Sanat şifa olur mu?

6 dakikada okunur

Telefonumu elime aldım ve birçoğunuz gibi ilgili haber sitesinin bildirimini gördüm. Kahramanmaraş merkezli 11 ilimizi doğrudan etkileyen depremin haberini bir ‘biiiip’ sesiyle duyduk, şaka değildi. Çoğumuz uyku sersemi olduğu için kilit tuşuna basıp başımızı yastığa geri koymuş bile olabiliriz. 

Gözlerimizi açtık. Uyandık mı bilmiyorum. Acıya cam ekrandan gördüklerimizle şahit oluyorduk. 

Yıkılan ve pres olan evler…

Toz dumanı olan hayatlar…

Yiten insanlarımız…

Kaybolan hayallerimiz ve umutlu bekleyişler…

Son yüzyılın en büyük depremi olarak gösterilen bu deprem felaketinin yaşattıklarını ne kadar anlatsak ve betimlesek az kalır. Milyonlarca insanda travma oluşturan bu acı yumağının hissettirdiklerinin de yaşamayanlar tarafından çok fazla seslendirilmesi de ayrıca bir samimiyetsizlik olur diye düşünüyorum.

Bugün itibariyle (1 Mart) depremin üzerinden 23 gün geçti. Geçmeyen bir 23 gündü! Yardıma koşan sivil toplum kuruluşlarımız, binlerce gönüllü, dünyanın farklı yerlerinden gelen güzel insanlar… Tüm bu vicdanımızı tazeleyen güzel gelişmelerin yanı sıra maalesef fitne ve enkaz siyaseti gibi şeyler de yaşandı. Bunlar olurken depremin üzerinden 9 gün geçmişti ve Litros Sanat’ın 50. sayısının yayınlanma vakti de gelmişti. Konu üzerine depremin ilk günlerinde çok düşündük. Meseleyi; gazetecilik meslek etiği, yayın periyodu, toplum psikolojisi ve kültür sanat gazeteciliği açısından tartıştık. En sonunda geldiğimiz nokta: yalnızca kültür sanat alanında değil memleketteki tüm alanlarda dillerin lâl olduğu bir zamanda bizim konuşabilmemiz mümkün değildi. 

Bizim çıkmama kararı aldığımız zaman diliminde Oksijen Gazetesi maalesef iyi bir refleks gösteremedi. Gazetenin bir tarafı bir şey olamamış gibi duruyor diğer tarafı ise müthiş bir ajitasyon kokuyordu. Deprem bölgesinden gelen fotoğraflara ‘ödüllü’ yazarlar tarafından duygusal yazılar yazdırılması tam bir akıl tutulmasıydı deyip susayım.

Kültür sanat üretiminin savaş zamanlarında bile sürdüğünü söyleyen bir grup çıkabilir. Yalan değil, sürer tabi ki. Kültürün enstrümanlarının işleme biçimi toplum dinamiklerine göre değişir. Bizim toplumumuzda yapılan bir konserin oluşturduğu algıyla Rusya’da yapılan opera gösterisinin etkisi ve duygusu bambaşkadır. Toplumumuzda bu durumun doğru ve hassas biçimde değerlendirilebildiğini düşünmüyorum. Tüm konserler durmalı mı? Tiyatro oyunları oynanmamalı mı? Bence hayır. Fakat daha sakin bir tonda sanat üretimi yapılmalı diye düşünüyorum.

Bu dönemde kültür sanatın daha fazla yapılması gerektiğini düşünüyorum. Kültür sanat organizasyonlarının deprem bölgesinde nezih ve düzenli biçimde organize edilmesi hepimize iyi gelecektir. Ne olur müzikten korkmayın! Tiyatro sahnelerinin hayatın tam içerisinden geldiğini unutmayın. Yıllar sürecek travmaların ve yaraların iyileşmesini hızlandıracak hamlelerden birinin doğru kültür sanat organizasyonları olarak görüyorum. Deprem bölgesinde yaşayan insanlar, ekranlardan görmeye alıştıkları sanatçıları yakından gördüklerinde inanın kendilerini daha iyi hissedecekler. Hasta yatağında dostuna “bana bit türkü oku” diyen bir toplumda yaşadığımızı biliyor musunuz? Türkülerimiz şifa olabilirken biz neden onları öcü gibi görüyoruz? Kültür sanat salt olarak eğlence değil yaşamın kendisidir. Ruha iyi gelir, tedavi eder. Günlük değil ömürlük düşünürseniz sanatın her tonunu daha iyi hissedeceksiniz.

Önceki Yazı

Sosyal medya imkân mı yoksa tehdit mi?

Sonraki Yazı

Öyle değil böyle çizilir!

Son Yazılar

Müzelerimiz “sıkıcı” mı?

Litros Sanat’ın yeni sayısında müzelerimizle olan iletişimimizi ele alıyoruz. Müzelerimizi tanıyıp tanımadığımızı sorgularken, neden ülkemizde “sıkıcı”

İnsan insanın yurdudur!

Gazeteci Kübra Kuruali: “Biz kendi kültürümüzde insanın insanın yurdu olduğuna inanıyoruz. Adıyaman birbirine yurt olan insanlarla