Deneme kritik bir eşik

//
21 dakikada okunur

Şair Ömer Erdem: “İnsanlara akıl verip yol gösterecek, kurtuluş reçetesi sunacaksanız başka bir üslup takınmanız gerekiyor. Denemenin en kritik eşiği bana göre hem estetik bağlamda hem de ruhsal bağlamda üslup. Hangi ses tonuyla, hangi diyalektikle ve hangi niyetle konuşacaksınız? Okurla ancak bu samimiyet hizası içerisinde bir yakınlık kurabilirsiniz.

Ömer Erdem’in ilk şiiri Diriliş dergisinde yayınlanmıştı. Ardından şiirleri; Diriliş, Dergâh, Düşler, Göçebe, Nar, Hece, Sonsuzluk ve Birgün, Yasakmeyve ve Kaşgar gibi dergilerde okurlarıyla buluştu. İlk şiir kitabı “Dünyaya Sarkıtılan İpler” den bu yana on bir şiir kitabı yayınlayan ve Kaşgar dergisinin kurucularından olan Erdem’in son kitabı “Yakınlıklar” deneme türünde çıkarak okuyucuyla buluştu.  Denemenin en kritik eşiği bana göre hem estetik bağlamda hem de ruhsal bağlamda, üslup. Hangi ses tonuyla, hangi diyalektle ve hangi niyetle konuşacaksınız? Okurla ancak bu samimiyet hizası içerisinde Yakınlık kurabilirsiniz.” diyen ve şiirin yanı sıra şiir üzerine poetik yazılar, deneme ve eleştiriler kaleme alarak ustalığı gösteren şair Ömer Erdem’le “Yakınlıklar” ve türler arası özgürlükler üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.

 

Herhangi bir metni hem tür içinde hem de türü aşkın değerlendirmek daha özgür geliyor bana. Sadece edebi bir tür olarak bakmaktansa hayatı yazıyla karşılama gibi estetik, gerçek ve derin bir yolculuk bence deneme, ne dersiniz?

Doğrudan doğruya yaşamla, yaşama bağlılıkla ilgili. Hatta bağlılıkla değil, edebiyatı, yazıyı hayatın özgünlüğüne, renkliliğine, çeşitliliğine bağlamakla ilgili. Bir taraftan hayata doğru giderken öteki taraftan hayattan beslenmekle ilgili. Kısaca yaşama isteğinin, sevgisinin ve yaşama istencinin karşılığı gibi düşünebiliriz.

“Yakınlıklar” (2023) son şiir kitabı “Güneş Kalır Bir Başına(2021)’dan sonra şairin okuyucuyu denemeyle karşılaması gibi. Bir kere kitabın ismi içten bir çağrıyı da barındırıyor, neden “Yakınlıklar”?

Çünkü yakınlık Türkçede metaforik, düşünsel, hafif gizemli ama her anlamda olumlu çağrışımları barındıran bir kelime. Bir taraftan kendi içinde bir gerilimi var, öteki taraftan da adeta neşeli bir barışçıllığı var. Doğal olarak okura “Yakınlıklar” içerisinden açılmak, seslenmek hatta onun yakınlığını beklemek tek taraflı değil aslında karşılıklı bir istek. Biliyorsun yazarlar için en çetin eşiklerden birisi kitaplara isim bulmak. Doğal olarak başlangıçta bu kitabın ismi için de alternatifleri vardı elbette. İsim, şiirsel keşif gibi. Bir şeyi keşfedersiniz, heyecanlanırsınız, o heyecana paralel olarak da düşünsel bir doygunluğa ulaşırsınız. Bu ismi bulduğum zaman bu iki şeyi birlikte yaşadım. Sanırım okurlar da “Yakınlıklar”daki bu isteşliği, aynı zamanda içtenliği değerli buldular ve sevdiler.

