Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Çocuk ve sinema denince akıllara gelen en önemli şey “çocuğa görelik” kavramı. İlk çocuk kahramanların ekranlarda boy göstermeye başladığı zamandan günümüze kadar geçen sürede, bu kavramın epeyce şekil değiştirdiği bilinen bir gerçek. Hem üreticiler hem de tüketiciler zaman zaman bu konuda çıkmaza girebiliyor. Sinemada çocuk iyiliğin de kötülüğün de aynası olduğuna göre, nerede duracağımızı konunun uzmanlarıyla konuştuk.
Uçsuz bucaksız bir evren olan sinema, çocuk mefhumu devreye girince hem sınırsız bir propaganda alanı buldu hem de belli bir çerçeve çizmenin zorluğunu yaşadı. Ahlak, erdem, motivasyon gibi birçok güzel hasleti çocuklara ulaştırmanın en etkili yolu olarak sinema, uzun yıllar hem eğlendirdi hem de öğretici işlevini korudu. Ticari kaygılar devreye girdikten sonra sınırlarda esneme ve çocuk dünyasını taciz eden yapımlar nedeniyle sinema ve çocuk kavramları üzerinde çalışılması gerektiği gerçeğini ortaya koydu.
Charlie Chaplin’in 1921 tarihli “The Kid” (Yumurcak) filminden bugüne geldiğimizde, masumiyetin sinema sahnesinde yavaş yavaş nasıl yok edildiğini görmek mümkün. Avrupa sineması çocukluğun asileşen, uyumsuz deneyimlerine yer vererek çocuk masumiyetine ilk darbeleri vururken, günümüze kadar nasıl bir dönüşüme uğrayacağını kimse tahmin edemezdi. Deneyimler gittikçe uyumsuzlaştı, çocuklar gün geçtikçe asileşti. Hayatta ne yaşıyorsak sahnede de onu izleriz sözü artık tersine çevrilmişti. Özellikle son yıllarda önce sahnede gördük, sonra hayatın içinde. Bu da anne babayı ciddi bir endişeye götürdü. Çocuğum “ne okusun?” sorusunun yanına, artık nur topu gibi çocuğum “ne izlesin?” sorusu doğmuştu.
Şu süreçlerden herkes geçmiştir: Çocuk dünyasının sinema sahnesi çizgi filmlerle açılır. İlkokul çağı böyle geçer, ancak ilk ergenlik, son çocukluk döneminde çizgi filmler artık büyüyen çocuğa yetmez. Gençlik filmleri ise henüz kapsama alanına girmemiştir. Bu dönem, yapımcılar tarafından belki de ticari bir getirisi olmayan küçük bir alanı kapsadığı için boş bırakılır. Neyse ki imdadımıza motivasyon yüklü ailecek izlenecek kült filmler yetişir. Esasında düşe kalka ilerler anne babalar bu süreçlerden. Tam da bu sebepten internet sitelerinde “Çocuklarla izlenecek filmler” başlıklı tavsiye listeleri oluşturulur. Gördüğünüz gibi çocuk ve sinema deyince hem içerik üretenler hem eğitimciler hem de ebeveynler devreye giriyor. İşte biz de tüm bu parametreleri gözeterek, çocuk ve sinema konusunu işin uzmanlarına sorduk.
Dünyayı çizgi filmler değiştirecek
Nurullah Yenihan (Yönetmen- Yapımcı): Sinema insana doğrudan etki eden bir sanat dalı. Çocuk sineması ise gelecek nesillere, genç dimağlara iz bırakan bir alan. Fikir aşamasından senaryoya, modellemelerden animasyon sürecine, sinema salonu seçiminden filmin tanıtım kampanyasına kadar her aşamada hassas ve detaylı çalışmak gerekiyor. Bizler yapımlarımızı, otokontrol olarak fikir aşamasında filtreden geçiriyoruz. İlk akla gelen şiddet ve korku unsurları, argo ve hatalı diyaloglar, kötü örnek teşkil eden davranışlar, milli ve manevi değerlerimize uymayan davranışlar doğal olarak projeden uzak tutuluyor. Bunun bir adım ötesinde; örnek olabilecek tavır ve diyalogların altı çizilerek hem metin hem görsel olarak vurgulanmasını sağlıyoruz.
