Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Yönetmen Nazif Tunç: “Biz Türk sinemasının bu münkir hâlini secdeye getirelim diyoruz. Sinemanın biraz unutulan, göz ardı edilen bu yönlerine bakalım. Birleşen Yollar, Minyeli Abdullah, Reis Bey, Çizme, Karınca, Dilsiz filmi ne yaptıysa, Altın Buzağı filmi de onu yapsın. Biz bu amaca ulaşırsak bu bize yeter. Her türlü kirliliğin, saldırının, taarruzun, algının olduğu bir sinema yolculuğunda işaret taşı olacak bir film daha ortaya koyalım. Bizden sonra gelecek sinemacılara da cesaret, cüret versin.”
Yönetmen Nazif Tunç’un yeni filmi Altın Buzağı setine, Bahariye Mevlevihanesi'nde konuk olduk. Samiri kıssasından ilhamla yola çıkan film, günümüzde sinema yapmaya çalışan iki kardeşin –Orhan ve Yahya Demir’in– karşılaştıkları putları, sınavları ve hakikat arayışlarını konu alıyor.
Bahariye Mevlevihanesi’nin dingin atmosferinde kurulan sette, çekimlerin yalnızca teknik bir süreç değil, bir arayışa tanıklık olduğu hissediliyordu. Yönetmen Nazif Tunç, yıllar önce zihninde filizlenen bu fikri, adım adım büyütüp nihayet kamera karşısına taşımıştı. Sessiz bir kararlılıkla ilerleyen sette, hem fikre hem sinemaya duyulan derin bir inanç hissediliyordu.
Halk Film ve TRT ortak yapımı olan Altın Buzağı, tıpkı yönetmenin önceki filmleri gibi güçlü bir fikrî zemine dayanıyor. Yönetmen Nazif Tunç ile filmin hikâyesinden oyuncu seçimine, setin ruhundan seyirciye yönelik beklentilerine kadar pek çok konuyu konuştuk.
Altın Buzağı filminden ilk 2021 yılında sizinle Karınca filmiyle ilgili röportaj yaptığımızda size “Masanızda ne var?” diye sormuştum. Siz de Samiri kıssasından uyarlayacağınız Altın Buzağı filminden bahsetmiştiniz. Şimdi o filmin setindeyiz. Bir fikir, hayal hayat buluyor. Sinema için zor olan bir zamanda settesiniz. Neler hissediyorsunuz?
Hamdolsun, Rabbim bir zamanlar gönlümüze düşen işleri bize nasip ediyor. Dediğiniz gibi, belki daha da eski... 2018 yılında Karınca filminin çekilmesinden önce, Kur’an-ı Kerim’deki altı hayvan adıyla anılan surenin perdeye aktarılmasıyla ilgili bir niyete girmiştik. Karınca çekildi, arkasından da Altın Buzağı geldi. Çünkü zamanımızın insanı, biraz da yarattığı putlara çok düşkün. Onları rablerine döndürmek, kendilerini hatırlatmak için put kırıcı bir film yapma niyetiyle yola çıktık. Bir hayal olarak senaryosunu yazdığınız, kurgusunu kafanızda gerçekleştirdiğiniz bir şey ete kemiğe bürünüyor, gerçek oluyor. Bu mekânlara geliyorsunuz; elinizde bir senaryo, bir cümle var. Akşam dönerken ise ete kemiğe bürünmüş, seyredilecek bir şey olduğunu görüyorsunuz. Bu çok sevindiğimiz bir şey.
Sinema için çok zor bir zamandayız. Sinema bir durgunluk arifesinde, hasta adam halinde. Seyirci salonlardan çekiliyor. Ama insanların hikâye dinleme ihtiyacı hiç bitmeyecek. O yüzden, belki sinema salonlarında çok az film gösterilecek; lakin sinemalar, filmler zor zamanda da olsa, mahşer de olsa çekilecek. “Kıyametin kopacağını görseniz ve bir gün kalsa ağaç dikiniz,” diye buyuran Resulullah’ın sözünü “Kıyametin kopacağını bilseniz film çekiniz,” diye değiştirerek bu zor zamanda film çekmenin elzem olduğunu düşünüyorum.
