Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi ve Taksim Camii Vakfı geçtiğimiz ay “Uluslararası Cami Tasarımı Yaz Okulu”nda Taksim Camii mimarı Şefik Birkiye’yi konuk etti. İlk kez caminin tasarım ve inşa sürecinden bahseden mimar, söyleşide önemli noktalara temas etti. Birkiye, ziyaretçilerin caminin hep orada olduğunu zannettiğini ifade ederek “Beni en çok mutlu eden dışarıdan bakan birisinin ‘Bunu ne zaman restore ettiniz’ demesi” dedi.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi ve Taksim Camii Vakfı geçtiğimiz ay “Uluslararası Cami Tasarımı Yaz Okulu” düzenledi. Cami tasarımında dünyaca ünlü mimarların yer aldığı yaz okulunda; mimarlık öğrencileri, mimarlar ve cami tasarımıyla ilgilenen isimler bir araya geldi. Program, İTÜ Taşkışla kampüsü ve Taksim Camii Kültür Merkezinde yapılan açık oturum ve söyleşilerle geçti. Etkinliğe katılan isimler arasında Taksim Camii’nin mimarı Şefik Birkiye de vardı. İlk kez caminin tasarım süreci üzerine konuşan Birkiye, sorularımızı yanıtladı. Belçika’da yaşayan 70 yaşındaki Birkiye, 2012’de inşaatına başlanan 2014 yılında hizmete geçen Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, 2015’te ibadete açılan Beştepe Millet Camii ve 2020’de faaliyet göstermeye başlayan Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’nin de mimarı. 2017 yılında inşasına başlanan fakat yaklaşık 150 yıllık bir mazisi olan bu camiyi yapmak sanılandan daha zor oldu. III. Ahmet zamanında yapılan Taksim Maksemi’nden (1730) başlayarak bugüne gelen, bu zaman boyunca da siyasi tarihimizde önemli tartışmalara yol açan bu yapı dört darbe gördü. Cami, tüm uğraşlar ve mücadelenin ardından 2021’den bu yana yaklaşık üç yıldır kesintisiz bir şekilde hizmet veriyor.
İlk camiyi Brüksel'de yaptım
Taksim Camii Kültür ve Sanat Merkezi’nde katılımcılarla buluşan Birkiye, konuşmasına bugüne kadar imza attığı yapılardan bahsederek başladı. Birçok Avrupa Birliği binasında imzası olan Birkiye, Brüksel’deki Selimiye Camii’ni yaparken karşılaştıkları zorluklardan bahsetti. Mimar, “İlk camiyi Brüksel'de yaptım. Cami hevesimiz oradan. Çünkü kimse bugüne kadar benden cami istememişti. Hele Belçika'da… Türk cemiyetinden iki arkadaş politikada yükseldi. Belediye başkanlığı aldılar, bakanlık yaptılar. Bana dediler ki ‘Senelerdir şuraya bir cami yapamıyor, kötü şartlarda ibadet ediyoruz.’ Yangın olsa çıkış yetersiz. İzin alamamalarının sebebi, minareli ve kubbeli bir cami istemeleri. Brüksel’de böyle bir yapının inşa edilecek olması birden herkesi ilgilendirmeye başladı. "Varım" dedim. Tüm komşularla tek tek konuştum. Dedim ki ‘Bu camiyi hep beraber yapabiliriz yoksa olmaz.’ ‘Niçin’ dediler. ‘Belçika'da ibadethanelerin temiz, düzgün, kanunlara uygun şekilde yapılmasına izin vermiyor; onları hor görüyor gibi kötü yerlerde yaşamalarını sağlıyorsunuz’ dedim. Cami açılıp da gazetelere çıktığı zaman bir tane negatif cümle yoktu. "Cami tecrübem beraberliğin ne kadar kuvvetli bir şey olduğunu bana ispat etti” diye konuştu.
Caminin neresi yeni
Camiyi sık ziyaret edip etmediğini sorduğum mimar, “Ayda iki üç kere geliyorum, buralardan devamlı geçiyorum. Çünkü mecbursun. Bir de her arkadaş camiyi benimle gezmek istiyor, onları davet ediyorum. En hoşuma giden, bazıları binanın ilelebet orada olduğunu zannediyor. Neresi yeni diyorlar. Bazen de soruyorum yoldan geçenlere, ‘Bu cami ne zaman yapıldı diyorum’, ‘Hep buradaydı diyorlar.’ Sen hiç duydun mu çok çirkin olmuş diyeni? İnternetten de takip ediyorum, küçük videolar yapıyorlar. Bence herkesin ilgisini çekiyor” yanıtını verdi.
Şiir gibi bir çalışma oldu
Taksim Meydanı gibi, Beyoğlu’nun merkezinde gözde bir mekânda cami inşa etmenin matematiğini hesaplayarak yola çıktıklarını ifade etti Birkiye. Meydanın ve çevre mimarilerden aykırı bir yapı inşa etmek istemediklerini belirten mimar, aynı zamanda yaşayan bir yapı oluşturmanın yolları için çabalayarak, bugünkü külliye konseptini oluşturduklarını söyledi. Şefik Birkiye şöyle konuştu: “En başından ofisleri, çayhanesi olsun düşüncemiz vardı. Buradaki insanlar nereden geliyorlar, nereye gidiyorlar hepsini hesapladık. Her ibadethanenin çevresine en iyi şekilde uyması lazım. Çünkü insanlarda bir referans noktası oluşturuyor. Konuşmalarımızda ilk söylediğim, Beyoğlu'na ait olması gerektiğiydi. Çevresindeki binalara göz gezdirince karakteristik binalar görürsünüz. İlerledikçe, geçen 100 yılın sonunda yapılmış modern denemeleri; neoklasik, barok, eklektik hatta Art Deco tarza rastlarsınız. Burada bir nota var. Üç notayı duyduğumuzda şarkıyı biliyoruz. Bir şiir gibi, herkesin katıldığı bir çalışma oldu. Yeni şeyler öğrendim ve bundan zevk aldım. Beni en mutlu eden dışarıdan bakan birisinin ‘Bunu ne zaman restore ettiniz’ demesi.”
Yorum Yaz