Prof. Dr.Bülent Yılmaz
byilmaz@hacettepe.edu.tr
Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü
Kütüphanecilik dünyasına salgınla birlikte dijitalleşme kavramı hızlı bir şekilde girdi. Kalıcı bir yer edindi mi? Edindiği yerin devamlılığı ne kadar mümkün? Kütüphanecilik yeni dünyasına adapte oluyor mu? sorularının cevaplarına dair bir inceleme.
Kütüphaneler ya da kütüphanecilik her ülkede farklı gelişme düzeyleri gösteren bir alan. Türkiye’de kütüphaneciliğin tarihi Osmanlı’ya dayanıyor. Sonra Cumhuriyet dönemiyle birlikte devam ediyor. Kütüphane kurumu aslında insanlığın yazıyı bulmasıyla birlikte tarih sahnesine çıkmış. Aşağı yukarı 4-5 bin yıllık bir meslek. Yani insanın hayatında bilgi ve yazı varsa kütüphane bir biçimde oluyor. Çünkü insanın kişisel hafızası yazılanları tutmaya yetmiyor. Bu yüzden insanlar arşiv ve kütüphane dediğimiz kurumlar oluşturuyor. Bu kurumlar hem devlet yönetimi hem de insanların eğitim ve kültür ihtiyaçları ile ilgili olarak ortaya çıkmış ve varlığını günümüzde de devam ettiriyor.
Kütüphanelerin gelişmesi biraz da kendi dışındaki eğitim sisteminde, kültürde ama özellikle teknolojide yaşanan değişimlere bağlıdır. Teknoloji değişince kütüphaneler de değişiyor. Teknolojide en köklü değişim; bilgisayarın bulunması ve ardından internetin hayatımıza girmesi ile birlikte dijital çağ, bilgi toplumu ve bilgi çağı dediğimiz bir dönemin başlamasıyla oldu.
Kütüphaneler daha önce kâğıt ortamında sundukları bilgiyi doğal olarak, elektronik ortamda sunmaya başladılar. Kütüphanelerin son 15-20 yılda gelişimini belirleyen en önemli unsur bilgi ve iletişim teknolojileri dediğimiz bilgisayar ve internet meselesi oldu. Ama bu teknolojiler her kütüphaneye eşit biçimde giremedi. Bugünlerde yaşadığımız örneğin Zoom Meeting video konferanslar bile daha önce belli ölçülerde yapılırken şimdi çok daha sık biçimde kullanılır oldu. Bundan sonra da video konferanslar hayatımızın muhtemelen bir parçası olacak.
Salgın sürecinde kütüphanelerde de hayat durdu
Son yıllarda kütüphaneler bilgi teknolojilerini en çok kullanmaya başlayan, kullanmak zorunda olan ve buna uyum sağlayan kurumlardan biri olmuştur. Dolayısıyla son 15-20 yılda bilgi teknolojilerine bağlı olarak kütüphaneler gerçekten bir kabuk değiştiriyor. Bu değişimi yakalayan kütüphaneler de var, yakalayamayan kütüphaneler de.
Küresel salgın sürecinde her kurum gibi kütüphanelerde de neredeyse hayat durdu. Dolayısıyla kütüphaneler de ister istemez hizmetlerine ara verdi. Herkeste önce bir şaşkınlık durumu yaşadık. Biz üniversitede “Derslerimizi nasıl yapacağız?” telaşına düştük. Bir süre ne yapacağımızı bilemedik. Sonra uzaktan eğitime başladık.
Gerçekten dünyada yüz yılda bir yaşanan olağanüstü bir durumu yaşadık ve hâlâ yaşıyoruz. Kurumların buna hemen uyum sağlamasını beklemek zaten çok gerçekçi değildi. Dolayısıyla kütüphaneler de bu süreçten etkilendi. Baştan “Biraz açık kalalım ve hizmet verelim. Henüz bir tehlike yok.” gibi düşünüldü. Ama sonra işin ciddiyeti anlaşılınca, “Kütüphaneleri kapatalım yani hizmet vermeyelim ya da haftada yarım gün hizmet verelim. Sadece ödünç kitap verelim.” denildi. Ama kitaptan bile bulaştığı ortaya çıkınca Sağlık Bakanlığı’nın verileriyle o zaman tüm kütüphanelerin hizmetleri durduruldu.
Kütüphane çalışanları ise kütüphaneye gelmeye devam etti. Kullanıcı olmayınca risk büyük ölçüde azaldı, ama oralarda da nöbetleşe usulü esnek çalışma sistemine geçildi. Ama bu arada kütüphaneler hemen bilgilendirme fonksiyonlarını “Dijital teknolojiler ile nasıl yapabiliriz?” ve “Nasıl devam edebiliriz?” diye düşünmeye başladılar. Zaten birçok gelişmiş kütüphanenin kaynakları elektronik kitap ve dergiler, indeksler, referans kaynakları gibi dijital kaynaklardan oluşuyor ve bunlara uzaktan erişilebiliyor. Dolayısıyla materyallere ulaşma anlamında üniversite kütüphanelerinde çok sorun yaşanmadı. Ama halk kütüphaneleri ve belediye kütüphanelerinin çoğu bu döneme hazırlıklı olmadığı için önce bir şaşkınlık dönemi sonra ne yaparız dönemi daha sonra bir toparlanma dönemi şimdi de “dijital hizmetlere yoğunlaşmış ve onu şimdi nasıl yaparız?” dönemi başladı.
