Klasikleri niçin okumalı?

34 dakikada okunur

İtalyan edebiyatının önemli isimlerinden Italo Calvino, “Klasikleri Niçin Okumalı?” kitabında klasikler hakkında birkaç tanım önerisinde bulunuyor. Buradan ilhamla sizlere klasiklerden bir seçki hazırladım. Ama öncesinde yazarın tanımlarını müşahede etmenizi tavsiye ederim. İyi okumalar dilerim:

1. Klasikler, haklarında asla “okuyorum” sözünü değil, genellikle “yeniden okuyorum” sözünü işittiğimiz kitaplardır.
2. Okumuş ve sevmiş olanlar için zenginlik anlamına gelen ama zevkine varabileceği daha iyi koşullarda ilk kez okuma şansını bulanlar için de o denli zenginlik demek olan kitaplara klasik denir.
3. Klasikler gerek unutulmazlıklarıyla varlıklarını duyurduklarında gerek kolektif ya da bireysel bilinçdışı kılığına bürünüp belleğin katmanları arasında gizlendiklerinde özel bir etki gösteren kitaplardır.
4. Bir klasiği her yeniden okuma, ilk okuma gibi bir keşif okumasıdır.
5. Bir klasiği her ilk okuma, aslında bir yeniden okumadır.
6. Bir klasik, söyleyecekleri asla tükenmeyen bir kitaptır.
7. Klasikler, bizim okumamızdan önceki okumaların izini üzerlerinde taşıyarak ve geçtikleri kültür ya da kültürlerde (ya da daha yalın bir dille, dil ya da görenekte) bıraktıkları izi peşlerinden sürükleyerek bize ulaşan kitaplardır.
8. Bir klasik, sürekli olarak kendisi hakkında bir eleştirel söylemler bütünün tahrik eden ama hep onları silkeleyip üzerinden atan bir yapıttır.
9. Klasikler, haklarında duyduklarımızla ne kadar bildiğimize inanıyorsak gerçekten okuduğumuzda o kadar yeni, beklenmedik, benzersiz bulduğumuz kitaplardır.
10. Eski çağların tılsımları gibi evrenin eşdeğeri biçimini alan bir kitaba klasik denir.
11. Senin klasiğin, kayıtsız kalamayacağın ve onunla bağlantılı olarak hatta onunla karşıtlık içinde kendini tanımlamanı sağlayan yapıttır.
12. Bir klasik, öteki klasiklerden önce gelen bir kitaptır ama önce ötekileri sonra da bu kitabı okuyan kişi, hemen onun soy kütüğü içindeki yerini fark eder.
13. Güncelliği arka plandaki gürültü konumuna atma eğilimi gösteren ama aynı zamanda bu arka plandaki gürültü olmadan yapamayan şey, klasiktir.
14. En uyumsuz güncelliğin egemen olduğu yerde bile arka plandaki gürültü gibi varlığını sürdüren şey, klasiktir.

