Yerli ve Milli Müzik Zamanı

29 dakikada okunur

Gülcan TEZCAN

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Türk müziğinin hak ettiği değeri görmesi gerekir” sözüne müzik çevrelerinden destek geldi. Prof. Dr. Gülper Refiğ, Özer Özel ve Mehmet Kemiksiz, yerli ve milli bir müzik geleneğinin oluşması için çocuk yaştan itibaren müzik eğitiminin ciddiye alınması gerektiğini söylediler.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın yeni salonunun açılışında Türk müziğinin de bir dönem jakoben zihniyet yüzünden yasaklandığını hatırlatmıştı. Türk müziğinin hak ettiği değeri görmesi gerektiğine vurgu yapan Erdoğan, sanat dünyasında uzun yıllardır rahatsızlık duyulan bu meseleyi gündeme taşımış oldu.
Yeni konser salonunda sanatın her renginin kendine yer bulacağına dikkat çeken Erdoğan, “Her dilden ve her telden dünyanın sesi burada toplanacak içimizdeki tüm güzellikler notalara burada yansıyacaktır. Pisagor ve Farabi tertibinden ilhamlarla Mozart ile Bach’ın portrelerinden tınılar, Şemsettin ile Meragi’den terennümlerle, Şostakoviç ile Chopin’in bestelerinden ritimler burada buluşacaktır. Şehnaz besteler uvertürlere, kâr-ı natıklar andantelere burada yol gösterecektir. Bir kemanın içli sesinden yayılan ayrılık, bir bağlamanın en zarif perdesinde yankılanan hasret yine burada gönlümüze düşecektir. Bir Itri neva karıyla bir Vetömin konçertosu, bir Yunus ilahisine eşlik eden barış senfonisi olarak buradan dünyaya açılacaktır” dedi.

ÜÇ İSİM, ÜÇ SORU, ÜÇ CEVAP

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu yaklaşımı müzik çevrelerinde garip bir suskunlukla karşılandı. Ancak Türk müziğinin dünü, bugünü ve gelecek nesillere aktarılması konusunda kafa yoranlar için son derece önemli bir çıkıştı bu. Biz de bu konuşmadan hareketle müzik dünyasından önemli isimlere Prof. Dr. Gülper Refiğ, Özer Özel ve Mehmet Kemiksiz’e “Bugün yasak yok ancak kültür sanat hayatında Türk müziği hak ettiği değeri görüyor mu? Yeni nesiller geçmişteki güçlü müzikal mirasın farkında mı? Eğitim sistemimiz bu anlamda ‘müzik’ kültürümüzü aktarabiliyor mu? Konservatuarlarda Türk müziğini ikincil gören jakoben bakış aşılabildi mi?” şeklinde üç soru yönelttik.

Mehmet KEMİKSİZ:

ÖZÜ SABİT TUTARAK ÇAĞIN RİTMİ YAKALANMALI

Topluma yaygın eğitim faaliyeti olarak neyi gösterir, neyi örnek verir, güzel ve çirkin kavramlarının içini ne ile doldurursanız sosyolojisini değiştirmiş, dönüştürmüş olursunuz. Burada sanatkârların da yapması gereken Türk müziği adına konuşuyorsak -Türk müziğinin bütün alt başlıklarını da kast ediyorum- bunları topluma farklı mecralarda sunabilme, icra edip gösterebilme becerisini ortaya koyabilmeleri gerekir. Sanat toplum içerisinde ve sanatkârlar arasında nasıl yaygınlaştırılır, nasıl özü sabit kalarak çağın gereklerine uygun hale getirilir çağın ritmi, melodisi yakalanır? Bu biraz da yöneticilerin, idarecilerin yanında gezdirdikleri müzisyenler, temsil makamında gördükleri müzik eserleri ve dinlemekten haz duydukları müzik parçalarının topluma lanse edilmesiyle mümkün olacak bir şey.
Topluma çok kısıtlı melodilerden oluşan müzikler sunulduğu, sosyal ve görsel medyadan sürekli bunlar pompalandığı için toplum müziği o zannederek ona yöneliyor. Çok yakın geçmişimizde sadece yaz tatillerinde çalınmak üzere müzikler üretilirdi. Bunların hepsini tefrik edecek olan idarecilerdir.