Çocuklar sanılanın aksine çok dikkatli ve yeni bilgiye çok açıklar. Özellikle çizgi film gibi eğlenceli içeriklerdeki bilgiyi erken yaştan itibaren sünger gibi zihinlerine çekebiliyor. Hassas davranmamızın ana nedeni, çizgi film ve çocuk arasındaki bu iletişimi doğru yönetmek. Stüdyomuzun mottosu “Dünyayı çizgi filmler değiştirecek” Bu ilişkinin önemine verdiğimiz değerin bir ifadesi. Buna canı gönülden inanıyoruz. Tabi bu üretim sürecinde eğitim ve eğlencenin dengesini iyi kurmak gerekiyor. Ne didaktik bir anlatım ile çocukları sıkmak ne de sadece eğlence ile süreyi boşa harcamak. Dengeyi kurduğumuz noktada amacımıza ulaşmış oluyoruz.
Küçük Riyaha Kudüs’e gidecek
TAY filmimizde fedakârlık, barış, ailenin ve dostluğun önemi, iyilik yapmanın sonuçları, kötülükten pişman olmak, Peygamber efendimizin (s.a.v) ve Müslümanların hicret döneminde yaşadıkları, belirli bir amaç için çalışırken asla pes etmemek gibi birçok konu, maceranın içinde vurgulandı. İslami içerik üretmek hem büyük mutluluk hem büyük sorumluluk. Fabl bir hikâye üzerinden hicreti anlatmak fikri, bize birçok alanda kolaylık sağladı. Filmde aslında eğitim bölümü diyebileceğimiz bilgi kısmı, görece olarak kısa olmasına rağmen; izleyicilerimizden aldığımız geri bildirimler hem çocukların hem ebeveynlerin hicret ile ilgili birçok şeyi öğrendikleri yönünde oldu. Bu da bizim için boxoffice rakamlarındaki başarımızın katbekat üstünde bir gurur kaynağı oluyor. Bir başka geri bildirimimiz, hatta sosyal medyada en çok sorulan soru: “Kudüs’e haftaya mı gidiyoruz?” Bizim için ikinci film hayal bile değilken, minik izleyicilerimizin göstermiş olduğu teveccüh ile buradan da söz vermiş olalım. 2024 yılında küçük Riyahımız Kudüs’e seyahate başlayacak. Hem belki bu sefer babası ile bir macera yaşar, ne dersiniz?
Ticari kaygılarla yapıldığını unutmamak gerekir
Abdullah Kasay (Öykücü-Yazar): Çocuk izleyici için, filmleri seçici yetişkin rolünde isek eğer, sinema filmlerindeki yaş sınıflandırmalarını dikkate almakla birlikte çoğu zaman ticari kaygılarla yapıldığını unutmamak, film öncesi çeşitli eleştiri platformlarından filmle ilgili yazılan eleştirileri okumak, yapabiliyorsak filmi önceden izlemek veya güvenilir kaynaklardan tavsiye almak ilk elden yapılacaklar arasındadır. “Hangi çocuk?” sorusunu sorarsak da “çocuğa görelik” üzerinden süren pedagojik tartışmalar gündeme gelecektir. Ülkemizde resmî kurumlarca belirlenen izleyici sınıfı; genel izleyici, 7+, 7A, 13+, 13A, 15+, 15A, 18+ şeklindedir. Bunun yanında şiddet, cinsellik ve olumsuz örnekler içeren yapımlar da belirtilen ikonlarla, izleyicilere öncesinde uyarı sunmaktadır. Bütün bu uyarılara ve sınıflandırmalara rağmen “çocuğa görelik” sadece resmî ve pedagojik sınıflandırmalara göre değil, çocuk izleyiciyle çocuk filmini buluşturma konusunda aracı konumunda olan ebeveynlerin ve eğitimcilerin; eğitim, sosyal konum, estetik ve dünya görüşüne göre de şekillenen bir ilkedir. Bu yüzden “Bir çocuk filmi nasıl olmalı?” sorusunun cevabını tam olarak vermek zordur. Fakat bu sorunun cevabını arayan çoğu kişi şu konuda hemfikirdir: çocuk filmi sınıfına girebilecek filmler de en az diğer filmler kadar sanatsal yetkinlik ve özen ister.
