Şerif Muhiddin: Ruha, fikre ve yaşama işlenmiş bir hayranlık hikâyesi

/
14 dakikada okunur

Bilmiyorum bu kaçıncı anlatış olacak ama her defasında onun bambaşka yönlerini ortaya koymanın telaşına düşen birinin heyecanına ortaklık edeceksiniz bu yazıda. Suya atılan bir taşın halka halka genişleyen dairelerini düşünün. Sürekli yenilenerek birbirine benzemeyen zincirler oluştururlar. İşte Şerif Muhiddin’i yazarken böylesi bitmeyen bir kaynakla karşıya karşıya kaldığımı hissediyorum. Herkesin yaşamında hayranlık duyduğu, hakkında yazılan her şeyi bilmek istediği kişiler vardır. Bahsettiğim şey şaşkınlıktan gözü kamaşan, ondan başka hiçbir şey görmeyen birinin sıradan hayranlığı değil. Onun bir ömre sığdırdığı kavramlar dizinine, yer aldığı meclislere, entelektüel ve müziksel birikime, okuduğu kitaplara, dokunduğu çalgılara, yeteneğini temsil ettiği sanatlara, verdiği demeçlere, fikirlerini aktardığı sözcüklere bakmakla ilgili anlatmaya çalıştığım. Bu tarzda bir hayranlık Şerif Muhiddin’e (1892-1967) hissettiğim. 

Konservatuvara girmeden önce Şerif Muhiddin Targan’ın ud için yazdığı eserleri çalmanın hayalini kurardım hep. Nasıl bir çalmaktı o öyle. Dinlerken ya da gördüğümde korkutucu gelirdi notalarının karmaşıklığı, portrenin altında ve üstünde dolu dolu gözüken kalabalık işaretlerin çokluğu. Elbette daha sonra bir anlam ifade etmeye başladılar. Çalıştıkça sesin ötesindeki dünyaya açılma fırsatı veren müzik yazısına dönüştüler. Bu etkilenmede Şerif Muhiddin’in hünerli ellerinin yarattığı nağmeler yoktu sadece. Dünün düşünme tarzının dışında çağına yeni bir şeyler söyleyen üstadın resmettiği dünyayı çözme isteği vardı. Bu dünya onun çevresindeki aydınlarla ve sanatkârlarla bir bütün oluşturuyordu. Yakın dost çevresindeki isimlere bir baksanıza, edebiyatın, fikir ve musiki hayatının en güçlü kalemlerinden Abdülhak Hâmit, Rıza Tevfik, Mehmet Âkif ve Yahya Kemal, keza yine alanlarında müzik otoriterleri olan Ali Rıfat, Rauf Yekta, Tanburî Cemil ve Münir Nurettin… 

Şerif Muhiddin’in etkileyici yönlerinden biri doğuştan gelen büyük yeteneği, sürekli geliştirdiği müzisyenliği ve bunun yanındaki derin bilgi birikimidir. Türk müziği tarihinde Şerif Muhiddin ve Mesud Cemil bu yönleriyle öne çıkan iki benzersiz şahsiyettir. Şerif Muhiddin nitekim bu özelliğiyle diğer bütün udîlerden ayrı bir konuma sahiptir. 1943 yılında Tanin gazetesinde devrin ud üstatları hakkında çıkan bir yazıda, Şerif Muhiddin’i kültürüyle de takdire şayan biçimde değerlendiren F. Celaleddin, Yorgo Bacanos’un olağanüstü sanatını överken onu biraz daha kültüre dalmış, biraz daha şair görmekten başka bir dileğinin olmadığını yazıyordu. Belli ki yazarın kafasındaki eksiksiz aydın bir müzisyen portreyi temsil eden biricik kişi Şerif Muhiddin’di.

Soylu şeçerenin haşmeti

Doktora sürecimde Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’nde uzun bir dönem araştırmalarda bulunurken Şerif Muhiddin’e ait gördüğüm fotoğraflar, kitaplar, notalar, resimler ve udların dışında inceleme fırsatı bulduğum defterler onun hayatının ve ruhunun inceliklerini keşfetmeye yardımcı oluyordu. Burada dikkatlerden kaçmayan nokta tevazu için yazdıklarıdır. Sanata ve hayata dair kaleme aldığı mecazlardaki bu yön bizlere kişiliği hakkında ipuçları sunmaktadır. Şerif Muhiddin’in gizli sırları içinde barındıran tasavvufi sözleri onun felsefi ve şairane tarafına işaret etmesi bakımından önemlidir. Örneğin “Bu kâinat bir senfonidir. Kendimizi iyi akort edersek o senfoninin güzel bir notası oluruz” der. Bir başka yere ise “Tevazu yer çekimini kabul etmeyen bir tepedir. Oraya çıkabilen düşmekten kurtulur” şeklinde not düşer. Herkesin hürmet ve muhabbetini kazanan dünyaca ünlü bir müzisyenin söyledikleri günümüz dünyasını düşündüğümüzde şaşırtıcı gelse bile ortaya koyduğu tavır bağlı olduğu soylu şecerenin haşmetinden kaynaklansa gerek. 