ÇOCUKLAR İYİ YETİŞMELİ

Hiçbir çocuğun eline kemanı, kanunu ya da Türk müziğinin ince saz grubu dediğimiz klasik sazlarını almadan, ona dokunmadan tınısını hissetmeden ona heveslenme ihtimali yoktur. Ya televizyonda görecektir bir orkestra içerisinde veya bir sanatçının söylemiş olduğu bir çocuk türküsünü, çocuk ilahisini ya da çocuk eserini dinleyip oradan meyledecektir. Ya da çok sevdiği bir şiirin müzikte yer aldığını duyunca oradan meyledecektir. Bütün bunları yaygın eğitim olarak değil ama birebir kabiliyetli olan çocukların yetiştirilmesine yönelik özverili bir çalışma olarak değerlendirmek lâzım. Burada çocuklara birebir eğitim vermediğiniz takdirde gerek enstrüman eğitimi gerek ses eğitimi gerek eser meşki eğitimi vermediğiniz takdirde çocukların tesadüfen rastladıkları bir saz ya da ses tınısı olarak akıllarında kalacaktır.

BİZİM SESLERİMİZ YOK

Batılı ülkelerde müzik eğitiminde neden klasik müziğin bu kadar önemli olduğunu araştırdığımızda bakıyoruz ki Batı müziğinin kökeninde din tandanslı bir veri var. Kilise var. Orta Avrupa’da eğitim sisteminin güçlü olduğu ülkelerde çok küçük yaştan itibaren temel müzik formları ve seslerini çocuğun kulağına piyano, keman ya da başka bir enstrümanla yerleştiriyorlar. Çocuk müzisyen olmayacaksa bile o müziği dinleyip onunla rahatlama ve ondan zevk alabilme yöntemini temelden bir müzik eğitimi ile ediniyor. Ülkemizde ise okullarımızda temel bir müzik eğitimi olmasına rağmen Itri’nin tekbiri ya da salat-i ümmiyesi; toplumca çok yaygın ve bilinen bayram tekbiri diye bilinen o tekbir, hacda, umrede insanların topluca okudukları telbiye ya da çok basit bir ilahi ya da bir çocuk şarkısı müzik eğitimi müfredatında yer almadığı için çocuklar bunlardan uzak kalıyor.
Biz asıl treni ilkokuldan itibaren vermiş olduğumuz müzik derslerinde toplumsal kökenlerimizi ifade eden müzik parçalarına müfredatta yeterince yer verememiş olduğumuzdan dolayı kaçırdık ve bu yüzden kültürel aktarımı gerçekleştiremiyoruz. Bugün bile siyasi konjonktür buna çok müsait olmasına rağmen istenilen noktada değiliz.

İSTİKLAL MARŞI CANLI OLMALI

Ancak mesela okullarımızda İstiklal Marşı hâlâ play-back olarak okutuluyor çocuklarımıza. Oysa bu böyle olmamalı. Çocuklar bizzat icranın içinde bulunmalılar. Onu hangi duyguyla hangi hisle söylediklerini alt yapı olarak müzik branşı ve tabi Türk dili edebiyatı itibariyle vermemiz lâzım. Türk dili demişken açmamız gereken bir konu daha var o da şudur Mehmet Akif gibi yakın tarihimizin şairlerinin şiirlerinden bestelenmiş olan müzikleri dinlerken özellikle Z kuşağı dediğimiz neslin bundan bîgane olduğunu, oradaki pek çok kelimeyi, kavramı bilemediğini dolayısıyla da bu eserleri kendine uzak hissettiğini görüyoruz. Burada atılması gereken en önemli adım tıpkı Azerbaycan’da, İran’da yapıldığı gibi klasik olarak adlandırdığımız birtakım temel eserleri, aynı zamanda bestelenmiş olan şairlerimizin birtakım şiirlerini müfredata alarak edebiyat ve müziği iki koldan birbirini tamamlayıcı hale getirmek.

Özer ÖZEL:

GELENEKSEL MÜZİK AYRIŞTIRILDI

Cumhuriyete yön veren fikir adamları batıya yönelmeyi çok önemsediler ve otoriteyi bu yönde etkilediler. Az sayıda müzik adamı bu batılılaşma yönelmesinin sakıncalarını dile getirmişlerdir. Varolan makam musıkisinin (müziğinin) görmezden gelinmesini, bunun yanında en önemlisi lisanı yok etme çabalarının ülkenin geleceğini tehdit ettiği gerçeğini yok saymalarını en üst perdeden dile getiren, eleştiren fikir ve ilim adamları ya dikkate alınmadı ya da susturuldu. İstanbul Belediye Konservatuarı’nda Türk Müziği eğitimi yasaklanınca, burada hocalık yapan Türk makam müziği alanındaki çok kudretli şahsiyetler küstürüldü ve memuriyetlerine son verildi.