YENİ ÇIKANLAR

Bir Kır Balosu
Honore de Balzac / Can Yayınları
18. yüzyılın ortalarında, Paris’in güneyinde bir parkta başlayan kır balosu geleneği çok geçmeden tüm Fransa’ya damgasını vurdu ve festival benzeri bu etkinliklere her sosyal kesimden şehirliler akın etmeye başladı. Kır balolarının atmosferinden Balzac da çok etkilendi ve baloları bu kısa romanında kaleme aldığı aşk hikâyesinin arka planı olarak kullandı. Sceaux’daki kır balosunda ilk kez beğenisine göre birini gören Kont de Fontaine’in aylardır eş arayan seçici ve biraz da şımarık kızı Émilie, yakışıklı ve gizemli Maximilen’e oracıkta âşık olur. Ancak genç kadının soyluluk, zenginlik ve statü merakı bu aşkı ciddi bir sınava tabi tutacaktır.
Buddhaçarita & Buddha’nın Yaşamı
Türkiye İş Bankası
Aşvaghosha (yak. I. yy. sonu-II. yy. başı): Şair, müzisyen ve bilim insanı olan Aşvaghosha hakkında fazla bilgi yoktur. Bugün Ayodhya denilen Saketa şehrindendir. Kushan kralları döneminde, I. yüzyılın sonuyla II. yüzyılın başı arasında, muhtemelen İmparator Kanişka veya Huvişka döneminde yaşamıştır. Mahayana Buddhizmi’nin gelişmesine ve yayılmasına öncülük etmiştir. Kaynaklar onun Buddhizme geçmeden önce Brahman bir aileye mensup olduğunu göstermektedir. Buddhaçarita Buddha’nın hayatı ve Buddhizm tarihiyle ilgili kritik bilgiler sunar. Bu nedenle birçok tarihçinin tarih yazımında kullandığı temel metinlerden biridir. Eserde Buddha’nın yaptığı işler kadar Buddhist öğretinin temelleri de anlatılmaktadır.
Vampir
John William Polidori / İthaki
Modern vampir mitinin öncülerinden ve gotik korku edebiyatının klasik yazarlarından kabul edilen John William Polidori, Lord Byron’ın özel doktoru ve arkadaşıydı. Lord Byron, Percy Shelley ve eşi, Frankenstein’ın yazarı Mary Shelley’yle beraber korku hikâyeleri okudukları gecelerde doğan ve 1819’da yayımlanan bu öykü, Bram Stoker’dan Anne Rice’a, Alan Ball’dan Francis Ford Coppola’ya kadar birçok sanatçıyı etkiledi. Eser, satış kaygıları nedeniyle Lord Byron’ın ismiyle yayımlandı. John William Polidori hem eserini kendi ismiyle yayımlatamamanın bunalımı hem de kumar borçlarının yarattığı baskılar nedeniyle yirmi beş yaşında intihar etti. Ancak Vampir ve Polidori’nin yarattığı Lord Ruthven karakteri iki yüz yıldır okurların hayal güçlerine ve kâbuslarına musallat olmaya devam ediyor. Varlıklı bir ailenin çocuğu olan İngiliz centilmen Aubrey, yüksek sosyetenin içine yeni giren gizemli Lord Ruthven’in etkisine girer. Lord Ruthven’in bilinmeyen geçmişi, tuhaf davranışları Aubrey’nin merakını cezbetmektedir. Ancak genç adam, kısa sürede yeni arkadaşının şatafatlı görünümünün altında kötücül birinin gizli olduğunu keşfedecektir. İkilinin Avrupa gezileri sırasında Lord Ruthven onlara saldıran bir grup haydut tarafından yaralanır. Son nefesini vermeden önce Aubrey’den ölümünü ve işlediği suçları toplam bir yıl bir gün kadar gizli tutmasını rica eder. Ancak Lord Ruthven ölümünden bir yıl sonra Londra’da tekrar göründüğünde ve Aubrey’nin kız kardeşine kur yapmaya başladığında adamın korkunç sırrı da ortaya çıkar.
Vathek
William Beckford / İletişim
Vathek, Gotik edebiyatta silinmez izler bırakarak kendinden sonraki yazarları derinden etkileyen William Beckford’un başyapıtı. Vathek doğaüstü güçlere ve hiç kimsenin erişemediği bilgilere meraklı bir Abbasi halifesidir. Bilgi ve macera arayışı onu, kendisine sınırsız bir hazine ve rakipsiz bir iktidar vaat eden bir yabancıyla tanışmaya götürür ve Vathek yabancının istekleri doğrultusunda ruhsal arzularını tatmin edebilmek için inancını bile değiştirmeye razı olur. Vathek’in bir hazine peşinde Yeraltı Sarayı’na yaptığı yolculuk fanteziyle şiddetin, groteskle güzelliğin, büyüyle korkunun iç içe geçtiği benzersiz bir Gotik serüvene dönüşür. William Beckford’un henüz 21 yaşında yazdığı ve Lord Byron’dan Jorge Louis Borges’e, Stephane Mallarme’den Susan Sontag’a birçok yazarı derinden etkileyen Vathek modern edebiyatın köşetaşlarından biri.