Yönetmenlerimiz yüzlerini Cannes’a değil irfan kaynaklarımıza döndürmeli
Samiri kıssasından hareketle bir film çekiyorsunuz. Kur’an’ı merkeze alıp hakikati anlatmada günümüzün aracı olan sinemayı kullanıyorsunuz. Kıssayı bir film çekme sürecinde anlatan bir film çekiyorsunuz. Filmi bize anlatmanızı istesem, ne dersiniz?
Kur’an-ı Kerim’deki bütün kıssalar insanlık için birer rehber, öğüt... Yol açıcı, ferahlatıcı, kurtarıcı hikâyeler. O hikâyelerin parlaklığını keşke Allah-u Teala’nın verdiği muhteşemlikle anlatabilsek. Biz ancak suyunun suyu bir ilhamla gerçekleştiriyoruz. Samiri kıssası, insanların içinde putlaştırdıkları şeye tapmalarını anlatır. Kırılması, terk edilmesi için Allah-u Teala tarafından peygamberine uyarılmış bir durumdur. Biz de bu kıssayı günümüze aldık. İnsanın nefesinin, yaradılış gereği bütün zamanlarda aynı olduğunu düşünerek, zamanımızda insanın nefsiyle ve putlarıyla mücadelesini anlatan bir hale dönüştürdük. Film içinde film...
Samiri kıssasını filme aktarmaya çalışan iki sinemacı kardeşin, tıpkı kıssanın kök hikâyesinde olduğu gibi Harun ve Musa temsiliyle, Türk sineması içerisinde dosdoğru, insanı iyiliğe ve güzelliğe götüren temiz bir film yapmak için çıktıkları yolda; Harun ve Musa’nın sınandığı gibi bir sınamayla karşılaşarak, dünyadan ve sistemden gelen birtakım taarruzlarla, şeytani saldırılarla, ödül mekanizmalarıyla, temiz çıkılan yolun saptırılması ve filmlerinin putlaştırılmasıyla, kendi ellerinde olmayan birtakım imkânlarla filmin putlaştırılma hikâyesini anlatıyor.
Bizim için manevi kaynakların günümüzde sinemada temsil edilmesi önemli. Biz bazı filmlerimizde bunu yaptık, yapıyoruz. Bu zenginlikten sinemamızın henüz hiç yararlanmadığını, haberdar olmadığını da ifade etmek istiyorum. Yönetmenlerimiz Cannes’a, Berlin’e dönük olan yüzlerini kendi irfan kaynaklarına döndürmeli. Eğer dönerlerse gerçek ve ulu sinemayı bulacaklarına inanıyorum.
Oyuncularımı uzaklarda aramadım
Filmde Ali Nuri Türkoğlu, Mürşit Ağa Bağ, Dursun Ali Erzincanlı ve Melahat Abbasova gibi oyuncular yer alıyor. Oyuncu seçimini nasıl yaptınız ve nelere dikkat ettiniz?
Oyuncularımı uzaklarda aramadım. En azından oynadıkları karakterleri tam anlamıyla hissetsinler ve perdede var etsinler diye kendi çevremden ve sinemadan dipten gelen bir dalga gibi, hem inançlarına hem de temsillerine inanan oyuncu arkadaşlarla çalışıyorum. Çok iyi, büyük oyuncu diretmelerine, yaygaralarına inanmıyorum. Oyuncu gerçekliğini, karakter temsilini etrafımda kim gerçekleştirirse sıradağlar gibi onlarla yan yana yürümeyi daha değerli buluyorum. Ne yazık ki geçen zaman içinde biz kendi oyuncu zenginliğimizden haberdar olmamışız. Tıpkı üzerinde olduğumuz zengin anlatıların haberdarı olmadığımız gibi. 30 yıldan bu yana gelişmiş, ilerlemiş oyuncu kalabalığından da habersiziz. Oyuncu seçiminde senaryodaki karaktere uygunluk varsa, uzaklarda oyuncu aramayı gereksiz buluyorum. Bir yönetmenin senaryosuna uygun oyuncusunu bulmasının, o filmin neredeyse yüzde ellisini, altmışını halletmiş olduğunu gördüm.