                                                                           (Ömer Erdem ve Tuba Kaplan)

Yazı almaşık bir şeydir

Bir dönem gazetelerde Melih Cevdet Anday’ın yeni denemelerini okunurdu. Türkçenin deneme türünü genişlettiği bu metinleri karşılamak okuyucuyu da açıyordu, şairlerin köşe yazısı yazmasını önemsiyorum bu sebeple, siz nasıl bakıyorsunuz bu duruma?

Gerçekten Türkçe’nin çok değerli denemecileri var. Bunlar içinde şairler de var mesela Cemal Süreya çok orijinal bir denemeci bana göre. Elbette buna Attila İlhan da dahil, Asaf Halet Çelebi de bir bakıma denemecidir. Yazılarına bakınca pek çok şairin denemeyi akılla birlikte yaratıcılığın bir yol açıcısı olarak kullandıklarını görüyoruz. Yakınlaştırmaya ya da uzaklaştırmaya gitmek istemiyorum, neticede her tür kendi içinde bir bağımsızlık içerir. Fakat yazı almaşık bir şeydir. Almaşık olduğu için de hayatın ardışıklığı içinde birbirine eklenir. Doğal olarak bir denemecinin yemek veya sinema üzerine yazması, ya da toplumsal herhangi bir sorun üzerine, edebiyatın herhangi kavramsal bir meselesi üzerine yazması kendi iç tutarlığının ve sürekliliğinin bir karşılığıdır. Burada piramidal bir katmandan bahsedemeyiz. Tıpkı bir su dalgasının kendi doğal sürekliliği gibi ben de yaşarken zihnimin bu doğal dalgalanmasının hasbi ve kendiliğinden çiçeklenişi olarak deneme yazmanın hazzını hissediyorum. Çünkü bu süreç çok özel bir yaratım anı.

Denemeye okurla sohbet, okuru karşılama olarak bakabiliriz, Montaigne’de en bilinen denemenin “sohbet sanatı üzerine”. “Yakınlıklar”ın samimi bir havası var. Buyrukçul, yargıcıl, özcül (aforizmatik) yargılardan, açıklamalardan kaçınıyor olması metni özgür kılmış. Zaman zaman gündelik politika meselelerine girilmiş ama genel havası samimi. Dili bilerek mi böyle kurdunuz?

Hasbi, kendiliğinden olan bir şey bu. Bu bağlamda Nermi Uygur’dan bahsetmek isterim. Kendisi iyi yetişmiş bir felsefecimiz. Hemen hemen yazdığı her konuda bilgiçlik taslamadan, akıl vermeden, yol göstermeden yazıyor. Bir çiçekle konuşur gibi yolda yürürken yolla hasbihal etmek gibi ya da geceleyin gökyüzüne bakarken gökyüzüyle konuşmak gibi. Gökyüzüne akıl veremezsiniz buna kalkışmak çok saçma ama gökyüzünün bir aklı vardır bunu bilirsiniz. Deneme kürsüden konuşur gibi değil de bir ağacın dibinde, yamaçta insanın kendi kendine kendi içindeki çoğul duyuşlar, düşünüşler, kişiler anılar, istekler belki rüya ve arzularla içten barışma iştiyakı gibi de geliyor bana. İnsanlara akıl verip yol gösterecek, kurtuluş reçetesi sunacaksanız başka bir üslup takınmanız gerekiyor. Denemenin en kritik eşiği bana göre hem estetik bağlamda hem de ruhsal bağlamda üslup. Hangi ses tonuyla, hangi diyalektikle ve hangi niyetle konuşacaksınız? Okurla ancak bu samimiyet hizası içerisinde bir yakınlık kurabilirsiniz.

 

Deneme bir icattır

Denemede şiirin aksine “planlı gelişigüzellik” var, şiir sanıldığı gibi gelişigüzel değil biliyoruz, matematiği ve iç disiplin ve ahengi var. Salâh Birsel, denemeyi, “Biraz öykü, biraz söyleşi, biraz iç dökmesi, biraz da şiirdir. En çok da şiirdir” sözleriyle tanımlıyor. Deneme yazan şair metne daha kolay mı yaklaşıyor, bir rahatlık hissettiniz mi?

