtimal ama tercih etmedim. 

Yorum Yaz