ÖNERDİKLERİM

Güvercin Gerdanlığı İbn Hazm / İnsan
Benim düşünceme göre aşk, ruhların çeşitli yaratıklar arasında bölünmüş parçalarını birleştirmesidir. Bu birleşme onların en yüksek temel öğelerinde meydana gelir. Beraberlik ve ayrılığın, varlıkların birleşimi ve ayrışımıyla ilgili olduğunu biliyoruz. Her şekil kesinlikle kendine uygun olan şekli çağırır; onu arar, bulur. Her şey misli mislinedir. Aramızda karşıtların birbirlerini ittiğini, benzerlerin birbirlerini çektiğini, hemcinslerin birbirleriyle uyum sağladığını bilmeyen yoktur. Niçin aynı durumlar, ruhlar için söz konusu olmasın? Allah, Âdem`in eşinde bulacağı ısınmanın nedenini Havva’nın kendisinden bir parça bulmasında kılmıştır… Büyük bir hukukçu, edebiyatçı, dilbilimci ve şair ola İbn Hazm’ın hemen hemen bütün dünya dillerine çevrilen bu önemli eseri, Endülüs’te ve İslâm dünyasının belli başlı merkezlerinde sevgi üzerine gelişen zengin düşünceleri, yaşanan büyük aşkları bize anlatan önemli bir kitaptır. İslam sanatı ve edebiyatının en iyi örneklerinden biri olan kitap, aynı zamanda karanlıkta kalmış bir dönemin içyüzü; çok sayıda yönetici, hukukçu, sanatçı ve bilginin özel hayatlarını dolduran ilginç olaylar ve ilişkiler hakkında da geniş bir bilgi vermektedir. Büyük bir hukukçu, edebiyatçı, dilbilimci ve şair olan İbn Hazm’ın hemen hemen tüm dünya dillerine çevrilen bu önemli eseri, Endülüs’te ve İslâm dünyasının belli başlı merkezlerinde sevgi üzerine gelişen zengin düşünceleri, yaşanan büyük aşkları bize anlatan önemli bir kitaptır. İslâm sanatı ve edebiyatının en iyi örneklerinden birisi olan kitap, aynı zamanda karanlıkta kalmış bir dönemin iç yüzü; çok sayıda yönetici, hukukçu, sanatçı ve bilginin özel hayatlarını dolduran ilginç olaylar ve ilişkiler hakkında da geniş bilgiler vermektedir…
İlahi Komedya
Dante / Oğlak
Dünya şiirinin başyapıtı İlahi Komedya, Dante’nin Cehennem’e, Âraf’a ve Cennet’e yaptığı düşsel bir geziyi destanlaştırır. İlahi Komedya, 14.233’e ulaşan toplam dize sayısı ile şiir tarihinin en uzun soluklu şiiridir. Dante’nin, 1300 yılının 7 Nisan Perşembe gecesi başlayan gezisi bir hafta sürer, Dante’ye Cehennem ve Âraf yolculuğu boyunca Latin şair Vergilius rehberlik eder. Âraf’ın tepesinde Vergilius yerini, Cennet’te Dante’ye rehberlik edecek olan Beatrice’ye bırakır. Dante, Beatrice’yi ilk gördüğünde kendisi dokuz, Beatrice sekiz yaşındadır. Dante, ömrü boyunca Beatrice’ye bağlı kaldığı gibi, düşünce dünyasının da esin kaynağı olur Beatrice. Vergilius’un Aeneis destanını örnek alan ve sıradışı bir aşka mitoloji, tarih ve kutsal metinlerle de desteklenen gerçeküstücü bir ortamda yakılan bir ağıt olarak da değerlendirilebilecek olan İlahi Komedya’nın tarih ve felsefeden dinbilime, gökbiliminden geometriye uzanan bir ansiklopedi niteliği taşıması da bir başka özelliğidir.
Üç Silahşörler /Alexandre Dumas / Alfa
Kral 13. Louis ve Kraliçe’ye hizmet etmek uğruna her şeyle mücadele eden üç soylu silahşör Athos, Porthos ve Aramis’in yolları kendileri gibi Kral uğruna mücadele etmek üzere yola çıkan D’Artagnan’la kesişir. Kardinal Richelieu’nün adamlarıyla sürekli boğaz boğaza gelen; ikiyüzlülük ve politik entirikalarla mücadele eden dört arkadaş kendilerini bir anda Kardinal’in tehlikeli casusu, güzeller güzeli genç İngiliz Milady’nin karşısında bulurlar. Sizinle d’Artagnan, Monte Cristo ve Balsamo olduk,  savaş meydanlarından, saraylardan ve kalelerden geçerek at üstünde Fransa yollarını katettik. Sizinle, elimizde meşalelerle, karanlık koridorlardan, yeraltındaki gizli geçitlerden geçtik. Sizinle birlikte hayal kurduk ve hâlâ da kurmaya devam ediyoruz. Eğer kendim ve arkadaşlarım için erdemler belirleyecek olsam, bu hiç kuşkusuz d’Artagnan’ın erdemleri olurdu. Yalnızca gerçek değil aynı zamanda cana yakın; sadece ikna etmeyen adeta büyüleyen bir karakter. Bu yazarın zaferidir.