Aksine gerginlik ve rahatsızlıktan bahsedebilirim. Deneme de siz onu yazmadan var olmayan bir şey. Bir şey hakkında konuşmuyorsunuz, deneme bir şey icat etmektir. Olmayan bir şey icat edip onun rengini, dilini, elbisesini oluşturmak daha başka bir şey. Denemeyi biraz bilmediğin şehirlere yapılan yolculuklara benzetirim. O şehre gitmek için büyük bir arzunuz vardır ama bilmezsiniz ve içinde kaybolmak istersiniz. Ve kayboldukça da sürekli köşeler, sokaklar, ağaçlar, ışıklar vs. bulursunuz ve bulduğunuz her şey o anda size sanki kâinat az önce yaratılmışçasına yepyeni gelir. Diğer türlü her şey birbirinin tekrarı olur. Ben deneme yazıp okuduğum da tekrarlanamayanın bir ve biricik olanın yanı başımızda nefes almakta olduğunu hissetmek ve hissettirmek isterim.

“Şiirin eşiğinde” yazısında Ahmet Hamdi Tanpınar’dan bahsederken şiirde dışardan atak içerden pasif olmasından bahsederek, deneme ve biyografide Türkçeye takla attırırken şiirde uğunup kalmasını belirtmişsiniz. Madem “Yakınlıklar”a kadar geldik Ömer Erdem şiiri duyup gördü mü, gerçek Ömer Erdem metninde var mı?

Fazlasıyla var bence. Herkesin kendisini estetize etme yöntemi var. Yöntem burada üsluba ve düşünce biçimine, hayata bakma biçimine denk gelir felsefi anlamda biçimin tam kendisidir. Kendimi konuşmayı sevmiyorum ama sorunun muhatabı olarak söyleyebilirim ki aşama aşama kitaplarım dikkatle okunursa aslında sorunun şaşırtıcı şekilde Ömer Erdem’i geri çekerek Ömer Erdem şiirini coşturarak açığa çıkardığını görülebilir. Sezai Karakoç “Şair kendisinden memnun olandır” diyor. Memnun olmak yazmak istediğini, yazabileceğini özgürlük ve özgünlüğüyle ortaya koyabilmektir. 

İmkan yoktu ama kelimeler vardı

Yakınlıklar”ın başlangıç cümlesi iyi romanların girişi gibi çok iyi ve merak uyandıran, başlangıçlarda saklanan büyük bitişleri de barındırıyor: “Kendimi yazıya borçluyum.” Ne demek bu?

Çocukluğumda kendimi, insanı, hayatı aramak için kitaplara gitme isteğiyle doluydum. Bunu gerçekleştirecek bütün materyallerden mahrumdum. O mahrumluğu hayal gücü ve kelimelerle ifade etmeye ya da doldurmaya, oradan çıkış yolu bulmaya çalıştım. İçimde literatür anlamda tam kavramsallaşmamış ama benim çocuk dünyamda arayış olarak bulunan şeyi karşılayacak imkanlar yoktu ama kelimeler ve hayal gücü vardı. Sonra kitapla buluşunca doymak bilmez bir iştahla okudum. Ben okuma hayvanı gibiyim. Okumak denen şeyin kurbanı oldum sanki. 

Okumak deyince: “Okuduğum son kitap neyse başucu kitabım o oldu. Çünkü onu pek çok kitabın arasından seçmiş oldum” Yazı için de aynını düşünüyorum. Son kitap birçok yazı içinden seçildi, her seçim size dair fikir veriyor, nasıldı süreç?

Benim için zor olan yazıyı bulmak, yazmak en kolayı konuşurken, uyurken, vapurda yazarım. Bitirdikten sonra en zoru geri dönüp okumak. Yazmadan önce o yani metin yoksa yazdıktan sonra ona, metne, yazıya bakmak tekrara düşmek gibi geliyor.  