Asırlarca bir arada bulunan halk müziğimizle, makam müziğimizin arasını da açtılar. Birbirinin içine geçmiş olan bu iki unsur konservatuarlar sayesinde ayrılmıştır. Bu eğitim kurumlarında Türk Halk Müziği, Batı Müziği, Türk Sanat Müziği, Halk Oyunları adı altında birbirlerinden ayrıldı. “İçimizdeki ilericiler” konservatuarlarda mutlaka batı kaynaklı sanatların olması gerekliliğini savundular. Hatta bir zaman batı müziği derslerini zorunlu tuttular.

OKUL ÖNCESİ İLE BAŞLAMALI

Zannımca Türk müziğinin geldiği nokta itibariyle şu anda kötünün iyisi durumundayız. Gençlerimiz, hatta toplumumuzun büyük bir kısmı, nasıl bir müzik mirasımız olduğunun farkında değil, çünkü toplum yozlaşmaya elverişli duruma getirildi.

Popüler müzik artık vazgeçilmez bir endüstri haline gelmiştir. Bu yalnız Türkiye’de değil dünyanın her yerinde kültürel ve ahlaki bozulmaya yol açtı. Kültürümüzün en sağlam verileceği dönem okul öncesi ve sonrası dönemdir. Bunu toplumun bütününe yaymak çok ciddi yatırımlar gerektiriyor. Türkiye’de kısa vadeli çözümler ve hemen sonuç alma ilkesi benimsendiğinden ve ayrıca doğru olanı yapma fikrini ekonomi ile kıstırınca ileriyi görmek jakobenlerin insafına bırakılıyor.

ANTİ-JAKOBEN TAVIR ŞART

Günümüzde kültürümüze ait olmayan bir yapının yapılmasını övünerek anlatanlar, kendi kültürüne ait bir bina yapıldığında, aynı kesim tarafından tepki görüyorsa bu jakoben kesimin etkinliğinin var olduğunu gösterir. “Biz de sizler gibiyiz, sizin sevdiklerinizi biz de seviyoruz” derseniz kendiniz olamazsınız. Bu uzun zaman alacak ve herkesle fikir birliği olamayacağınız bir alandır. Herkesi memnun edemezsiniz. Neye mal olursa olsun bu kültür çocuklarımıza verilmelidir demek bugün için mümkün gözükmüyor. Kendi “Adem”lerinizi jakobenlere rağmen yetiştiremez ve örneklerinizi oluşturamazsanız kendi müziğini, kendi sanatını öğretme ve geliştirme fikri bir ütopya olmaktan öteye geçemez.
Konservatuarlar haricinde artık üniversitelerin bu alanda kurulmuş fakülte ve bölümleri var. Ancak bu yapılanmada da batı müziği yine ön planda bulunmaktadır.

BATI MÜZİĞİ DAHA BASKIN

İçerisinde yalnızca Türk sanatları ve Türk Müziği eğitimi verilen bir konservatuarımız maalesef yok. Toplum içerisinde zaten yeteri kadar batı müziği var. Toplum içerisinde eksikliği görüp bireysel olarak çaba sarf eden gönüllüler ordusu var ve sivil toplum kuruluşları (Korolar, dernekler, icra heyetleri vb.) özverili çalışmalarını yıllardır yapmaktadır. Onlar sayesinde kültür devam etmektedir. Devletin bu aşamada yapabileceği yalnızca organizasyonlara destek vermesidir. Bunun devletin içinde kurumsal destek görmesinin kabul görülmesi bile on yıllar alacak bir süreçtir. Cumhuriyetin başlarında amaç edinilen kültürü yok etme çabalarının verdiği zararı tersine çevirecek unsur, belli bir süre anti-jakoben tavırlar olmalıdır. Değerler eşitlenince ancak o zaman halkın iradesine bırakmak daha faydalı olacaktır.