Sefiller
Victor Hugo / Ötüken
Sefiller, her biri bir roman büyüklüğünde beş kitaptan oluşuyor; romanda her şey var. Romanın esasını, Jean Valjean’ın hayatı teşkil ediyor, Marius ve Cosette arasındaki aşk da bu hayatı süslüyor. Hikâyenin büyük bir kısmı gerçek olaylara dayanıyor. Sefiller, tezi olan bir roman; adaletsizliğe karşı bir hücum. Hugo, insanları, küçük suçlar için küreğe mahkûm eden, suçluyu ıslah etmekten ziyade cezalandırmak üzerinde duran, hafifletici sebepler üzerinde durmayan, göz hapsi altında tahliyeye imkân vermeyen barbarca bir hukuk ve ceza sistemini eleştiriyor. Bu halleri yaratan ve katlanan toplumu suçluyor. Hugo’nun, Fransa tarihinde çok önemli yeri olan İmparatorluk, Bourbon restorasyonu ve Temmuz hanedanlığı hakkındaki sözleri okunmaya değer ve ibret verici. Aslında Marius’un siyasî düşünceleri, tıpkı Hugo’nun geçtiği safhalardan geçiyor; ilkin kralcı, ardından Bonapartçı ve nihayet cumhuriyetçidir. Hugo, Fransız Millet Meclisi`nde bulunmuş olmakla, pratik politika hakkında bildiklerini anlatıyor. Maamafih, halkı imparatorluğun fanatik destekleyicileri haline getiren veya onları, ölmeleri için barikatlara gönderen siyasî hareketin mistisizmi hakkında şevk ve heyecan duyuyor. Sefiller, hepsinin üstünde, kutsallık üzerine ahlâkî ve dinî bir incelemedir ki, bu da bir romancı için belki en zor tezlerden biridir. Piskopos Myriel, aziz mertebesinde bir adam ve onun Valjean üzerindeki ahlâkî nüfuzu onun iyi bir insan olması yolunda kesin bir rol oynuyor. Valjean’a gelince; bir cömertlik ve fedakârca sevgi modeli. Böylece, o da diğerlerine tesir ediyor, onların doğru yola girmelerine imkân hazırlıyor. Bu suretle anlatılan ahlâkî ders, dinî kalıplardan çıkarılıyor; son derece kötü bir insan bile, affedilmekle, kendisine sevgi ile muamele edilmekle, doğru yola girebilir. Bu sosyal, siyasî ve ahlaki tezlere ilâve olarak Hugo, hikâye ile organik bir bağlantısı olmayan muazzam miktarda çeşitli bilgi ve yorumu da önümüze koyuyor. Böylece, argonun tarihi, rahibe manastırlarında hayat, Paris’in lâğımları ve Waterloo savaşı hakkında âdeta bağımsız makaleler okuruz. Bunların bazıları göz kamaştırıcıdır. Waterloo’da olup bitenler şaheserce anlatılıyor. Nihayet Hugo’nun, Paris’in eski mahalleleri hakkındaki notlarını da zikretmeliyiz. O bunları yazdığı sırada, bu mahalleler yıkılıyor, yeni ve geniş yollar yapılıyordu. Hugo’nun bu yazıları, hızla kaybolmakta olan sokak ve binalar için duyduğu derin hasreti yansıtıyor. Pek az yazar, şehri, hayat, metabolizma ve ölüm işlemleriyle yaşayan bir organizma halinde görebilecek kadar böylesine derin hislere sahipti. Sefiller, hiç şüphe edilemez, bir şaheser. Onun yaygın, konudan konuya atlayan yapısını bir kusur olarak kabul etsek dahi, romanın plânı, modern bir zevkin kolaylıkla kabul edemeyeceği ölçüde melodram ve tesadüflere dayanıyor; üslûp gösterişli, fazla düşünmeksizin ortaya sürülen anti-tezlere dayalı, ton gösterişli, iddialı ve mübalağalı. Her şeye rağmen Valjean ve onun piskoposu, edebî ölümsüzlüğe eriştiler ki Sefiller’i okuyanlar onları unutamaz.