Artık bizzat kütüphaneye gidip oradan yararlanmak yerine uzaktan erişilebilen Sanal Kütüphaneler ve Dijital Kütüphaneler var. Bir taraftan da “Kütüphane fonksiyon mu değiştiriyor?” şeklinde bir soru ortaya çıktı. Mesela kütüphanelerdeki istatistikleri bile kütüphane web sayfasının tıklanma sayısı ve indirme sayısı ile ölçmeye başladık. Gerçekten bu yöne giden bir durum var. Açıkçası kütüphanenin geleceği açısından “Kitabın yerini elektronik kitap mı alacak, artık basılı kitap kalmayacak, kâğıt olmayacak, kütüphaneler de olmayacak…” gibi birtakım senaryolar var.
Kitap format değiştirebilir ama okuma ve bilgilenme eylemi değişmez
İtalyan felsefeci ve yazar Umberto Eco şunu söyler: “Tarihte bazı şeyler bir kez icat edilince onun yerine yeni bir şey koyamazsınız.” Mesela buna en çok kitabı ve tekerleği örnek verilir. Tekerlek neredeyse 5 bin yıl önce bulundu. Ama uçak, araba ve bisiklet de hâlâ tekerlek üzerinde gider. Yani hayatımız tekerleğin üstündedir. Çünkü onun yerine bir şey icat edilmedi. Öyle bir icat ki yerine bir şey koyamıyorsunuz. Kitap da öyledir ve format değiştirebilir. Mesela önce papirüste imiş, sonra parşömene geçmiş, derilerin üstüne yazılmış, ağaç kabuğuna yazılmış vs. Sonra kâğıt olmuş ve şimdi de elektronik ortamda… Materyal değişiyor ama okuma ve bilgilenme eylemi değişmiyor.
Şimdi aynı şeyi kütüphaneler için de düşünüyorum. Kütüphane öyle bir şey ki insanlık bunu bir kez icat etmiş ve bu bir ihtiyaç sonucunda ortaya çıkmış. Tarihte “Laf olsun diye bir de kütüphane olsun.” denilmemiş ya da kütüphane hayatımızda bir aksesuar olarak bulunmuş değil. Gerçekten kütüphane bir ihtiyaçtan yola çıkıyor. Yazı bulunduğu için ve yazıyla bilgi üretmeye başladığımız için bunları bir yerde biriktirmemiz gerekiyor. İnsan hafızası buna yetmiyor ama kütüphanelerin hafızaları yetiyor. Dolayısıyla kütüphane, yerine başka bir şeyin konacağı bir kurum değildir.
Kütüphaneler yeni bir fonksiyona büründü
Diğer yandan ise “Dijital kültüre girdik. Sanal bir dünyada yaşıyoruz ve giderek sanallaşıyoruz.” deniliyor. Sanallık; kendimizi dış dünyaya karşı kapatıp, bilgisiyarımızın dünyamız olmasıdır. İletişimimiz, konuşmalarımız ve bütün insanlarla ilişkilerimiz bilgisayar üzerinden gerçekleşiyor. İnsani ilişkilerimiz neredeyse bitme noktasına geliyor. Dolayısıyla insan giderek dijital dünyada yalnızlaşan bir varlık haline gelmeye başlıyor. Yeni teknolojilerin insanı yalnızlaştıran bir riski ortaya çıkıyor. Sosyal hayattan ve sosyalleştirmeden koparıyor. Aynı zamanda yeni bir sosyallik türü de getiriyor. Kütüphanelerin bu noktada dijital kullanımı da ortaya çıkıyor. Gelişen teknolojiler nedeniyle sosyalleşme ihtiyacı artıyor ve bu ihtiyacı karşılayacak kurumlar olarak kütüphaneler yeni bir fonksiyona bürünüyor. Biz buna 3. mekân diyoruz. Evlerimiz 1. mekânlarımız ve işyerlerimiz 2. mekânlarımızdır. Örneğin kahvehane, kafe, spor salonu, tiyatro ve sinema 3. mekândır. Kütüphane de 3. mekândır ve en çok sosyalleştiğimiz yer 3. mekânlardır. Önümüzdeki süreçte kütüphaneler planlanırken mekân olarak mutlaka sosyalleşme alanlarıda düşünülecek. Mesela konferans salonu, sergi salonu, tiyatro salonu, kafe salonu gibi. Bu mekânları düşünerek kütüphanelerin gelecekte sosyalleşme fonksiyonlarının daha da öne çıkacağını tahmin ediyoruz.