“KÖK”LERE DÖNMELİYİZ…

Meclis çalışmalarında Türk müziğinin dinletilmesi, cenaze merasimlerinde Itrî’ye ait tekbirin icra edilmesi muazzam bir gelişmedir. Böyle kırılma noktalarının olması çok önemlidir. Bunun gibi ayakları yere basan çalışmalar, bu kültürün gelecek nesillere taşınmasında önemli katkılar sağlayacaktır. Türk Müziği Proje okullarının hayata geçmesi çok önemlidir.
Her şeyi göze alarak kendi kadim lisanımız ile düşünmeye dönmeli, edeb ve adabımıza uygun, “yabancılaşmadan” gelişmeye önem vermeliyiz. Kanaatimce “Sanat ve Kültürde KÖK” aylık fikir ve musıki dergisinin tıpkı basımının yeniden yayınlanması bu konudaki en önemli çalışmalardan biri olacaktır.

Prof. Dr. Gülper REFİĞ:

KÜLTÜREL BİRLİK ZAMANI

Kültürel miras karmaşasının kökleri Tanzimat dönemine kadar gider. Padişah II. Mahmut zamanında kurulan Mızıka-ı Hümâyun; Yeniçeri ordusunun lağvedilip yerine kurulan batı tarzı askeriyenin Avrupa ritmindeki marşlarını çalmak üzere kurulan bandonun elemanlarına Batı müziği öğretecekti. Sarayda da bizzat padişahlar başta olmak üzere tüm prensler, prensesler yabancı hocalardan Batı müziği dersleri almaya başladılar. İtalyan operaları dünya prömiyerlerinden hemen sonra İstanbul’da sahnelendi. Klasik Türk Musıkisi de eğitim ve icra olarak Hacı Arif Bey, Şevki Bey gibi ustalar tarafından devam ettiriliyordu. Cumhuriyet döneminde Gazi Mustafa Kemal Atatürk, kendisi Türk tarih tezleri ve bizzat katkıda bulunduğu tarih kitabında ortaya koyduğu gibi medeniyetin Türklerden doğduğuna ve Avrupa’yı aydınlattığına kesinlikle inanıyordu.

TÜRK MÜZİĞİ YASAKLANDI!

Klasik Türk Musıkisi ise büyük tutkusuydu. Ama yeni kurulan Türk devleti ve Türk milletinin, Osmanlı’dan itibaren yaşamımıza girmiş olan çok sesli musıki alanında da yerli ve milli eserlere sahip olması en büyük arzusuydu. Türk müziğini 8-9 ay radyolarda yasaklatanlar aslında Atatürk’ün milli kültür politikasına da karşı olan Ankara’daki alafranga kesimin önderleri, kraldan çok kralcılardır. Atatürk bin bir keşmekeş içinde bunu Hakkı Tarık Us’tan öğrenir öğrenmez, yanlışı önlemiş ve yasağı kaldırmıştır. İran şahının ziyareti dolayısı ile Adnan Saygun’a bestelettiği ilk Türk operasının konusunu bizzat kendisi verdi. Özsoy Operası; Firdevsi’nin Şahname’sinden esinlenerek tasarlanmış, onbinlerce yıl öncesindeki büyük Türk medeniyeti ve bu yüksek uygarlığın Avrupa’ya intikalini anlatan ilk ve tek Türk operasıdır.

TÜRK MÜZİĞİ ÖĞRETİLMİYOR

Atatürk’ün hayattan ayrılmasıyla birlikte Ankara’da müzik camiası onun arzusu hilafına yerli ve milli değerlerimize sahip çıkmak yerine, çağdaşlık ile millî olmayı karşı kutuplara dönüştürerek, çok sesli- tek sesli müzik, alafranga- alaturka müzik diye ikiye bölünmüştür. Bu kutuplaşma bugüne kadar sürmüş ve eğitim sistemimizde müzik konusuna büyük zarar vermiştir. Atatürk’ü saf dışı ederek kurulan Batı müziği konservatuarlarında ne geleneksel musıkimiz ne de Cumhuriyet döneminin büyük Türk senfonileri, konçertolarına teveccüh vardır. Varsa yoksa Batı müziği. Buna karşılık kendisine Türk Müziği Konservatuarı denen devlet kurumunda da sadece batı müziği, geleneksel Türk müziği olan saray musıkisi ve halk müziği öğretilip, Türk senfonik müziği, milli devlet oluşumuzun simgesi, özünü halk musıkisinden alan çok sesli Türk müziğine aynen batı müziği konservatuarlarında olduğu gibi hiç yer verilmez. Cumhuriyet dönemi milli musıkisini kastediyorsak; evet Türk müziği devletin hiçbir eğitim kurumunda öğretilmiyor diyebilirim.