Suavi Kemal Yazgıç’tan Tavsiyeler

Bu sayımızda “Sebepsiz Serçe”, “Taş Suya Değince”, “Heves”, “Tövbe Gölgeliği”, “Kırk Gri Hırka”, “Dünyanın Çekmeceleri”, “Avrupa Birliği”, “Serçe ve Taş” ve “Bütün Ayrılıklar” kitaplarının yazarı Suavi Kemal Yazgıç’a hangi “Hangi klasikleri okuyalım?” diye sordum. İşte aldığım cevaplar:

Baburnâme
Gazi Zahîreddin Muhammed Babur / Kabalcı
Zahîreddin Muhammed Babur, şehzade ve padişah, kâfirleri hunharca katleden efendimiz, oğlu hayatta kalsın diye kendini Allah’a kurban veren sevgili kul, tabiata âşık şair, kendini adamış vakanüvis, fatih ve fatin hükümdarımız, söyleyin siz kimsiniz? Bu sorunun yanıtına ulaşmak için hala Afganistan, Pakistan ve Hindistan coğrafyasında anlatılan büyük bir imparatora, gönül koymuş bir mümine ya da tapınakları yıkan, terör estiren bir despota dair söylencelerden başka bir kaynağa bakmak gerekir. Bu kaynak Babur`un bizzat kaleme aldığı ve İslam edebiyatında hatırat türünün ilk örneği olan kendi koyduğu adıyla Vekayi, daha sonra yaygın kabul gören adıyla Baburnâme’dir. Kişisel hayatını, yaptığı savaşlar, gördüğü yerler ve telkinler ve sevinçlerin ayrıntılı tasviriyle birlikte samimi ve teferruatlı bir biçimde sunar bu hatıratta. Baburnâme dünya edebiyatında Augustinus`un İtirafları’yla yan yana anılan, “tarih”ten ziyade hayatı kaydetme çabası olan ve on beşinci yüzyıl sonu on altıncı yüzyıl başında yaşadığı coğrafyada hayatın nasıl olduğuna dair canlı ve keyif veren bir eserdir. Babur, 1483’ten 1530’a kadar süren hayatını, padişah olduğu 1494 yılından başlayarak ölümüne dek Çağatay Türkçesiyle kaleme aldığı hatıratına nakşetmiştir. Ona böylesi bir hatırat yazma esinini neyin verdiğini, hatta çevresindeki insanlara hatırat yazmalarını telkin etmesinin ardında yatan ulvi ve kavli amacı bilemeyiz? Ancak bilebildiğimiz ve önünde saygıyla eğileceğimiz tek şey elimizde kalan bu kıymetli, gerçeğe adanmış ve önyargılardan uzak metindir – ki yazarımız da bize çağların ötesinden açık sözlülükle seslenir: Bunları yazmaktaki amacım şikâyet değil, gerçekleri söylemektir; bu söylenenlerdeki amaç kendimi tarif değil, gerçekleşmiş olanları beyan etmektir. Burada böylece her sözün doğrusunu ve her işin olduğu gibi yazılması gerekli sayıldığı için şüphesiz ki, baba ve büyük kardeşten iyi ve kötü ne duyulup görülmüşse onları söyledim, akraba ve yabancıdan da ne kusur veya meziyet görülmüşse onları yazdım. Okuyan mazur görsün, işitenler de kınamasın.