Yirmi yaşında Darülfünun edebiyat, yirmi bir yaşında ise hukuk şubesinden mezun olan Şerif Muhiddin bence filozof-sanatçı figürlerinden biridir. Sanatın ve düş gücünün kaynağındaki diyaloğun temeline kültürler arası dinamikleri yerleştirmiştir. Müzikteki eğilimi küçük yaşlarından itibaren piyano, ud ve viyolonsel arasında şekillenmiştir. Her çalgıyla yeni bir çevreye girmiş, bir kültürden diğerine yaratıcılık özelliklerini kullanarak bu renkleri müziğine yansıtmıştır. 

Resim yapan bir baba -ki kendisi son Mekke Emiri Şerif Ali Haydar Paşa-, müziği seven bir anne, ud çalan bir amca, piyano aşığı bir kız, keman çalan bir erkek kardeşle örülü bir aile içinde yetişmişti. Diğerleriyse başka yeteneklere sahiptiler. 37. kuşaktan Peygamber torunu olan bu aile üyelerinin neredeyse hepsi sanatkârdı. Çamlıca’daki köşklerindeki kapılar aynı anda hem doğuya hem de batıya açılıyor, her yeri iki kültüre ait sesler ve renkler kaplıyordu. Selamlık kısmında dünyaca ünlü piyanist Leopold Godowsky ile Tanburî Cemil Bey’i yan yana görmek şaşırtıcı değildi.  

Şifahi kültürün aktarımıyla oluşan müzik repertuvarı meşk yöntemiyle devam edebilmişse de müziğin yazılabilir hâle gelmesi sayesinde günümüze ulaşmıştır. Şerif Muhiddin de küçüklüğünde köşklerinde yapılan fasılları bu şekilde hafızasına nakşetmiştir. Onun ileri görüşlülüğü ve zamanın ruhunu okuyan tavrı 19. yüzyılın son çeyreğinde başlayıp 20. yüzyılın başından itibaren hızla yaygınlaşan nota yayıncılığıyla birleşince uçup giden söz dünyasına karşı direnebilmek için müzik yazısından destek almış ve ud metodunu yazmıştır.  Udun sağ ve sol el tekniğine ait temelleri, örnekleri, alıştırmaları ve pozisyonları yazdıktan sonra belli başlı makamlarda kullanılacak en uygun parmakları göstererek pasajları metoduna ekleyen Şerif Muhiddin bazı peşrev ve semailerde güç görünen pasajların icrasını kolaylaştıran yolları belirtmiştir.

Dünyaca ünlü sözünü oldukça kolay kullanırız. Ama kişinin sözün karşılığını hak edip etmediği üzerine pek düşünmeyiz. İstanbul’da New York ve Bağdat’ta zamanın en seçkin müzisyenleriyle bir araya gelen Şerif Muhiddin’i sadece çok sevdiğim, örnek aldığım ve hayranı olduğum için bu sınıfa koymuyorum. Bu yazıyı okurken şimdi sıralayacağım isimleri gördüğünüzde bir ara verseniz ve kim olduklarına bakıp, müziklerini dinleseniz eminim ki sizler de bana kolaylıkla hak vereceksiniz. Alexander Siloti, Fritz Kreisler, Pablo Casals, Josef Hofmann, Mischa Elman ve Jascha Heifetz… Bu özel isimlerin hepsi üstün icralarıyla adlarını dünya müzik tarihine altın harflerle yazdırdılar. Şerif Muhiddin onların yakın dost meclislerinde bulunmuş, ud ve viyolonseliyle karşılarında konserler vermiştir. Türkiye’de konservatuvarların yaylı çalgılar anasanat dallarında özellikle viyolonsel sanat dallarının kaçı Şerif Muhiddin’in Aralık 1928 ve 1929’da New York’ta Town Hall konser salonunda verdiği konserlerin repertuvarından haberdardır? Oysaki ne güzel olurdu o eserlerin yeniden seslendirilmesi, Şerif Muhiddin’in viyolonseldeki dehasının anlatılması… 

Ebedi aşkın temsilcisi Safiye Ayla

Sonlara doğru gelirken daha anlatamadığım onlarca şey bir kenarda dururken Şerif Muhiddin’in yaşamına sesiyle ve sevgisiyle huzur veren Safiye Ayla’yı anmadan geçemezdim. Şerif Muhiddin’in yaşamında ebedî aşkı temsil eden Leyla’sıdır Safiye Ayla. O dönem çevrelerinde evliliklerine giden yola set çekmek isteyenlerin, günümüzde ise bu evliliğe akıl sır erdiremeyenlerin kaçırdıkları nokta bu aşkın samimiyeti ve cismin ötesine geçen ruha karışan yüzüdür. 

Üstadın mezar kitabesine yazılmasını istediği cümle her seferinde beni duygulandırır. “Kalbinin sesini ömrü boyunca parmaklarından dinlemeye çalışmış bir meczup idi. Ne yazık ki ne kendi dinleyebildi, ne başkalarına işittirebildi.” Şerif Muhiddin bu sözcüklerle karamsar bir tablo çizmiş izlenimi uyandırsa bile müziğiyle insanları bambaşka âlemlere sevk etti ve hayale sığmayan bir icra ile müzisyenlere ilham oldu.

Önceki Yazı

Şiir ve müzik ilişkisi üzerine parçalı notlar

Sonraki Yazı

Perdenin arkasındaki melodiler: Türk sineması ve müziğin buluşması

Son Yazılar

Gandi mürşid arıyor

İnsan eğitimi Hz. Âdem ile başlayan kutlu bir yolculuktur. Peygamberlerden sonra onların varisleri olan alim arif