21-27 Kasım tarihleri arasında düzenlenen 7. Alemlere Rahmet Uluslararası Kısa Film Festivali için ülkemize gelen ödüllü İspanyol yönetmen Oliver Laxe ile Atlas 1948 Sineması’nda buluştuk. Laxe’in sineması ve Türk sinemasına olan bakışına dair hoş bir sohbet gerçekleştirdik.
Türk sineması hakkında neler düşünüyorsunuz?
Her zaman Nuri Bilge Ceylan filmlerini izliyorum. Onun sinema sanatının ustalığına sahip olduğunu düşünüyorum. O herkes gibi değil, en iyilerden birisi. Herkes onun hakkında konuşuyor ama bunu hak ediyor, o bir usta. Sadece onun ismini söyleyebiliyorum onun dışında bir isim bilmiyorum ama eminim ki başka isimler de vardır. Ülkemde onun gibi bir yönetmen bulunmuyor.
Alemlere Rahmet Kısa Film Festivali sizin için nasıl geçiyor?
İyi bir festival haftası geçiriyorum.
Ruhsallık her adımda vardır
Mimozalar filminde ruhsal bir yolculuk anlatıyorsunuz. Bu yolculukla ruh ve beden birbiriyle beraber ilerliyor. Aynı zamanda yolculuğun fiziki rotası da zorlu bir yol içeriyor. Mimozalar filminin hikâyesi nasıl ortaya çıktı?
Ruhsal bir yolculuk yapmak istedim. İnsanlar batıya doğru, giden bir yolculuk olduğunu söyledi ama hayır bu yolculuk doğuya doğru yapılan metafiziksel bir yolculuktu. Bazı kültürlerde görebilirsiniz ki çoğu keşif epik materyal bir yolculukta gerçekleşir. Ama bu doğrultuda içsel bir yolculuk da vardır. Örnek olarak Kutsal Kase Arayışı’nı verebilirim. Mimozalar filminde odaklandığım, ruhsal yolculuğun aşamalarıydı. Yolculuğun temelinde kabullenmişlik duygusu vardı. Aynı zamanda bir görevleri de vardı. Ruhsallık her adımda vardır ve her adım bir onaylamadır.
Secde ve filmin doruk noktası aynı duyguda
Atlas Dağları’nda çıkılan yolculukta, şeyhi gömülmek istediği yere götürme görevinde Ahmet’i nefsini yenme yolculuğunda da görüyoruz. Filminizin rüku, kıyam ve secde bölümlerinin isimlendirmesini nasıl oluşturdunuz?
Mimozalar’da nefsi bir arayış var. Ahmet de bir arayış süreci içerisinde. Tövbe ve zikir ile geçen bu süreçte bir şeyleri hatırlamaya çalışıyor. Her filmi bir dua olarak görüyorum. Namaz ibadetindeki hareketleri hikâye anlatımındaki dramatik noktalarla benzer görüyorum. Bir secde anını ve bir filmin doruk noktasını aynı buluyorum. İkisinde de kendini tamamen duygulara ve hislere teslim ediyorsun. Doruk noktası coşkuyu yaşadığın, Tanrı ile olduğun bir andır. Secde de bu anlamda aynıdır. Aynı zamanda rüku, kıyam ve secdeyi zamanın büyüdüğünü, geliştiğini ifade etmek için kullandım.
Mimozalar ve Yangın Yeri’nde tabiat hikâyenin önemli bir parçası olarak yer alıyor. Filmlerinizin hikâyesinde tabiatı önemli bir unsur olarak ortaya çıkaran nedir?
İnsanlar filmleri izledikten sonra doğayı bir karakter olarak gördüklerini söylüyor ama ben öyle olduğundan emin değilim. Doğadan o kadar kopuğuz ki, doğaya o kadar susamışız ki… Aynı zamanda doğanın filmlerin içerisinde olması doğal olan bir şey. Asıl bunun tersi, filmlerde tabiat olmaması, merak uyandırıcı olur. Dengeli bir insan doğada yaşar. Sinema yapmak, yaşamak istediğin bir dünya hayal etmek ve inşa etmektir. Yani, şehirleri severim, bir şehirde mutlu olabilirim ama… Özellikle bir ideoloji olarak seçmedim bu benim hoşuma giden bir şeydi.
Gelecek projeleriniz içerisinde neler var?
Gerçek bir cihat filmi olacak. Bu açıdan Mimozalar’a benziyor. Bir grup yaşlının Fas’ta çölün ortasında yapacakları partide, kendi içlerindeki arayışı anlatacak. Karakterler bir zikir sürecinden geçecek. Yani, yine bir şeyin arayışı olacak ama seyahat kendi içlerine doğru olacak. Mimozalar’ı seviyorum, kabul ediyorum ve filmde kendimi görüyorum. Ama bir yönetmen olarak yapmak istediğime ulaşamadığımı düşünüyorum ve önümüzdeki filmde bazı açılardan bunu başarmaya çalışacağım.
Denemeden ölemezdim
Dünya sinemasının önemli yönetmenleri arasında gösterilen Oliver Laxe festival kapsamında ustalık sınıfında kendi film yapma tecrübelerini sinemaseverlerle paylaştı. İnanç merkezli bir film yapmak isterken yaşadıklarını şu şekilde paylaştı: “İnanç üzerine bir film yapmak istiyordum. Bütün hoşuma giden filmleri düşündüm. Tarkovski, Rossellini gibi yönetmenlerin filmlerini düşünüyordum. Benim için örnek teşkil ettiler. Yapımcıma inanç üzerine bir film çekmek istediğimi söylediğimde; ‘Bunu nasıl yapacağız? Müslümanlarla ilgili bir film olduğu için bu bir kamikaze olabilir.’ dedi. Tehlikeli bir film olduğunu biliyordum. Ama bunu üstlendim. Ben böyleyim, benim hoşuma giden bu. Bunu yaparken bir sinemacı olarak denemeden ölemezdim. Ben böyleyim değişemiyorum. Bu tür bir film isteğim vardı. İnançsal olarak film yaparak bunu hatırlatmak istedim.”
1982 yılında Paris’te doğan Oliver Laxe, Fransa, İspanya ve Fas arasında büyüdü. Barselona’da yer alan Pompeu Fabra Üniversitesi’nden Görsel-İşitsel İletişim bölümünden mezun oldu. You All Are Captains (2010) adlı ilk uzun metrajıyla Cannes Film Festivali Eleştirmenler Haftası FIPRESCI, ikinci filmi Mimosas (2016) ile aynı festivalde yine Eleştirmenler Haftası’nın büyük ödülünü kazandı. Üçüncü filmi Fire Will Come (2019) Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yaptı ve Belirli Bir Bakış bölümünde Jüri Özel Ödülü ve En İyi Ses Tasarımı Ödülü’nü kazandı.