Filmlerde çocuklar eğitici, mesaj iletici ve bir soruna ya da güzelliğe işaret olarak kullanılmıştır. Şikâyetlerin doğrudan söylenememesi, çocuğu sinemanın merkezine koymuş ve araçsallaştırmıştır. Çocuk temalı, çocuk kahramanlı, fantastik veya animasyon, hangi teknik ve türde yapılmış olursa olsun çocuk sineması, yetişkinlere saflığın, iyiliğin, güzelliğin ve umudun her şeye rağmen yaşamaya devam edeceğini fısıldar. Bu masum, saf, muzip, eğlenceli, haşarı ve renkli dünyayı izlerken duyduğumuz huzur, insanın anavatanı olan çocukluğunu hep içinde taşıdığının göstergesidir. Diğer yandan çocuklar gerçek hayatta olduğu gibi sinemada da savaşın, şiddetin, adaletsizliğin, yoksulluğun, ayrılığın aynası olmaya devam eder. Her filmin onlarca doğal gösterge arasından seçilmiş, çerçevelenmiş göstergelerden oluştuğunu ve ortaya koyan kişi veya kişilerin penceresinden, dünya görüşünden izler taşıyacağını akıldan çıkarmamak, sinema okuryazarlığının en önemli adımıdır.
En temel değerimiz çocuğu eğlendirmek
İsmail Fidan (Yapımcı-Yönetmen): Öncelikle biz “çocuk” kelimesini kullanmayız. Kendimizi çocuk gibi gördüğümüz için izleyicimizle iyi bir arkadaşız. En temel değerimiz ise çocuğu eğlendirmek. Çünkü çocuğu eğlendirebiliyorsak zaten ulaşabileceğimiz en önemli misyonu elde etmiş oluyoruz. Çünkü bu dönemde insanların yüzünün gülmesi bize göre birçok eğitimden daha önemli. O nedenle biz her şeyden önce çocuğun yüzünde bir tebessüm oluşturmak istiyoruz. Tabii aslında çocuğu eğlendirmenin yanında yardımlaşma, arkadaşlık, birlik beraberlik gibi birçok davranış eğitimini de sunmuş oluyoruz.
Arkadaşlarımız için filmler, gerçek hayata açılan kapılardır. Hayatı öğrenmek ve hazırlanmak için bir yoldur. Sinema böyle bir yere sahipken hikâyenin yalnızca güzelliklere odaklanması arkadaşlarımıza hayatı olduğu gibi yansıtmaz. Hikâyede kötü durumlara da yer vermek, arkadaşlarımız gerçek hayatta zorluklarla karşılaştıklarında, bu durumları normalleştirip üstesinden gelebilmeleri açısından destekleyici niteliktedir. Asıl önemli nokta acıya yer verip vermeme konusundan ziyade acıya nasıl yer verildiği konusu olmalıdır. Bizim filmlerimizde de karakterlerimiz yalnızca iyilikle karşılaşmazlar. Kötü durumların da üstesinden gelirler. Burada dikkat ettiğimiz nokta ise hikayemizin pedagojik unsurlara ve değerler öğretimine uygun olmasıdır. Hayattaki acı gerçeklere yer versek de bu gerçeklere bakış açımız, hikâyeyi dram olmaktan çıkarıyor.
