Şehirler: Harici Harddisklerimiz

12 dakikada okunur

Dijital devrimin ışığında bakıldığında şehirlere harici harddisklerimiz diyebiliriz. Beynimin içindeki harddisk ile yaşadığım şehirlerin harddiski, yani harici harddisklerin içersindeki datalar  uyuşmazlık gösteriyor. Yıllar içerisinde meydana gelen değişimin kaçınılmaz etkileri önemli bir rol oynuyor tabii ki. Teknoloji, dünya, alışkanlıklar değişiyor ve bazı ülkelerde şehirlere yığılmış insan sayısı artıyor.

Ben Türkiye’de yaşı kırkı sollamış büyükşehir doğumluların ortak kaderini yaşıyorum. Ne İstanbul Tatavla-Sopalı Hüsnü sokağındaki doğduğum ev, ne de İzmir’de 94 sokaktaki çocukluk, ilk gençlik evim duruyor. Sokaktaki harici harddisk benim kaydetmediğim çirkin, üslupsuz ve yan yana yığılmış yapılarla dolu. Bahçemiz, Minnoş adlı kedimiz  incir ağacımız, tavuklarımız, ramazanlarda evimizde icra edilen Karagöz oyunları, yaz akşamları kapı önlerinde icra edilen sohbetleri anımsatacak  yapılar bir-iki istisnasıyla tamamen silinmiş. Neyse ki 26 yıl önce yayınladığım Muska adlı romanımda 94 sokağın 1963 yılındaki halini ayrıntılı bir şekilde anlatmak ve belli sayıdaki okurla paylaşmak nasip oldu.

Batı dünyası haricindeki şehirler zamanında Endüstri 2.0’ı ıskaladığı için içine doluşan yığınları 3.0’ın ve müstakbel 4.0’ın şartlarına uyarlamakta geç kaldı. Küresel plan bu değildi zaten. Diğer yandan dijitalleşme nedeniyle dünya ölçeğinde Doğu-Batı farkı giderek azalmaya başlıyor. İnsanları büyük şehirlere mahkum eden, üzerlerine beton, GDO, fast food yağdıran ve bulundukları yerde organik çöpe dönüştürmeye niyetli bir buluttan söz ediyorum.  Bu akıllı bulut harici harddisklerimizi uyarlıyor. Amacı harici harddisklerimizi hem dünyada hem de metaversel âlemlerde  hiçbir anıyı çağrıştırmayacak gayri insani dekorlarla bezemek olabilir mi?

Türkiye bunu çok hızlı ve acımasız şekilde yaşıyor. Bize haslığın, görmüş, geçirmiş ve yaşanmışlığın kayıt yeri olan yapılar hoyratça imha ediliyor. Sadece eskiye vefasızlık, tarihe saygısızlık değil yığınları büyük şehirlere tıkıştıran o bulut-akıl uçuşkan zihinler, geçmişten kökleri kopartmış sarmaşık misali teba üretiminde. Bu hızlı ve gaddar erozyonda habis bir karakter var. Bize haslığı acilen silmeye azimliler. Bayağılaştırma ve tektipleştirme memurları harıl harıl çalışıyor.

Şehirler arası gece yolculuğunda nerede olduğunuz navigatorden ve hepsi birbirinin benzeri lokanta, restoran, marka mağazaların, şirket panolarının arasındaki tabelalardan anlaşabiliyor. Yeni harici diskler zihinlerdeki datalara hizmet verme gücünü sürekli yitiriyor. Betona sinmiş suni hissiyat bizi hoyratça ışınlıyor. Yığınları büyük şehirlere tıkıştıran, insan gücüne ihtiyaç azaldığı halde betonların arasında hapis tutan aklın nihai amacını doğru okumalıyız. Ayrıca taşınabilir tarihi eserler, anlamlı eşyalar, hikâyesi olan nesneler için özel ve dokunulamaz depolama yerleri tesis etme zamanı geldi de çattı.

Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 adlı distopik romanında sistem yakın gelecekte insanların tarihle kültürleriyle bağlarını kopartmak için kitapları yakıyordu. Artık kitap yakmaya gerek yok. Şehirlerin karakteristiğini yakıyorlar ve bunu yapmaya da sanki ülkemizden başlamışlar gibi. Organik dataların yerine yeni ve kurgulanmış data ikame etmek için olabilir mi? Harici harddisklerimize sahip çıkmalıyız.