Setiniz İstanbul’un farklı yerlerinde kuruluyor. Bu açıdan da Altın Buzağı bir İstanbul filmi. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Evet, Altın Buzağı bir kent filmi. Sinema, kendini Türk sinemasında taşrada bulmaya başlamıştı. Taşranın karakterlerine, mekânlarına boğulmuş bir sinemayla karşılaşıyoruz. Bizim kahramanlarımız sistemle, tağuti bir düzenle, kentin meydana getirdiği bir tapınmayla mücadele ediyor. Bu sebeplerle bir şehir ve kent filmi. Eski bir hikâyeyi anlatıyor görünüyor ama bir modern zaman filmi. Bu açıdan, kıyamete kadar insanın nefsinin yöneleceği her türlü putu ayaklarının altına almayı gaye edinmiş karakterlerin filmi. O yüzden şehirde geçiyor. Tuzla’da başladık; Bahariye Mevlevihanesi’nde, Marmara Üniversitesi’nde, Zeytinburnu’nda da çekimlerimiz oldu. “Film içinde film” dediğimiz, kardeşlerin çektikleri filmin sahnelerini de TRT Platoları’nda çektik.
Film, çekimler bitince nihayete erecek. Post-prodüksiyon sürecinden sonra seyirciyle buluşacak. Altın Buzağı filminin hangi seyircinin gönlüne dokunmasını istersiniz, kimler izlesin?
Biz bir skor ve hasılat peşinde değiliz. Ödül peşinde de değiliz. Sadece filmimizin temiz bir hakikate ulaşmasını hedefliyoruz. Filmimizi hakikati arayanlar bulsun isteriz. Seyircinin gözünün, gönlünün tutacak temiz bir şey bulmasını istiyoruz. Allah’ın emrettiği, Kur’an-ı Kerim’de insanların öğüt alsınlar, doğru yolu bulsunlar, sapkınlıktan kurtulsunlar diye gösterdiği hikâyenin de perdede bir kırıntısının olmasını istiyoruz. Bu bize yetiyor. Böylece Allah rızası için film çekmek noktasında da kendi niyetimizi yeniliyoruz. Seyirci olarak elbette belki geniş kitlelere ulaşır bir film ama Allah’ın emrini tebliğ etmiş peygamberlerin yaşadıkları sıkıntıları düşününce, seyircinin alkışına, ödülün janjanına, hasılatın abartısına aldanmamak gerektiğini düşünüyorum.
Türk sineması ne yazık ki Türkiye’de münkir bir hâlde başladı. Kendi insanını, toprağını inkâr etti. Kuruttu otları. Kendi insanımızla kaynaşan, onun gönlündeki temsilleri perdeye aktaran hâle dönmedi. Biz Türk sinemasının bu münkir hâlini secdeye getirelim diyoruz. Sinemanın biraz unutulan, göz ardı edilen bu yönlerine bakalım. Birleşen Yollar, Minyeli Abdullah, Reis Bey, Çizme, Karınca, Dilsiz filmi ne yaptıysa, Altın Buzağı filmi de onu yapsın. Biz bu amaca ulaşırsak bu bize yeter. Her türlü kirliliğin, saldırının, taarruzun, algının olduğu bir sinema yolculuğunda işaret taşı olacak bir film daha ortaya koyalım. Bizden sonra gelecek sinemacılara da cesaret, cüret versin.
Yorum Yaz