Çocuğun yüksek yararı birinci hedef
Çocuklar ve animasyon sektörü çok hızlı değişiyor. Bizler de tabi bu değişim parametrelerini an ve an takip edip kendimizi arkadaşlarımıza göre güncelliyoruz. En çok önemsediğimiz alan; izleyici kitlemizi iyi tanımak ve verileri analiz etmek. Çünkü bizim düşüncemiz ile hedef kitlemizin düşüncesi örtüşmezse başarı beklemek çok mümkün değil. Bunun yanı sıra, kanalımız ve bizim de artık çok benimsediğimiz bir cümle; “Çocuğun yüksek yararı her türlü yayın ihtiyacından önce gelir”. Yani çocuğun yararına olmayacak bir şey, reyting uğruna ya da herhangi bir şey uğruna kesinlikle ekrana taşınmaz. Bu da bizim bir felsefemiz haline gelmiş durumda.
Biz de çocuğun yüksek yararını gözeterek uzman pedogoglar ve denetimler eşliğinde, olabilecek en önemli ve en sağlıklı içeriği izleyiciye ulaştırmak için tüm birimlerimizle çalışıyoruz. Ama burada tamamen eğitim gözüyle bakmadan sadece işin yaş kitlesine göre pedagojik tarafına bakıyoruz. Rafadan Tayfa içeriğinde şiddet, cinsellik, büyü ya da kötü bir karakter yoktur. Güvenli bir içerik hazırlanıyor ve içeriklerin halktaki karşılığı oturmuş durumda. Her şeyden önce işlediğimiz konu çocuğa iyi bir fikri önce uygulanabilir sonra izlenebilir ve her şeyden önce eğlenmesini sağlayacak şekilde planlanmalı.
Aslolan bütüncül yaklaşmak
Hatice Kübra Tongar (Çocuk Eğitimcisi) :
Çocuk filmi adı altında gayri ahlaki subliminal mesajların verildiği ya da değerlerin yok sayıldığı filmlerin varlığının olduğunu bilmek dahi beni rahatsız ediyor. Zira çocuk beyni tazedir, gördüğünü uygular. Ancak bu demek değildir ki bir çocuk filmi yetişkin edasıyla tamamen didaktik olsun. Aslolan çocuğa bütüncül yaklaşmak, onun dünyasıyla ona yanaşmak aynı zamanda verilmesi gereken mesajları aralarına serpiştirmek. Sadece eğlendiren ama hiçbir öğretisi olmayan bir filmde çocuğa bir şey kazandırmaz, sadece öğreten ve çocuğun dünyasına inmeden tasarlanan senaryolar da çocuğun dünyasında bir anlam oluşturmaz.Ben çocuklarımın teknolojiyle buluşma sürecini birkaç adımla takip ediyorum. Birincisi gerek film gerek oyun olsun yaşını aşan içeriklerden muhakkak uzak tutuyorum. Tabii bunun nedenini açıklıyorum. Bu filmde şöyle içerikler var ve bu içerikler senin ruhuna zarar verebilir, düşüncelerini etkileyebilir, seni ruhen hasta edebilir gibi. Bununla birlikte izledikleri içeriklerde ve oynadıkları dijital oyunlarda onlara eşlik ediyorum. Böylece filmde ya da oyunda ters bir mesaj görürsem anında müdahale etme fırsatı buluyorum. Filmde şöyle bir sahne vardı, bu sana ne düşündürdü, sence doğru bir davranış mıydı gibi. Bazı firmalar çocuk dünyasına ters içerikler ürettiklerini zaten açık açık ilan ediyorlar, malum. Bu firmaların içeriklerinden uzak durmakta fayda görüyorum ve çocuklarıma nedenini açıklıyorum. Sonuç olarak şunu deneyimliyor ve sahada çalıştığım, buluştuğum her çocukta bir kez daha görüyorum ki hiçbir çocuk teknolojiyi ‘ilişki’ye ve ‘iletişim’e tercih etmiyor. Yeter ki bizler onlarla ilişki içinde olalım, sohbet edelim, oyun oynayalım. Teknolojik etkinlikler aile içinde ‘asıl’ olan değil, ‘arada bir’ olan olarak kalsın.
Yorum Yaz