Diğer taraftan hayat değişiyor. Mesela şimdi kitabın kokusu bizim için geçerli. Bin yıl sonra kitap diye bir nesne olmayacağı için onun kokusu da özlenmeyecek. Bizim için çok önemli bir hayat kokusu yok olacak. Yani elimize aldığımız, karıştırdığımız ve alıştığımız bir psikoloji yok olacak. Bunun bize olumsuz etkisi olacaktır. Kâğıt gerçekten ortadan kalktığında kokusu da kalmayacak. Bizler de bu dünyadan göçtükten sonra kâğıdı bilmeyen ilk insan ortaya çıktığında, bu böyle olacak. Mesela papirüs dediğimiz Nil’de yetişen büyük yaprak 2 bin yıl kullanılmış. Yani, 2 bin yıl insan papirüs kokusu almış. Ama şu an hiçbirimiz papirüs kokusunu özlemiyoruz. Çünkü bilmiyoruz. Bu yüzden bizim nesil bundan rahatsız olacak. Ama bizden sonrakiler yani kâğıt bittikten sonra dünyaya gelenlerin böyle bir derdi olmayacak.
İlerleyen zamanlarda salgın süreçleri olabilir ve hazırlıklı olunmalı. Bu tür olayların gerçekleştiği olağanüstü dönemlerde ne yapılacağını ortaya koyan birer politika belgesi, strateji, yönetmelik, talimat, yönerge hazırlanmalı. Bu dönemlerde ne yapacağımızı bileceğimiz bir politikanın olması gerekiyor.
Dijital kaynaklara yönelinmesi gerekiyor.
Salgın sonrası dönemde özellikle dijital kaynaklara ve dijital hizmetlere biraz daha kendimizi konsantre etmemiz gerekir. Hem yüz yüze kütüphane içi hizmetlerini hem de dijital hizmetleri birlikte vereceğiz. Bugüne kadar gene bu böyleydi, ama dijital hizmetler çok azınlıktaydı. Şimdi artık dijital hizmetler anlamında yüzde 20-50 aşamasına doğru gidiliyor. Dolayısıyla hem kütüphaneci hem de kütüphane olarak geleceğe uyum sağlamak adına artık dijital hizmetlere ve dijital kaynaklara yönelinmesi gerekiyor. Ama kütüphane içi hizmetleri de ihmal edilmeden birlikte götürülmeli. Sadece dijital bir kütüphane olmaz. Mutlaka geleneksel hizmetler de verilmeli. Ama dijital kaynaklar ve dijital hizmetler üretmeli ve bunları sunulmalı. Bunlar hem eğitim materyali hem bilgilendirme materyali hem de edebiyat kitaplarını içermeli. Yani kütüphanemizin nasıl ki bugün raflarında her konuda binlerce basılı kitap varsa bundan sonra binlerce elektronik kitap olmalı. Bilgilendirme açısından yani bir araba nasıl tamir edilirden, bir yemek nasıl yapılıra kadar dijital materyallerle insanlar bunun bilgisini alabilmeli. Hem yaygın eğitimi hem de örgün eğitim desteklenmeli.
Dijital hizmetleri geliştirme noktasında motive olmak gerekiyor
“Bugün kütüphane kapanırsa bütün hizmetlerimi dijital ortamda nasıl verebilirim?” diye düşünmeliyiz. Bunun hazırlığını yapmalıyız ve yeni normalimizden biri dijital ortamda kütüphane hizmeti vermek olacak. Üstelik bu da kütüphane kullanımının yeni normalidir. Artık kütüphane kullanımı sadece kütüphaneye gelerek değil dijital hizmetleri kullanarak gerçekleşecek.
Ayrıca dijital hizmetler çok daha ekonomik ve kolaydır. Velhâsıl hem geleneksel hizmetlerimizi hem de dijital hizmetlerimizi sürdürmeliyiz. Ama dijital hizmetlere mutlaka çok kafa yormamız, yavaş yavaş örneklerini başlatmamız ve tecrübe kazandıkça dijital hizmetlerimizi artırmamız gerekir. Koronavirüs sürecinin en önemli derslerinden biri de bu dijital hizmetleri geliştirme yönünde bizi motive etmesi ve bizde bir başlangıç yaratması olmuştur.
Dijital geleceğin en önemli sorunlarından biri dijital bölünme olacak. Dijital bölünme dediğimiz yani imkânı olanlar ve olmayanlar bilgiye maalesef aynı derecede erişemiyorlar. Bu da bir uçurum yaratıyor. Bu çok ciddî bir sorun. Yani bilgi toplumunun temel sorunlarından biridir. Bilgiye erişenler ve erişemeyenler arasındaki uçurumun artması durumunda kütüphanelerin de buna köprü olması söylenir. Özellikle halk kütüphanelerinin ve belediye kütüphanelerinin dijital uçuruma köprü olma işlevi daha da öne çıkmaya başladı.