Kırk bir yazıdan oluşan kitabın yazı başlıkları çok güçlü, gelişi güzel değil asla. Şair hüneri burada direkt anlaşılıyor: “İnsan Unutur Edebiyat Saklar”, “Ben ki Bitişik Yazılmam”, “Kapalı Metin Travması”, “Bir Soru İşareti Gibi Balkonda Oturan Adam…”Nasıl seçildi bu başlıklar?

Yazıyı bulurken ismini de buluyorum bununla birlikte ilk cümle çıkmış oluyor, gerisi kolay. Şiiri de böyle yazıyorum. Neyi ısırıyorsak, ısırdığımız şeyi bilmeden diş geçirmenin bir anlamı yok. 

“Bir Soru İşareti Gibi Balkonda Oturan Adam”, demişken uzun süre ciğerde tutulmuş bir soru işaret, adam ve balkon. Çok güçlü imgeler. Sonunda bir balkon yok, Sezai Karakoç’u hatırlattı, nasıldı bu denemenin hikâyesi?

Hikâyeler bağlayıcı açıklamalardır çünkü hikâyenin ucunun nereye kadar gittiğini ve nereye kadar sarkmak istediğini bilemeyiz. O yüzden denemenin ve yazının gücünü aradalığından aldığını düşünüyorum. Arada olmak, metafizikteki gibi muğlaklık ama negatif bir ifade değil. Mesela tohum varlığın en muğlağı. Kuruya da bilir inanılmaz yeşerliliğe de sebep olabilir. 

Kır düşünsel bir cephe

Tüm şiirlerinize yayılan mekân doğa hakimiyeti denemelerde de kendini gösteriyor, Konya bozkırından Dut’lara uzanıyoruz. 

Doğayla kırı birbirinden ayırmak gerekiyor. Kır folklorik hatta şehrin karşıtı bir şey. Böyle olunca da kültürel, ideolojik hatta düşünsel bir cephe. Ben işin o tarafında değilim, meselenin ontolojik tarafındayım. Öyle insanlar vardır ki muhteşem bir tabiata sadece kartpostal gözüyle bakar. Suyun içindeki sesleri, ağaçların içerisindeki yokluk çıtırtısını duyamazlar. Hep gözlerini açarlar ama gözlerini kapatmayı akıl edemezler. Tabiat bize durmaksızın sonsuz imkanlılığı, sonsuz çeşitliliği telkin eden bir şey. Tabiatla kurmak istediğim bağ bu çünkü yazı da bu sınırsızlığı bu sonsuz imkanlılığı araştırma yöntemim. Doğa bir kartpostal değildir. Güneşlenmek, kuşların sesinden romantik şeyler duymak ya da denizde yüzerken sadece keyif çatmak değildir. 

Her tür kendinden bağımsızdır

“Şiir eksile eksile var olur, düşünce basamak basamak yükselir” diyorsunuz. Şairin düz yazı karşısında Türkçenin önünde giden bir üslupları var değil mi?

Şair zihnini ayrıcalıklı düşünmüyorum, şair olmadan iyi deneme yazanlar da var. Olgusal bir durum şair olmak olmasaydım da böyle yazmayı ve düşünmeyi arzu ederdim. Deneme yazarken şiirden ya da şairlikten bir onur beklemiyorum. Oradan bir efekt, ayak, enerji koparmak istemiyorum. Çünkü her tür kendi içinde bağımsızdır, bağımsız olmalıdır ve kendi özerkliğini korumalıdır.

 

Önceki Yazı

İstanbul ilham kaynağım

Sonraki Yazı

“Bir Tutam Karanfil” bir seyr-i sülûk filmi

Son Yazılar

Sahnede kör oluyorum

Özellikle komedi yapımlarından tanıdığımız ama ters köşe yapan işlerle de seyircilerinin karşısına çıkmayı seven oyuncu Gökhan