Dede Korkut Oğuznameleri
Anonim / Yapı Kredi
Kimi araştırmacıların eski, büyük bir destanın kalıntıları, kimilerinin böyle bir destanın halk öykülerine dönüşmüş parçaları, kimilerinin de destanlaştırılmış halk öyküleri olarak gördükleri Dede Korkut Oğuznameleri, kesin olarak belirlenemeyen bir dönemde ve bir yerde yazıya geçirilmiştir. Bunların ilk yazılı biçimlerinden bugün elde kalmış olan metinlere, yani 15. ya da 16. yüzyılda yazılmış olduğu kabul edilen yazmalara gelinceye değin epeyce değişikliğe uğramış olduğu düşünülmektedir. Elde bulunan metinlerde bu anlatılar, boy ve Oğuzname diye nitelenir, bunları ilk olarak Tanrı Elçisi Muhammed zamanına yakın doğmuş olan Dede Korkut’un kopuz çalıp manzum parçalar okuyarak anlattığı söylenir. Olaylar, hangi zaman olduğu belirtilmeyen “Oğuz zamanı”nda; sınırları çizilmeyen, nerede olduğu açıkça belirtilmeyen “Oğuz ili”nde, göçerevli Müslüman Oğuzlar arasında ya da bunlarla hisarlarda yaşayan Hristiyanlar arasında geçer. Anlatılanların Doğu Anadolu, Gürcistan ve Azerbaycan’da geçtiği, hisarlarda yaşayan ve her savaşta yenilgiye uğratılanların Gürcüler ve Trabzon Rumları olduğu ancak yer adlarından anlaşılır. Anlatıların birkaçı sözlü gelenekte halk öyküsü olarak süregeldiği halde yazılı metinlerin yayılmadığı, pek az sayıda kaldığı anlaşılmaktadır. Bu kitapta, Dresden ve Vatikan yazmalarındaki Oğuznamelerin yer yer birbirinden oldukça farklılaşmış metinleri, ilk kez pek çok sorunları çözümlenmiş, onarılması gereken yerleri onarılmış olarak ayrı ayrı yayımlanmaktadır.
İki Şehrin Hikâyesi
Charles Dickens / Oda
Dickens, yaşamı çizip araştırırken ve kapitalizmin nesnel çelişkilerini göz önüne sererken, burjuva toplumuna karşı kaçınılmaz bir biçimde eleştirel bir tavır almış olan 19. yüzyıl gerçekçi yazarlarının başta gelenlerindendir. Toplumu çatışan insan çıkarlarının arenası sayan Dickens meseleyi olduğu yerde bırakmamış, toplumsal mücadele kavramına kendi gerçek sınıfsal içeriğini de katarak kapitalist toplumsal ilişkilerin tümünün eleştirisine yönelmiştir. İngiltere’de olgunluk dönemini yaşayan burjuva demokrasisi ile kapitalist gelişmenin içerdiği olumsuz yanların bilincine vardıkça, Dickens’in başlangıçtaki iyimserliği kararmaya başlamış; alayın yerini ise öfkeli bir yergi almıştır. “İki Şehrin Hikâyesi”, sürükleyici gerilimi ve güçlü lirizmiyle, okunması gereken Dickens romanlarının en önemlilerinden biridir.

Malte Laurids Brigge’nin Notları
Rainer Maria Rilke / Ayrıntı
Otobiyografik öğeler taşıyan, birbirinden bağımsız günlük kayıtlarının, düzyazı şiirlerinin ve ayrıntılı betimlemelerin yer aldığı bu eserde, Danimarkalı hassas genç şair Malte Laurids Brigge, bize Rainer Maria Rilke’nin gözünden Paris’i anlatıyor. Onun Paris’i, toplumdan dışlanan insanlarla, sefaletle, hastalıklarla ve ölümle dolu bir şehir. Bu nedenle Malte Laurids Brigge, tek başına oturduğu küçücük odasından, içsel hesaplaşmalarını, hayattan ve hayallerinden korkularını, dine, sanata, aşka ve ölüme dair düşüncelerini anlatıyor. Rainer Maria Rilke, varoluşun ve sanatın düştüğü kriz ile ilgili, 1910 yılına ait günlük niteliğindeki bu romanıyla, kendisine özgü sorgulayıcı ve şiirsel bir yaklaşımla, o döneme ayna tutuyor ve bize ilk büyük şehir romanını sunuyor…

Yeraltından Notlar
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski / Şule
Bu notlar ve yazarı tümüyle bir hayal ürünüdür. Bununla birlikte, etrafımıza şöyle bir baktığımızda, bu notların yazarı gibi olanların aramızda yaşamasının yalnızca mümkün değil, aynı zamanda gerekli olduğunu kabul ederiz. Ben, yalnızca yakın bir geçmişin sıkça rastlanılan tiplerinden birini okuyucularıma tanıtmak istedim. Bu tip, hala yaşamakta olan bir kuşağın temsilcisidir. “Yeraltı” adını taşıyan bu bölümde, bu kişi kendisini ve düşüncelerini anlatırken, toplumumuzda neden bulunduğunu, bulunmasının niçin kaçınılmaz olduğunu sanki açıklamak ister gibidir. İkinci bölüm ise bu kişinin yaşamındaki bazı olayları anlatan gerçek anılardır.

Önceki Yazı

Çocuklar dijital platformların neresinde?

Sonraki Yazı

Ahi Çelebi’den dünyaya uzanan yol

Son Yazılar

Gandi mürşid arıyor

İnsan eğitimi Hz. Âdem ile başlayan kutlu bir yolculuktur. Peygamberlerden sonra onların varisleri olan alim arif