Kemeraltı bir labirenttir. Ne kadar gezersen gez tamamını görmüşüm hissiyatı vermez. Aynı yerlerden, sattıkları her şey diğerleriyle bire bir aynı olan satıcıların önünden defalarca geçsen de zihnimizde çalışan “her ân başka, her ân diğerinden farklı” jeneratörü bizi aldatır. Mevcudatın tümü ele geçmezdir ve sürekli bir devinim içerisindedir. Bir yerden bir şeyler getirilir, insanlar bunları alır götürür, ciddi ölçüde kayıt dışıdır.

El işi azlığı tekdüzelik getiriyor. Çünkü elin becerisi, kifayetsizliği, malzemenin bolluğu ya da azlığı inanılmaz bir çeşitlilik oluşturur. Buna rağmen tıpa tıp aynı gibi görünen binlerce fabrikasyon mamul de bize biraz farklı görünür. Bunu unutma ve hatalı hatırlama yetimize borçluyuz. Unutmak tekdüzeliğin ilacıdır adeta. Son Labirent demem yakın gelecekteki yapay zekâ denetimi öncesindeki özgür yanılmalara gönderme.

Başkan Kennedy’nin ABD’de suikasta uğradığı sıralardı. Üçkuyular’a adı henüz verilmemişti. Kemeraltında olan biten her şeyi hatırlayan bir adamı dinledim. Kolonyacılar sokağında küçük bir imalathanesi vardı. Sadece limon kolonyası imal ediyordu. Kolonyacı İhsan diyorlardı. Babamla gitmiştik. Kolonya alma bahanesiyle gelmiş iki adam daha vardı. Motor gibi eskileri anlatıyordu. Birisi on küsur yıl önce falanca dükkân dediğinde hemen sahibinin ismini söylüyor, şu anda ne iş yaptığını söylüyordu. Herkesi ismiyle tanıyordu. Kim öldü, kim yakında yolcu, kim teneşir kaçkını etiketiyle geziyor hepsini biliyordu. Müthiş bir bellekti. Kemeraltı’nın canlı yakın tarih kitabıydı mübarek. Anlattığı şeylerin hiçbirini bilmiyordum, ama bilenler hayret vitesi büyültüp duruyordu.

Ergenlik çağının hayhuyunda bir ara o adamı unuttum. Tekrar aklıma geldiğinde kırkların kara sularına girmek üzereydim. Babam ben yirmi yaşındayken vefat etmişti. Neyse ki Kemeraltı’nı iyi tanıyan bir aile dostumuz yardımıma yetişti. Kolonyacı İhsan’ın seksen sonlarında öldüğünü ve onun yerini birinin alacağını, ama kim olacağının henüz belli olmadığını söyledi. Bu bir ananeydi. Kemeraltı vakalarını hatmeden bir hafız silsilesi vardı. İhsan beyden önceki vaka hafızı Rasim Mehmet adlı bir kunduracıymış. Adam İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşlılıktan ölerek postu Kolonyacı İhsan’a bırakmıştı.

Birçok kimse kendi belleğini tazelemek, nostaljik duygularla sarsılmak için Kolonyahane’ye gelir ve “Anlatsana İhsan abi, ben hani çocukken buraya gelmişim. Ne giymiştim? Ağzım ne tür laf yapıyordu? Babam rahmetli neler diyordu benim için.” vb. falan diye sorarlarmış.

Kunduracı Rasim’in Üçüncü Beyler sokağının bitiminde küçük bir ayakkabı tamircisi varmış. Onun belleği de müthişmiş. Daha çok maniler, türkü ve şarkı sözleri, adı sanı bilinmeyen çoğu sıradan olan şairlerin şiirlerini ve en müthişi meyhanelerde edilen en uçuk sohbetleri kelime kelime hatırlıyormuş. Çarşıda iş tutan alüftelerin, parlakçıların, ispirtocuların, goygoycuların, bul karayı al parayıcı taifesinin falan hepsinin adını bilirmiş. Küçük dükkânı yaz-kış ayakkabı tamiri bahanesiyle gelen insanlarla dolu olurmuş. İkinci Dünya Harbi sırasında sirozdan ölünce yerini kolonyacı almış. Bundan Kemeraltı’nda böyle insani bellek bankaları ananesi, saklı bir silsile olduğunu düşünmeye başladım ve en yeni Bay Hafıza’nın peşine düştüm.

İzmir’den sevgilerle.

Önceki Yazı

Çocukluğunuz sizi bekliyor!

Sonraki Yazı

Sırlı adam

Son Yazılar

Gandi mürşid arıyor

İnsan eğitimi Hz. Âdem ile başlayan kutlu bir yolculuktur. Peygamberlerden sonra onların varisleri olan alim arif