AYMAZLIKLAR SÜRÜYOR

Dünyanın gelişmiş bütün toplumlarında, halk musıkisi, saray musikisi ve çağdaş musiki birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak ele alınır ve değerlendirilir. Umarım çok gecikmeden bu son derece ilkel kültürel ayrımdan vazgeçer ve bölmeden topyekün büyük müzik mirasımıza sahip çıkarız.

Konservatuarlarda, görüldüğü gibi anlaşılmaz bir aymazlıkla her iki camiada da çok sesli Türk müziğinin muhteşem örnekleri görmezden gelinerek büyük bir gaflete imza atılmaktadır. Oysa Adnan Saygun’un daha 32 yaşında bestelediği, Yunus Emre Divanı’ndan seçmelerden oluşan ve insanın kaderi ile ölüm korkusu ile karşı karşıya gelip, aczini, korkusunu, İlahi Aşk’la yenip Allah’a teslimiyetini anlatan “Yunus Emre Oratoryosu”, “Sensin Kerim sensin Rahim  – Allah sana sundum elim” sözleriyle sonlanan tüm dünyada altı dilde seslendirilip en büyük salonlarda ayakta alkışlanan bir baş yapıttır. 1947 yılında Paris’teki konserine giden Papa 23. Johannes “Ne tuhaf, içten geldiği zaman bütün sanat eserleri Tanrı’yı aynı dille övüyorlar. Bu eserin güzelliğini bir Müslüman kadar bir Katolik de neden anlamasın? Herhalde ben anladım ve heyecanlandım” der.

YUNUS EMRE BİRLEŞTİRDİ

1958 yılında Birleşmiş Milletlerin kuruluş yıldönümünde New York’ta BM binasında, ünlü şef Leopold Stokowsky tarafından yönetilen konserden sonra, eser dünyanın seçkin diplomatları, devlet başkanları üstünde öyle büyük bir tesir meydana getirmiştir ki, o tarihe kadar hep aleyhimizde kararlar alınan Kıbrıs konusunda bu kez karar Türkiye’nin lehine çıkmıştır. Yunus Emre Oratoryosu gibi kaynağını Türk halk, geleneksel makam müziğimizden alan senfonik eserlerimiz başta Adnan Saygun olmak üzere dünyanın en büyük başkentlerinde en ünlü şefler, solistler tarafından yüzlerce kez icra edilmiş, yayın organlarında eserleri göklere çıkartan büyük gurur duyacağımız eleştiriler çıkmıştır.

Daha önce sebeplerine değindiğimiz çift yönlü aymazlık ve vurdumduymazlıkla bunlar görmezden gelinmiş ve gençlerimizin ülkeleri ile iftihar etmeleri yerine aşağılık kompleksine kapılmaları da böyle gerçekleşmiştir.

TEK HOCA BENDİM…

Konservatuarlarda Cumhuriyet dönemi Türk Müziği dersi veren tek hoca bendim. Benim emekliliğimle birlikte o ders de tarihe karıştı.
Artık gözlerimizi gitgide kendi girdabında boğulan, büyük katliamlarının kefaretini ödeyen batıya veya sadece geçmiş tarihimize çevirerek değil, görkemli kültürümüzü dünü, bugünü ve yarını ile birlikte ciddi, gerçekçi, değerlendirerek, kültürel birlik, beraberlik içinde, hak ve hakikate kavuşacağımız bir bakış açısına ihtiyacımız var. Atatürk de, Sultan Fatih de, Yunus Emre de, Yahya Kemal de, Necip Fazıl da, Nazım da, Dede Efendi de, Itri de, Aşık Veysel de, Saygun da, Cemal Reşit Rey de, Fazıl Say da hepsi bu aziz topraklarda yetişen benzersiz büyük insanlar ve ne büyük, ne geniş, ne farklı bir renk ses, söz alemi… Yeryüzünde bu çeşitlilikte bu zenginlikte sanata ve sanatçıya sahip başka bir ülke var mıdır acaba?

Önceki Yazı

Tiyatro ‘Yerli ve Milli Olur Mu?’

Sonraki Yazı

Hayatı Tezyin Etmek…

Son Yazılar

Gandi mürşid arıyor

İnsan eğitimi Hz. Âdem ile başlayan kutlu bir yolculuktur. Peygamberlerden sonra onların varisleri olan alim arif